MUHAMMED ABDUH
01 Ocak 1970
Muhammed Abduh b. Hasen Hayrillâh et-Türkmânî el-Mısrî (1849-1905)
Mısırlı İslâm düşünürü, yenilik hareketinin öncülerinden. 1265'te (1849) Mısır'ın Buhayre'ye (Bahîre) bağlı Mahalletünnasr köyünde doğ¬du. Tanta civarına yerleşmiş Türkmen göçmenlerinden olan ailesi Mehmed Ali Paşa'nın baskılan yüzünden Nil nehri ci¬varına taşınmıştı. Çiftçilikle uğraşan ba¬basının ısrarla okumaya teşvik ettiği Muhammed Abduh, okuma yazmayı öğrenip hıfzını tamamladıktan sonra 1862'de tah¬sil için Tanta'ya gönderildi. Burada med¬rese öğrenimine başladı; ancak basmaka¬lıp ders verme usulünden dolayı bir şey anlamadığını farkedince köyüne döndü. Okumak istemediğini söyleyip 1865'te ev¬lendi. Fakat yine babasının ısrarı ile Tan¬ta'ya döndü. Yolu üzerindeki Küneyse ka¬sabasında babasının yakınlarından Şeyh Derviş Hızır'la görüşmesi ilim sevgisi açı¬sından hayatında bir dönüm noktası teş¬kil etti. Hâtıralarında yaşadığı bütün ma¬nevî hazzı ve içindeki ilim aşkını bu zata borçlu olduğunu belirtir.
Tanta'da yoğun ders faaliyetine başla¬yan Abduh meczup görünüşlü bir zatın sözünden esinlenerek ilim arayışı için Ka¬hire'ye gitti. Ezher Medresesi'nde öğre¬nim görmeye başladı, ayrıca yaz ayların¬da memleketinde Şeyh Dervîş'le irtibatını devam ettirdi. Onun teşvikiyle, Ezher'de okutulmayan mantık ve matematik gibi dersleri veren hocalar aradı. İstediği nite¬likte hoca bulamayınca kitapları kendi ba¬şına okumaya karar verdi. O sırada Mı¬sır'a gelen Cemâleddîn-i Efgânî'den 1871 yılından itibaren riyaziye, felsefe ve kelâm dersleri aldı. Aradığı her şeyi kendisinde bulduğunu söylediği Efgânî'nin yönlen¬dirmesiyle sosyal ve siyasal konularla da İlgilenmeye, güncel meseleler üzerinde yazılar yazıp konuşmalar yapmaya baş¬ladı. Daha öğrenciyken verdiği derslerde Mu'tezile'yi Eş'ari mezhebine tercih ettiği yolundaki suçlamalar yüzünden mezuni¬yeti tehlikeye girdi ve imtihanda başarılı olmasına rağmen 1877'de orta derecey¬le mezun olabildi.
Ertesi yıl Ezher'e hoca olarak tayin edi¬len Muhammed Abduh, ayrıca Kahire Dâ-rülulûmu'nda tarih, Dârü'1-elsüni'l-Hidî-viyye'de Arap dili ve edebiyatı dersleri verdi. Hidiv İsmail Paşa'ya karşı destek¬lediği Tevfik Paşa'nın yönetime gelmesi üzerine idarî reformlar yapmasını istedi. Fakat Tevfik Paşa başlangıçta gösterdiği yakınlığa rağmen Abduh'u köyünde ika¬mete mecbur etti. Ancak Riyad Paşa'nın araya girmesiyle Kahire'ye dönebildi ve yeni çıkan el-Vekâyihı'l-Mışriyye'nin ya¬zarlarından biri oldu. Bu arada kendisine bürokratların uygulamalarını ve mahke¬me kararlarını inceleyip eleştirme yetkisi verildi. Ayrıca ülkedeki eğitim faaliyet¬lerini denetlemek üzere kurulan yüksek meclise üye tayin edildi.
