İstanbul'un manevî fatihi Akşemseddin
Hekimoğlu İsmail 01 Ocak 1970
II. Mehmet, Sultan II. Murat'ın oğludur. 1432'de Edirne'de doğmuştur. Hoca Akşemseddin, imparatorluk adına büyük bir tehlike olabileceğini düşündüğü, Hacı Bayram Veli'yi takibe almıştır.
Konuyu hünkara anlatmak üzere saraya gelir, "Hünkarım Ankara'da Hacı Bayram Veli adında bir şahıs var. Oldukça etkili bir insan, korkarım ki ileride bir ayaklanmaya sebep olacak. Acaba Edirne'ye davet etsek de, kendisiyle bir görüşsek nasıl olur?" der. Hünkar, Akşemseddin hocayı dikkate alır ve Hacı Bayram Veli'yi Edirne'ye çağırtır.
Hacı Bayram Veli, Edirne'ye, hünkarın yanına gelir. Bu sırada hünkar tahtında, II. Mehmet, hünkarın yanında duran beşiğin içindedir. Akşemseddin Hoca, hünkarın sağında dikilmektedir. Hacı Bayram Veli içeriye girer. Hünkar, Hacı Bayram'a Ankara'yı sorar. Ankara'da her şeyin yolunda gittiğini söyleyen Hacı Bayram, hünkara Ankara'yı merak etmemesini söyler...
Hacı Bayram, II. Murat'a İstanbul'u fethetmek isteyip istemediğini sorar. II. Murat, "İstanbul'u fethetmek en büyük hayalimdir!" deyince, Hacı Bayram, kundaktaki bebeği göstererek, "Padişahım bunun için asla uğraşmayın. İstanbul'u fethetmek size nasip olmayacak. İstanbul'u, Şehzadeniz Mehmet fethedecektir." demiştir.
Bu keşfe ve bu keramete, Sultan İkinci Murad Han inanmış, oğlunun çağ kapatan, çağ açan saltanatını görmek için tahtından feragat etmiştir.
Arif Nihat Asya;
"Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!" diye, gençlere hitap ederken, Akşemseddin'ini bulamayan gencin, Fatih olamayacağını da nazara vermek istemişti.
Evet, Akşemseddin'siz Fatih, Fatih'siz de Akşemseddin düşünülemez. Nasıl ki ruhla ceset bir araya gelip insanın yaşamasına ve var olmasına sebep oluyorsa, aynı şekilde İstanbul fethinde Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul fethinin maddi yönü, Akşemseddin de manevî yönü idi. Böylece Osmanlılar bir vücut gibi ayağa kalktı, Roma İmparatorluğu'nun devamı olan Bizans İmparatorluğu'nun başına bir yumruk gibi indi, hadis-i şerife mazhariyetini gösterdi, İslamiyet'i dünyaya duyurdu.
O devirde Müslümanlar, dünyanın en ileri teknolojisine sahipti. Gemileri karadan yürütmüş, havan topları yapmıştı.
O devirde Müslümanlar her yere hak, hukuk götürdü. Müslümanlara saldırmamaları, İslamiyet'e hakaret etmemeleri şartı ile her gayrimüslim 'zimmi' (anlaşma ile İslam diyarında yaşaması kabul edilmiş, hayatı korunan gayrimüslim) sıfatı altında malından, canından, namusundan ve dininden emin bir şekilde yaşardı. Bulgarlar 450 sene, Yunanlılar 400 sene Osmanlı idaresinde kalmış, tarihleri boyunca sulh ve sükun dolu günleri bu devirlerde yaşamışlar, memleketleri imar olmuştu. Örflerinde, âdetlerinde ve dinlerinde serbestçe hareket etmişlerdi.
Osmanlılar, gittikleri yerlere İslamiyet'i götürüyordu. İslamiyet ise dünya ve ahiret saadetinin esasıydı. Böylece İslamiyet, hem Müslümanlara hem de gayrimüslimlere dünya saadeti sunmuştu.
Bu durumun devam etmesinde Akşemseddin gibi ulemanın ve Fatih Sultan Mehmed gibi devlet adamlarının payı çoktu.
Padişah'a muallimlik eden, İstanbul'un fethinde manevi payı büyük olan, Osmanlı İmparatorluğu'nun büyümesinde emeği bulunan Akşemseddin Hazretleri, zaferi müteakip "Tahtınız da tacınız da sizin olsun" diyerek Göynük'e çekilmiş, orada vefat etmiştir. Akşemseddin gibi birçok İslam alimleri, devlet adamlarına yol göstermiş, fakat tahtlarına ortak olmamışlardır.
Evet, Akşemseddin gibi sünnet-i seniyye çizgisi üzerinde olan pek çok manevi büyüklerimiz, yine yolumuza ışık tutmaktadır. Bugünkü her genci, bir Fatih diye alkışlayabiliriz; fakat onların Akşemseddin'lerini sormak hakkımızdır. Çünkü madde ile mana beraber yürüyecek. Bu, âdetullahtır. Değişmez!