Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş
Prof. Dr. Necmeddin Sefercioğlu 01 Ocak 1970
TÜRKOLOJİ alanının ve Türk milliyetçiliğinin önemli kişilerinden biri olan Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş’ı sonsuzluğa 4 Temmuz 1982’de uğurlamıştık. Aradan yirmi bir yıl geçmiş. Defterimde bu tarihi görünce hem kendimden hem de Türkçülüğümden utandım. Uçmağa varışının yirminci yıl dönümünde, yani geçen yıl unutulmağa terk edilmiş olmasını da içime sindiremedim. Oysa, bu değerli ağabeyi yitirdiğimizden bu yana onunla ilgili anılarım hep canlılığını korumuştur.
Timurtaş Hoca Kilisli idi. 1925 yılında orada doğmuş, ilk ve orta okulları orada tamamlamış, liseyi ise İstanbul’da bitirmişti. Daha sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Doktorasını tamamladıktan sonra (1950) bitirdiği bölüme asistan olarak alındı. Orada uzmanlık dalı olarak ‘Türk dili’ni seçmişti. Akademik basamakları birer birer çıkarak 1958 yılında doçent, 1967’de de profesör oldu. Değişik zamanlarda Avrupa’ya giderek yabancı dil yeteneğini geliştirdi; bilim dalında araştırmalar, incelemeler yaptı. Kendi fakültesi ile birlikte bazı başka yüksek öğretim kurumlarında da dersler verdi. Yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Birçok araştırmaya ve bilimsel bildiriye imza attı. Bilimsel yayınları yanında, milliyetçi dergiler ile başlıca günlük gazetelerde de dil, eğitim ve kültür üzerine yüzlerce yazısı çıktı. Pek çok kurumun üst düzey kurullarında görev aldı. Meslekî, kültürel ve sosyal çalışmalarının en olgun dönemini yaşadığı bir dönemde, beyin kanaması geçirdi ve inme (felç) illetine yakalandı (25 Ocak 1982). Beş ay hareket edemeden, konuşamadan, yazamadan yatma çilesine katlandı. 4 Temmuz 1982 günü Hakka yürüdüğünde henüz elli yedi yaşında idi. Yani, Onu en olgun ve verimli olacağı bir yaşta iken yitirme bahtsızlığına uğradık.
Faruk Kadri Hocanın Türkçülük ile ilgilenişi fakültedeki öğrencilik yıllarına kadar uzanır. Öğrenci dernek ve birliklerinde görevler alarak başladığı bu ülkücü çalışmalar, gelişerek ve genişleyerek hastalığına kadar sürdü. İstanbul’daki milliyetçi çalışmaların, kuruluşların hemen hepsinde, beden ve beyin gücü ile yer aldı; her milliyetçi eyleme aktif olarak katıldı. Türkçülüğe yayınları, konuşmaları ile önemli katkılarda bulundu. . Bunlar Onu, bilim adamlığının yanı sıra, ülkücü toplum önderliğine yükseltti. Türk milliyetçiğinin en tanınmışlarından, saygı duyulanlarından, örnek alınanlarından biri konumuna getirdi.
Sosyal yanı da çok güçlü olan Prof. Dr. Timurtaş, birçok dernek ve bilim kurumunun kurucusu ve yöneticisi idi. Türk Kültür Derneği’nin ve Muallimler Birliği’nin başkanlıklarını yaptı. Türk Milliyetçiler Derneği ile Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nun kurucuları ve etkin üyeleri arasında seçkin yerleri vardı. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’nde de önemli görevler üstlendi. Türk Dil Kurumu üyeliği yaptı.
Faruk Hoca’nın adına ilk olarak ‘Faruk K. Demirtaş’(1) şeklinde milliyetçi derneklerin dergilerinde ve haber bültenlerinde rastlamıştım. Rahmetli Turgut Atasoy’un 1954-55 yıllarında çıkardığı, dönemin en güçlü sanat ve edebiyat dergilerinden biri olan İstanbul’da ve öteki dergilerde çıkan Faruk K. Timurtaş imzalı yazıları ile, bu gıyabî ve tek yanlı tanışıklık daha da ilerledi. Sonraları yüz yüze tanışma, sevgi ve dostluğunu kazanma mutluluğuna da eriştim. İstanbul’a gidişlerimde aradığım ender kişilerden biri O olurdu. Ankara’ya gelişlerinde O da aramak lûtfunu benden esirgemezdi. Sık olmasa da, birkaç saati Onunla birlikte geçirmek, tatlı sohbetlerini dinlemek bana büyük mutluluk verirdi. Kendisi ile değişik konularda dertleşmek, görüş ve düşünce alış-verişinde bulunmak ayrı bir zevk sebebi idi. Onun sakin, huzur veren, dost ve güleç yüzünü görmenin, milliyetçilik imbiğinden geçmiş bilgi birikiminden yararlanmanın verdiği duyguları anlatmak mümkün değil. Bunlar, içimi daima burkan anılar olarak kaldı.