Urâbî Paşa'nın Hidiv İsmail Paşa ve İn¬giliz sömürge yönetimine karşı başlattığı direniş hareketini desteklediği gerekçe¬siyle 1882 yılında üç yıl sürgün cezasına çarptırılarak Beyrut'a gönderildi. Bura¬da ders okuttu. 1883 sonlarında Efgânf -nin daveti üzerine Paris'e gitti ve onunla el-cUrvetü'l-vüşkâ dergisini çıkarmaya başladı. İngilizler'in Sudan ve Mısır'dan çekilmesini sağlamak için aralarında Mu¬hammed Ahmed el-Mehdî ve İngiliz Sa-vunma bakanının bulunduğu bazı kişiler ve yöneticilerle görüşmeler yaptı. Dergi kapatılıp Avrupa'daki siyasî girişimleri ba¬şarısızlıkla sonuçlanınca Abduh'un, Mısır ve İslâm dünyasının kısa vadeli gayretler¬le kurtarılamayacağı yönündeki kanaati pekişti ve bu konuda Efgânî'den farklı bir yol izlemeye karar verdi. 1884 yılının son¬larında Tunus'a, oradan Beyrut'a geçti. Daha çok eğitim, kültür ve düşünce konu¬larına vurgu yapmaya ve dinler arası diya¬log çalışmalarına önem vermeye başladı. Beyrut'taki evinde ve Mescidü'l-Ömerî'de siyer ve tefsir dersleri okuttu. Sultaniye Medresesi'ni ıslah edip orada hocalık yap¬tı, bu arada telif çalışmalarına hız verdi. Beyrut'ta ikamet ederken eşi vefat edin¬ce ikinci evliliğini yaptı. Mısır'daki dostla¬rına mektup göndererek memleketine dönmenin yollarını aradı. Sa'd Zağlûl ve Ahmed Muhtar Paşa gibi şahsiyetlerin aracılığıyla ve siyasete bulaşmaması şar¬tıyla affedildi.
1889'da Mısır'a dönen Muhammed Abduh siyasî faaliyetlerden ümidini ke¬sip idarecilere karşı yumuşak bir tavır takındı ve Efgânî ile yaptığı iş birliğini azalttı. Önce taşrada, ardından merkez¬de hâkimlik görevleri aldı. II. Abbas Hilmi hidiv olunca yönetimle arası düzeldi ve başta Ezher olmak üzere ülkedeki eğitim ve yargı kurumlarının yeniden yapılandı¬rılması için üst makamları ikna etti. Ya¬bancı hukuk kitaplarını okumak amacıyla Fransızca öğrendi. Yaz aylarında Fransa ve İsviçre'ye yaptığı kısa seyahatlerde Fransızca'sını ilerletti. 1895yılında kuru¬lan Ezher İdare Meclisi'ne üye tayin edildi. Yaptığı teklifler ve hazırladığı program¬lar yönetimin ilgisini çekti ve 1899'da Mı¬sır müftülüğüne getirildi. Hayatının sonu¬na kadar devam eden bu görevi sırasında bütün mesaisini ıslah çalışmalarına ayırdı. Şer'iyye mahkemeleri ve vakıfların idare¬siyle ilgili yeni düzenlemeler yaptı. Mecli-sü'ş-şûra'1-kavânîn üyeliğinin yanı sıra el-Cem'iyyetü'I-hayriyye ile Cem'iyyetü ih-yâİ'l-ulûmi'l-Arabiyye'nin başkanlığını üst-lendi; çeşitli kaynak kitapların basılmasını sağladı. 1903 yılında gittiği İngiltere'de fi¬lozof Herbert Spencer'le görüştü. Sidney Cockerell ve Edvvard Granville Browne eş¬liğinde Oxford ve Cambridge üniversitele¬rini de ziyaret edip incelemelerde bulun¬du. Bu gözlemleri ışığında birçok konuda reform niteliğindeki yoğun çalışmalarını sürdürürken Hidiv Abbas'ın Ezher ıslahat programını sekteye uğratan bazı girişim¬lerinden dolayı 1905 yılında Ezher İdare Meclisi üyeliğinden ayrıldı. Aynı yıl hasta¬landı ve hava değişimi için gittiği İsken¬deriye'de 11 Temmuz 1905 tarihinde ve¬fat etti. Cenaze namazı İskenderiye'de kılındıktan sonra naaşı devlet töreniyle Kahire'ye getirilerek 13 Temmuz'da Karâ-fetü'l-mücâvirîn Mezarlığı'na defnedildi. Erken yaşta ölümü onun zehirlendiği yo-lunda bazı spekülasyonlara yol açmıştır. [1][1045]
