FETHİN İÇYÜZÜ
MUHSİN BOZKURT 01 Ocak 1970
Bizans Devleti’nin başşehri olan İstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından 29 Mayıs 1453’te fetholunmuştu.
Yıllardır yapılagelen fetih şenliklerine, bu sene bir yenisi daha eklendi.
Fakat ne yazık ki, bu milletten manen kopuk olan bazı aydın-yazarlar-ne hikmetse-bu fetihten rahatsız olmaya, üzülmeye başladılar. Utanmasalar Hrıstiyanlardan özür dileyecekler.
Bu, hayret ne kelime, dehşet verici durum, Milli Eğitim’in millilikten yani millete bakan yönünden ne kadar uzak olduğunu gösterir.
Ne hazin ki, temel meselelerde bile, bir kısım aydınımız milletten farklı düşünüyor.. Millete zıt bir ruh hali içinde yetiştiklerini, her fırsatta ortaya koyuyorlar.
Maalesef fetih, işgalle bir tutuluyor. Neymiş efendim: “İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul’u fethi de aynı şekilde işgal imiş.”1
Neredeyse Fatih’e bu zabtından dolayı –çekinmeseler- hesap soracaklar. Fatih Sultan Mehmed’e karşı dostu ağlatan, düşmanı güldüren bir tavır sergileniyor.
Ayrıca fetih kutlamaları da tenkit ediliyor. Güya fethi kutlamakla, İstanbul’un başkalarına ait olduğunu tescil ediyor/belgeliyormuşuz! Doğrusu Avrupa’ya karşı ayıp oluyormuş!
Fesüphanallah Fetih münasebetiyle yazılanlar ne menem şeyler yahu...Hani deveye boynun eğri demişler de: Nerem doğru ki diye karşılık vermiş ya, işte o hesap.
“(Evet) bazılarına göre İstanbul’un 1453’te Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet tarafından fethi ile İstanbul’un Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist devletler tarafından işgali arasında hiçbir fark yokmuş, ikisi de işgalmiş! Onun için ’29 Mayıs’ fetih günü değil, İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşu olan ‘6 Ekim’ günü kutlanmalıymış...”2
Doğrusu, usta kalem Hasan Pulur, sözde fikir sahibi bu tiplere layık oldukları en mantıki cevapları verip, onları ilzam ederek/susturmasını bilmiştir.
“Bu mantıktan hareket edersek, Birinci Cihan Savaşı’nda, emperyalistler hangi İstanbul’u işgal ettiler? Fatih’in 1453’te işgal ettiği(!) İstanbul’u değil mi? O halde, emperyalistler açısından, bu işgal değil, kurtuluştur! Öyle mi?
“Sonra Türk ordusu ‘6 Ekim’de ne yaptı? İstanbul’u kurtardı. Hangi İstanbul’u? Fatih’in işgal ettiği İstanbul’u!!! Eee, mantık bu olursa, şimdi ‘6 Ekim’lerde İstanbul’un kurtuluşunu kutlayanlara sormazlar mı?
“Fatih’in işgal ettiği, gasp ettiği İstanbul üzerinde Türklerin ne hakkı var ki, kurtardık, diye kutluyorlar!”3
Prof. Dr. Mete Tunçay da: “Fethi İngiliz işgaline benzetmek halt etmektir. Osmanlı’nın yaptığı bir lütuf darbesidir.”4 diyerek gönlümüze su serpmiş ve o gibilerin ağızlarının payını vermekte gecikmemiştir.
Nitekim “Tarihçiler (de), Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u almasının, 15-16 Mart 1920’deki İngiliz işgaliyle bir tutulamayacağını,”5 söylüyorlar.
“İlk ve orta çağ boyunca büyük kitlesel yerdeğiştirmeler büyük nüfus hareketleri olmuştu. İstanbul’un fethi, bu tür kitlesel yer değiştirmelerden bir tanesi. Buna işgal denemez. İngilizlerin İstanbul’u işgali, bu tür hareketlerin durulduğu bir döneme rastlıyor. Bence bu iki olayı karşılaştırmak tarihsel olarak da çok yanlış. (Tarihçi Prof. Dr. Halil Berktay)”6
“Kültürel yönden çökmüş, ekonomisi felce uğramış, nüfusu alabildiğine azalmış, bir zamanların ‘akıl ve himmet beldesi’ olan, fakat ‘harap’ bir kent durumuna gelmiş bulunan İstanbul’u şenlendirmek, Fatih’in temel kaygılarından biriydi. Bunu başardı da...İstanbul’un nüfusu her yerden, kimi zaman zorla getirilenlerle artırılırken, ekonomik yapıyı güçlendirmek için önlemler alındı. Kent yeni dükkan, çarşı, cami,çeşme ve saraylarla donatıldı. İstanbul Asya ile Avrupa’yı, Akdeniz ile Karadeniz’i birleştiren bir imparatorluğun merkezi konumuna geldi. (Prof. Dr. Zeki Arıkan)”7
Çünkü “Fetih” açmak demektir. Bir yeri ve orda yaşayanları; bulundukları karanlık delhizlerden hak ve hakikate çıkarmaktır. Işığa, aydınlığa, huzura, adalete ve insanlık imkanlarına kavuşturmaktır. Bunun için önündeki engelleri, kaldırmak, yolunu açmak, hür iradesini eline vermektir.
Fetih insanı sevmenin bir gereğidir. Kendimiz için isteneni başkaları için de istemektir. Bu uğurda, sırasında savaşı bile göze aldığımızı göstermektir.
Hakkı, gerçeği ve doğruyu bulmuş insanların; hemcinsi olan diğer insanları da bu gerçekten haberdar etmek, onları bu hakikatlerle karşılaştırmaktır.