Timurtaş Hoca ile bir süre meslekî ilişkilerimiz de oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 1964’te kurulan Kütüphanecilik Kürsüsü’nün başkanlığına, Alman profesörün ayrılışından sonra, 1967’de O atanmıştı (Çünkü, kürsünün öğretim elemanları henüz görevi üstlenecek akademik düzeye yükselmemişlerdi). O yüzden, kürsü başkanlığını birkaç yıl sürdürdü. Ankara, Hacettepe ve İstanbul Üniversitelerinde görevli kimi öğretim elemanlarının doktora ve doçentlik sınavlarına jüri üyesi olarak katıldı. Bu vesilelerle de kendisi ile görüşmek, sınav sonrası kutlama yemeklerinde bir arada bulunmak imkânımız oluyordu. Çünkü, söz konusu sınavlar genel olarak Ankara’da yapılırdı.
Faruk K. Timurtaş gerçek bir Türk dili uzmanı; ayrıca Türk dilinin bir âşığı idi. Türk dilinin sadeleştirilmesi çalışmalarını destekliyor, fakat dilimize yerleşmiş kelimelerin tasfiye edilmesini uygun görmüyordu. Dilden atılan kelimeler yerine Türkçe’nin dil bilgisi kurallarına uymayan, uydurma kelimeler konulmasına, hele bunların zorla kullandırılmasına ise, şiddetle karşı idi. ‘Yaşayan Türkçenin yılmaz savunucularındandı. Türk Dil Kurumu’ndaki, bu kurumun üyeliğinden çıkarılmasına kadar varan mücadeleleri ünlüdür. O, sadeleştirmenin zorla değil, dilin gelişim akışı ve süreci içinde gerçekleşmesi gerektiğine inanıyordu. O zaman hızlı tasfiyeci olan pek çok kişinin bugün Faruk Hoca’nın çizgisine gelmiş bulunması kendisinin ne kadar haklı olduğunun göstergesidir.
Faruk Kadri Timurtaş, yayınladığı kitap ve yazılar ile Türk bilimine ve Türk diline çok değerli bilgiler, düşünceler ve görüşler armağan etmiş olan çok değerli bir Türk aydınıdır. Yirmiyi aşkın kitabı, bir o kadar araştırma yazısı ve on dolayında bilimsel bildirisi yayımlandı. Genel olarak milliyetçi ve muhafazakâr dergi ve gazetelerde çıkmış, kitaplaşarak gün yüzüne çıkmayı bekleyen yüzlerce yazısı vardır. Kitapları arasında Mehmet Âkif ve Cemiyetimiz (1962), Dil dâvası ve Ziya Gökalp (1965), Millî üniversite ve reform (1972), Türkçemiz ve uydurmacılık (1977), Uydurma olan ve olmayan kelimeler sözlüğü (1979), Tarih içinde Türk edebiyatı (1981) ilgi ile okunabilecek ve yararlanılabilecek eserlerdir. Yazılarının ayrıntılı bir listesi ise gazeteci-yazar Dr. Arslan Tekin’in ‘Faruk Kadri Timurtaş’ (Türk dünyası araştırmaları, 27, Aralık 1983) adlı yazısında verilmiştir.
Rahmetli Hoca’nın beyin kanaması geçirip felç olmasına ve beş ay yatağa mahkûm yaşamasına sebep olduğunu sandığım bir özelliğinden söz etmeden geçemeyeceğim. O memleketine özgü kebap ve baklava gibi yemekleri çok severdi. Ayrıca çok da iştahlı idi. Yemeyi içmeyi çok sevdiğini birlikte bulunduğumuz yemekler sırasında görmüştüm. İstanbul’da beni bir iki kez Aksaray’daki ünlü bir kebapçıya götürmüştü. Ankara’da buluştuğumuz zamanlarda da Bakanlıklar’da şimdi yerinde büyük bir iş merkezi yapısı bulunan pastaneye giderdik. Ismarladığımız pasta veya tatlıları büyük bir iştahla ve zevkle yerdi. Vücudu da yediklerini inkâr etmeyen bir toplulukta idi. Yaygın deyimi ile, yüzünden de kan damlardı. Yakınlarda, Faruk Hoca’nın beyin kanamasına Balıkesir’de yediği, kebap ve baklavadan oluşan bir yemeğin sebep olduğunu öğrendim. Faruk Ağabeyi öyle bir sebeple yitirmiş olmak beni ayrıca kahretti.
Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş bilim adamlığı, Türkçülüğü, sosyal ve kültürel etkinlikleri bakımlarından ayrı ayrı incelenip değerlendirilmesi gereken, renkli kişiliğe sahip, mücadeleci, seçkin bir insandı. Üniversitelerimizde, milliyetçi kuruluşlarımızda görevli genç aydınların bunu yapacaklarını umuyor, yapmalarını bekliyoruz. Rahmetli Hoca’mızı da, Tanrının rahmetine kavuşuşunun 21’inci yılında minnet ve özlem duyguları içinde anıyoruz. Ruhu şâd olsun!
DİPNOT
(1) Rahmetli Hoca, 1950 başlarında devrimbaz bir gazeteci olarak ortaya çıkan ve kısa zamanda ünlenen Faruk Demirtaş’la aynı adı taşımaktan rahatsız olmuş ve avukat olan ağabeyini de ikna ederek, 1953’te soyadlarının ailece Timurtaş’a dönüştürülmesini sağlamıştı. O gazeteci ise, kısa bir süre sonra ortalıktan çekildi.