Dinî Düşüncesi. Muhammed Abduh, özellikle hayatının son döneminde İslâmî ilimler ve uzun vadeli hedefler üzerinde yoğunlaşmıştır. Kısa otobiyografisinde, sıraladığı temel hedeflerinin başında dü¬şüncenin taklit zincirinden kurtarılması ve dinin henüz ihtilâfların çıkmadığı dö¬nemde Selefin anladığı metotla ve ilk kaynaklarından hareketle anlaşılması ge¬reğine vurgu yapar. Bu arada dinle akıl ve ilim arasındaki yakın İlişkiye temas eder. [2][1046] İtikadı Asr-ı saadette olduğu gibi saf hale ge¬tirmenin yanında akıl ve İlimle ilişkisini güçlendirerek değişen dünya şartlarında dinin rolünü tekrar etkinleştirmeyi amaç¬layan Abduh, kelâm ekolleri arasındaki teolojik ihtilâflar ve teorik tartışmalar üzerinde durmanın gereksiz olduğunu, Allah'ın zâtı yerine O'nun mahlûkatı üze¬rinde düşünmenin hem dinin emrine hem de insanın ihtiyacına daha uygun düştü¬ğünü belirtir. [3][1047] Buna karşılık peygamberlere ve vahye olan ihtiyaca geniş yer verir ve bunu bü¬tün büyük dinler ve filozoflar tarafından insanda bulunduğu kabul edilen sonsuzluk(bekâ) isteğiyle insanların cemiyet ha¬linde yaşayabilmesi için ahlâk, fazilet ve yüksek değerlere muhtaç olmaları gibi gerekçelere dayandırır. Duyular dışında herhangi bir bilgi kaynağı bulunmadığını söyleyen veya bu konuda mütereddit dav¬ranan kişileri cehaletle suçlayan Abduh'a göre vahye karşı olumsuz tavır sergileme-nin sebebi sorumluluktan kaçma isteği¬dir. Dinî emirler insanları birtakım nefsâ-nî arzulardan mahrum bıraktığı ve aşırı¬lıklardan alıkoyduğu İçin bazıları dine cep¬he almaktadır. Halbuki fert ve toplumun ruh ve beden dengesini gözeten bu emir¬lere ihtiyaç bulunduğu aklıselim sahibi herkes tarafından kabul edilmektedir. [4][1048]
Muhammed Abduh kader konusunda tartışmalara girilmesini tasvip etmemek¬le birlikte bir kısım ulemânın, kulların fiil¬leri hakkında kesb kavramına yer verilme¬sini Allah'a şirk koşma şeklinde değer¬lendirmesini de doğru bulmaz. Ona göre ameller her durumda kesb ve ihtiyarla gerçekleşir ve Allah'ın ilminin değişmez¬liği insanların kendi iradelerini kullanma¬larına engel teşkil etmez. [5][1049] Abduh'un insana atfettiği kesb klasik Eş-'arî anlayışından çok daha geniş bir yetki ve hürriyet içermekte, Mâtürîdî'nin fikir¬lerine daha yakın görünmektedir.
Tefrikayı Önleyip müslümanları daha gerekli işlere yönelteceği düşüncesiyle Selef metoduna uygun bir akîdeye Önce¬lik verse de birçok konuda yaptığı yorum¬lar ve akılcı yaklaşımları dikkate alındığın¬da Abduh'un klasik anlamda bir Selefi olarak değerlendirilmesi isabetli olmaz. M. Reşîd Rızâ onun, kelâmullahın kadîm oluşunu okunan lafzı Kur'an'a da teşmil eden Hanbelî / Selefi görüşe yaptığı eleş-tiriyiRisöletü't-tevhîd'm ikinci baskısın¬dan çıkarmak istediğini söylemekle bera¬ber [6][1050] başka bir yazı¬sında bu görüşe muhalefetinde ısrar et¬tiği görülmektedir. [7][1051] Nitekim akla yaptığı vurgu ve farklı yorumları sebebiyle bazı şarkiyatçılar onu Yeni Mu'tezile akımının temsilcisi diye kabul etmiştir. [8][1052] Ancak Mu'tezile'ye yönelttiği eleştiriler yanında düşüncesi bir bütün olarak göz önüne alındığında böyle bir değerlendirmenin doğru olmadığı anlaşı¬lır. [9][1053]
Muhammed Abduh'un itikadı mesele¬lerde bazı tartışmalara sınır getirip bun¬ların bilinemeyeceğini belirtmesi ve âlemin kıdemi gibi konularda filozofları tek¬fir etmemesi, İngiliz sömürge valisi ve bazı Batılı yazarlar tarafından agnostik veya inançsız olarak nitelenmesine yol aç¬mışsa da () onun inkarcı düşünceler hakkındaki görüşü reddiyelerinde açıkça bellidir ve söz ko¬nusu yorumların sübjektif olduğu son¬raki araştırmalarda ortaya konmuştur. [10][1054]
Tefsir kitaplarında Kur'an'ın ruhuna uy¬mayan yorumların ve yanlış bilgilerin yer aldığını, vahyin mesajının gramer kural¬ları ve müfessirlerin görüşleri arasında kaybolduğunu, bu yüzden Kur'an'ın top¬lum hayatından uzaklaştırılıp ölülere ve hastalara okunan bir metin haline geti¬rildiğini, halbuki Kur'ân-ı Kerîm'in birinci önceliğinin insanların ilmî ve ahlâkî sevi¬yelerini yükseltip içtimaî durumlarını dü¬zeltmek olduğunu belirtir ve fıkhî mese¬lelere az yer verilmesini de Kur'an'ın bu Özelliğine bağlar. Ona göre müteşâbih âyetlerin varlığı insanların düşünce ala¬nını genişletme gayesine matuftur; kâ¬inatı ve canlı varlıkları araştırma çağrısı İslâm dininde hiçbir kayıt ve şarta bağ¬lı değildir. [11][1055] Öte yandan Abduh, bütün bir tefsir yerine günün ihtiyaçları doğrultusunda kısmî tefsirlere ihtiyaç bulunduğunu söyler. [12][1056]
Abduh'a göre Kur'an'a ve içindeki amelî hükümlere inanan, fakat diğer bazı gaybî konulan kavramakta güçlük çeken ente¬lektüellerin bunlar hakkında kendi İlmî kapasitelerini tatmin edecek te'viller yap¬ması imanlarına zarar vermez. Müslü¬manların da ilmen sabit olmuş konularda uzmanlarla çekişmesi veya bazı haber-i vâhid rivayetleri doğrulamak için ilimde delili bulunmayan şeyleri savunması doğ¬ru olmaz. Bu yaklaşımıyla Kur'an ve ilim arasında uzlaştırma çabalarına büyük önem verir ve bazı âyetleri kendi zama¬nındaki bilim anlayışına ve bilimsel verile¬re göre yorumlamaya çalışır. Nitekim Tef-sîrü'l'Menûr'da Abduh'a atfen tabiat üstü varlıkların ve mucizelerin izahıyla il¬gili farklı tevillere yer verilmiştir. Bunlar arasında cinlerin mikropların bir cinsi ola¬bileceği, Ebrehe ordusunu taşlarla helak eden kuşların hastalık taşıyan sinekler şeklinde anlaşılabileceği, insanların sade¬ce Hz. Âdem'den değil ırklarına göre çe¬şitli insan orijinlerinden geldiklerinin dü¬şünülebileceği, Hz. Meryem'in îsâ'ya ba¬basız hamile kalmasının çocuk sahibi olacağına dair ilâhî habere kuvvetli imanı¬nın oluşturduğu psikolojiyle izah edilebi¬leceği şeklinde yorumlar bulunmaktadır. [13][1057]
Muhammed Abduh ictihad ruhundan uzaklaşmanın, nasların hikmet ve mak¬satlarından çok lafız ve şekil unsuruna önem verilmesinin olumsuz sonuçları üzerinde ısrarla durur; fıkhın otoritesi¬nin ve müslümanlar arasındaki bilimsel iş birliği anlayışının yeniden tesis edilme¬sini sağlayacak kolektif çalışmalar yapıl¬ması gerektiğini savunur. Mısır müftüsü iken verdiği fetvalarda tek bir mezhebin sınırlan için¬de kalmayıp maslahat prensibine özel önem atfeden Abduh'a göre sigorta ve tasarruf sandıkları mudârebe akdi çer¬çevesinde caizdir. Uzun süreli hapis, kay¬bolma, geçimsizlik, hastalık gibi durum¬larda mahkeme kararıyla kadına boşan¬ma hakkı doğar. Birden fazla kadınla ev¬lenme izni yöneticiler tarafından kaldırıla¬bilir. Kutsama ve yüceltme vesilesi kılın¬mamak şartıyla resim ve heykel yapılabi¬lir. Kabirlerin üzerine bina, kubbe ve tür¬be inşa ederek bunları ziyaretgâh haline getirmek caiz değildir. Muhammed Ab¬duh, "Transvalya" adıyla meşhur olan fet¬vasında da şapka vb. kıyafetleri giyme¬nin, kesim şekli kendi dinlerine uygun olduğu sürece Ehl-i kitabın kestiklerini yemenin ve farklı mezhebe mensup tma-rmn arkasında namaz kılmanın caiz ol¬duğunu ifade eder. [14][1058] Ab¬duh'un bu tür fetvalarında mezhepler üs¬tü veya onları uzlaştıran bir yaklaşım or¬taya koyması zamanındaki bazı muhafa¬zakâr âlimlerin tepkisini çekmiştir.
Şeyh Dervîş ile yaşadığı tecrübenin et¬kisiyle tasavvufun maneviyatı güçlendir¬me ve nefsi terbiye etmedeki rolünün farkında olan Abduh sûfîlerin fukaha ta¬rafından takibata uğratılıp sindirilmesini yanlış bulur. Kendisi de Şâzeliyye tarika¬tına intisap etmekle birlikte çeşitli tari¬kat mensupları arasında yaygınlaşan Al¬lah ile kul arasında tevessül, hulul veya şeyhten el alma gibi anlayışları tenkit et¬miş, Sa'diyye gibi tarikatların çalgılı ve yüksek sesli zikir meclislerine karşı çık¬mış, bunların naslarda bir delilinin ve Asr-ı saâdet'te uygulamasının bulunmadığını söylemiştir. Ayrıca felsefî tasavvuf görüş¬lerinin halka ulaşmasını da uygun bulmamış, bu sebeple basın yayın kontrolünden sorumlu olduğu yıllarda İbnü'I-Arabî'nin el-Fütûhâtü'î'Mekkîyye gibi eserlerinin basılmasına sadece ehli tarafından oku¬nabileceği gerekçesiyle izin vermemiştir. [15][1059]
Muhammed Abduh İslâm filozofları¬nın, Kur'an ve Sünnet'in teşvikleri doğ¬rultusunda sanatı geliştirip kâinatın sır-larını ve mutluluğa giden yolları keşfet¬me konusunda diğer din mensuplarına göre daha özgürce hareket edebildikleri, ancak Yunan düşüncesine ve özellikle Ef¬lâtun ve Aristo'ya hayranlık ve taklit de¬recesinde bağlılık gösterip din âlimlerinin tepkisini çekecek kadar ilahiyat sahasın¬daki tartışmalara girmekle hataya düştük¬leri, böylece ilim ve medeniyetin gelişme¬sine yapabilecekleri katkıyı azalttıkları ka¬naatindedir. [16][1060]
Islahatçılığı ve Siyasî Görüşleri. Muhammed Abduh, müslümanlann daha önce sahip oldukları ve başkalarına da ka¬zandırdıkları yüksek medeniyet seviyesini yeniden yakalamak için gerekli azim ve gayreti göstermeleri gerektiği tezinden hareketle [17][1061] değişik alan¬larda bir dizi ıslahat önerisi ortaya koy¬muş ve bazıları için bilfiil katkı sağlamış¬tır. Her şeyden önce taklit zihniyetinin İs-lâmî ilimlerin öğretimine de hâkim oldu¬ğunu söyleyen Abduh'a göre artık Kitap ve Sünnetle ve ilk döneme ait eserlerle doğrudan iletişim içinde bulunan, delille¬re dayalı muhakeme yapan, ilmî eleştiri ve tartışmaya açık, mezhep taassubun¬dan uzak âlimlerin yetiştirilmesi âcil bir ihtiyaç haline gelmiştir; bu husus, hura¬felerin İslâm'a mal edilmesini önleme açı¬sından da önemlidir. [18][1062] Abduh, ilk asırlardaki saf İslâm anlayışının temel alınması gerektiğini savunmakla birlikte bugüne hitap edecek yeni bir in¬şa faaliyetinin gerekliliğini de kabul eder ve bunun siyasî bir devrimle değil eğitim ve kültür yoluyla, İslâm toplumunu gele¬ceğe taşıyacak hem iyi din eğitimi almış hem çağın gerektirdiği bilgilerle donatıl¬mış sağlam bir neslin yetişmesiyle müm-kün olabileceğine inanır. Ayrıca toplumun değişik katmanlarına yönelik bir eğitim modeli önerir. Muhammed Abduh, Ezher Üniversitesinde uygulanan klasik eğiti¬min yenilenmesi ve seviyesinin yüksel¬tilmesi için büyük çaba göstermiş, ders programına matematik, coğrafya gibi aklî
ilimlerin dahil edilmesini sağlamıştır. [19][1063] Va¬kıflar ve yargı düzeni konusunda da ısla-, hata ihtiyaç olduğuna inanan Abduh şer'î mahkemelerin tamamen lağvedilmesi fik¬rine karşı çıkar ve bunların işleyişindeki aksaklıkların giderilmesi için bazı öneri¬lerde bulunur [20][1064] Davaların Fransızca de¬ğil Arapça görülmesini, bu arada Kıptî-ler'e ikinci sınıf insan muamelesi yapılma¬masını ister.
Muhammed Abduh, çağdaş bir İslâm düşüncesi kurabilmek için modern Batı medeniyetiyle ilişkilerin önemli olduğunu düşünüyor, ancak Batfnın bilim ve tek¬nolojisinin alınmasını teşvik ederken di¬ne uymayan taraflarından uzak durul¬masını istiyordu. İngiliz filozofu Herbert Spencer'le diyalogunda, Doğulu aydınla¬rı sorgulamaksızın Avrupalılar"! taklide sevkeden âmilin Bati'nın zahirî gücü ol¬duğunu, halbuki Batı'nın maddî gücüne rağmen insanları manen geliştiremedi¬ğini, aksine daha da aşağı seviyeye dü¬şürdüğünü ifade eder. Öte yandan mo¬dern Batı felsefesinde özellikle ahlâk, eğitim ve toplum felsefesiyle ilgili eser¬lere ilgi duyuyordu. Bazı Avrupalı yazar ve düşünürlerle şahsî temaslar kurmuş, Tolstoy'a mektup yazdığı gibi dostu Wil-frid Scavven Blunt'ın aracılığıyla Londra'¬da Spencer'le görüşüp fikir alışverişinde bulunmuştur. [21][1065]
Abduh, siyaset alanında adalet ilkesi¬nin önemine vurgu yaparak yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkinin sadece itaat esasına bağlanmasının doğru olmayaca¬ğını savunur. Ayrıca meşruiyetin temelin¬de hukuka uygunluğun yattığına ve bu¬nun denetlenmesi için yönetenlerin top¬lum tarafından sözlü veya fiilî uyanlara açık olması gereğine dikkat çeker. Ona göre İslâm toplumundaki hilâfeti Batılı-lar'ın teokrasi dedikleri, yetkiyi halktan değil Tanrı'dan aldığını iddia eden sistem¬le karıştırmamak gerekir. [22][1066]
Halifeliğin Osmanlılar'ın şahsında müs¬lümanlann hâmiliği gibi manevî ve sem¬bolik rolüne işaret eden Abduh'a göre it-tihâd-ı İslâm kavramı siyasî bir birlik yeri¬ne müslüman toplumlar arasında yakın¬lık, dayanışma ve yardımlaşmaya dayalı dinî-içtimaî birlik şeklinde anlaşılmalıdır. Müslümanlar içinde farklı etnik ve idarî devletlerin varlığı bir realite olduğundan merkeziyetçi olmayan sistem daha ya¬rarlıdır. Bir yandan hilâfetin ümmet için taşıdığı Önemin farkında bulunması, öte yandan Mısır'ın kendine has özelliği dola¬yısıyla müstakil bir devlet olmasını des¬teklemesi Abduh'u bu konularda çelişki¬li yazılar yazmaya sevketmiştir. [23][1067]
Muhammed Abduh'un Mısır'daki İngiliz sömürge idaresiyle ilişkisi de dönemlere göre farklılık arzetmiştir. Özellikle Urâbî Paşa hareketi gibi siyasî olaylara aktif ola¬rak katıldığı dönemlerde Cemâleddîn-i Efgânî'nin antiemperyalist çizgisinden tâviz vermeyen Abduh, sürgünden dönüp ıslahat faaliyetlerine öncelik verdiği dev¬rede İngilizler'Ie iyi ilişkiler kurmaya ve bazı hedeflerine ulaşmada onların deste¬ğini almaya çalışmıştır. Aynı yaklaşımla istibdat rejimlerine karşı mücadeledeki faaliyetlerinden yararlanmak, eğitim ve ıslahat konusunda nüfuzlarını kullanmak maksadıyla hocası Efgânî gibi o da bir ara amaçları o dönemde fazla bilinmeyen ma¬son locasına girmiş, ancak sömürgeciliğe karşı çıkmadıkları için kısa zamanda on¬lardan ayrılmıştır. Siyasî yazıla¬rında istibdat rejimlerine karşı şûra ve kanun hâkimiyetini savunurken son dö¬nemlerinde toplumu hürriyet ortamına hazır hale getirecek eğitimin gerekliliğini öne çıkarmıştır.
Tesiri. Muhammed Abduh'un görüşle¬ri ve ıslahatçı düşünce çizgisi kendinden sonra Mısır'da ve İslâm dünyasında bir¬birinden farklı yönelişler halinde devam etmiştir. En yakın takipçisi M. Reşîd Rızâ, onun hayatında kurduğu el-Menâr der¬gisi ve yayınevinde Abduh'un makale ve eserlerini neşrederek görüşlerinin yayıl¬masına katkıda bulunmuştur. Reşîd Rı-zâ'nın Menâr ekolü, hocasının ölümünün ardından I. Dünya Savaşı'nın İslâm dünya¬sındaki sonuçlarının da tesiriyle giderek daha katı bir Selefîlİğe ve Batıcı modern¬leşme karşıtı radikal bir çizgiye kaymıştır. Bu çizgi İhvân-ı Müslimîn hareketinin doğ¬masını etkilemiştir. Abduh'un ıslahatçılığı ve İslâm düşüncesiyle Batı modernleşme¬si arasında sentez yapmayı öngören akıl¬cı yorumları, talebelerinden Muhammed Ferîd Vecdî ile sonraki Ezher şeyhlerin¬den Mustafa el-Merâgi, Mustafa Abdür-râzık ve Mahmûd Şeltût tarafından de¬vam ettirilmiştir. Abduh'tan etkilenenler arasında Ahmed Lutfî es-Seyyid ve Mu¬hammed Kürd Ali gibi milliyetçi aydınlar yanında onun ılımlı yenilikçiliğini radikal-laik bir modernizme dönüştüren Kasım Emîn ve Ali Abdürrâzık gibi düşünürler de vardır. Muhammed Abduh'un düşün¬cesi, Osmanlı Türkiyesi'nde Mehmed Akif başta olmak üzere Sırât-ı Müstakim ve Sebîîürreşâd çevresinde yer alan İslam¬cı ekolün yanı sıra Ziya Gökalp ve İslâm Mecmuası etrafındaki modernistler üze¬rinde etkili olmuş, hatta İctihad grubun¬daki Abdullah Cevdet ve Celâl Nuri gibi laik Batıcı kesimler tarafından bile kendi görüşleri doğrultusunda kullanılmıştır. Abduh'un izlerini kısa ziyaretlerde bu-lunduğu Tunus ve Cezayir ulemâsının fa¬aliyetlerinde, ayrıca Mahmûd Şükrî el-Âlûsî'nin Irak'ta ve Cemâleddin el-Ka-sımî'nin Suriye'de öncülük ettiği Selefi ıslahat hareketlerinde de görmek müm¬kündür.
Eserleri.
1. Şerhu Makâmâti Bedîhız-zamân el-Hemedânî. [24][1068] Eserdeki kelimeleri açık¬layan tahkik ve ta'lik tarzında bir çalış¬madır.
2. Risâletü't-tevbîd. Muham¬med Abduh'un en meşhur eseridir. Bey¬rut Sultaniye Medresesi'nde okuttuğu il-mü't-tevhîd dersinin kardeşi Hammûde BekAbduh tarafından tutulan notlarının geliştirilmiş şeklidir. Selef akaidi tarzında yazılan kitap M. Reşîd Rızâ'nın ta'likle-riyle basılmış [25][1069] ve bir¬çok dile çevrilmiştir.
3. Ta'lîköt caid Be-şâHri'n-Naşîriyye [26][1070] Ömer b. Şehlân es-Sâvî'nin mantık eseri üzeri¬ne yazılmıştır.
4. Takrîru müfti'd-diyâ-ri'1-Mışriyye fî ışlâhi'}-mehâkimi'ş-şer'iyye. Mısır müftülüğü yaptığı sırada şer'î mahkemelerin ıslahı hakkında Ada¬let Bakanlığı'na verdiği rapor olup Re¬şîd Rızâ tarafından neşredilmiştir. [27][1071]
5. el-İsiâm ve'n-Naşrâniy-ye mcfa'l-^ilm ve'1-medeniyye. Fransız materyalistlerinden Ernest Renan'ın ta¬kipçisi Lübnan asıllı hıristiyan yazar Ferah Antûn'un el-Câmi'a dergisinde yayımla¬nan, İslâm'da dinî ve siyasî otoritenin aynı şahısta toplanmış olması dolayısıyla farklı görüş ve inançlara müsamaha gösteril¬mediği iddialarını içeren makalesine ce¬vaptır. 1901 yılında el-Menâr'öa tefrika edilen eser Reşîd Rızâ tarafından kitap haline getirilerek birçok baskısı yapılmiştir. [28][1072]
6. Teîsîru sûreti'l-'Aşr Abduh'un Ce¬zayir'de verdiği tefsir dersinden oluşan eseri Mehmed Akif (Ersoy) Türkçe'ye ter-cüme etmiştir. [29][1073]
7. Şerhu Nehci'l-belâğa. [30][1074] Şerif er-Radî'nin eserine düşülen kısa notlardan ibarettir.
8. Tefsîru cü'z'i cAmme. [31][1075] Eserde¬ki bazı sûreler Sebîlürreşâd'\n muhtelif sayılarında Türkçe'ye çevrilmiştir.
9. Tei-sîrü'i-Fâtiha. M. Reşîd Rızâ tarafından bir mukaddime ve bazı ilâvelerle birlikte basılan eseri [32][1076] Abdülkadir Şener ve Mustafa Fayda Türkçe'ye tercü¬me etmiştir. [33][1077]
10. el-îslâm ve'r-red 'ala müntekıdîh. Tarihçi Gabriel Hanotaux'nun Ârî ırkın Sâmî ırktan üstünlüğü iddiasından hare¬ketle İslâm ve Hıristiyanlık arasında mu¬kayeseler yapan makalesine reddiyedir. Abduh, Le Journal du Paris gazetesinde çıkan ve Arapça'ya çevrilip e/-Mû°eyyed gazetesinde yayımlanan bu makaleye aynı gazetede bir yazı dizisiyle cevap vermiş, makaleleri daha sonra bir araya getirilip neşredilmiş [34][1078] ayrıca Hano-taux'nun yazılarıyla birlikte el-İslâm dî-nü'l-'ilm ve'1-medeniyye başlığıyla bir¬çok defa basılmıştır. [35][1079] Eseri Talât Harb l'Europe et islam, adıyla Fransızca'ya Mehmed Akif Hanoto'nun. Hücumuna Karşı Şeyh Muhammed Abduh'un İs-lâm'ı Müdafaası başlığıyla Türkçe'ye [36][1080] çevirmiştir.
Muhammed Abduh'un bütün eserle¬riyle dergilerdeki makalelerini Muham¬med îmâre el-A^mâlü'l-kâmile li'l-İmâm Muhammed cAbduh adıyla, diğer bazı yazılarını ise Ali Şeleş Silsiletü'l-aimâ-li'1-mechûle başlığıyla bir araya getir-miştir Öte yandan Tefsîrü'l-Menâr'm Nisa sûresinin 125. âyete ka¬dar olan kısmı, Reşîd Rızâ'nın Abduh'un derslerinde tuttuğu notlar olup onun gö¬rüşlerini ihtiva etmektedir. Ancak Reşîd Rızâ'nın ilâve ve değerlendirmelerini bun¬lardan ayırmak zordur. Muhammed İmâ-re, bazı ayıklamalar yaparak Abduh'a ait kısmı el-A'mâlü'1-kâmile'nın IV ve V. cilt¬leri içinde neşretmîştir. Muhammed Ab¬duh, Cemâ!eddîn-i Efgân?nin eî-'Urve-tü'1-vüşkâ adıyla çıkardığı, daha sonra kitap haline gelen derginin [37][1081] yazılarına da katkıda bulun¬muş, onun Hakikat-i Me%heb-i Neyçe-rî risalesini de er-Red tale'd-Dehriyyîn ismiyle Arapça'ya çevirmiştir [38][1082]
Risaletü7-varidat fi sırri't-tecelliyât [39][1083] ve IJâşiye (Ta'lîkât) calâ Şerhi %kidetn-cAdudiyye [40][1084] adlı eserler Abduh'a nisbet edilerek basılmışsa da bunların Abduh'a mı yoksa Efgânî'ye mi ait olduğu tartış¬malıdır. [41][1085] Bu eserler, Abduh'un Efgânî'den al¬dığı dersler sırasında tuttuğu notlardan hareketle yazdığı ilk dönem çalışmaları olmalıdır.