« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Tem

2013

Türk Muhafazakarlığı Tarihinden Mühim Bir Sima; Kosigin’e Yuh Çeken Adam: Zaptiye Ahmet

CEM SÖKMEN 01 Ocak 1970

Ahmet Ersin Yücel 1942 yılında Yozgat’ta doğar. Dedesi Şeyh Ahmet Efendi’nin tedrisatında yetişir. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra lise öğrenimi için İstanbul’a Haydarpaşa Lisesi’ne gider. Burada Mahir İz Hoca ile tanışır ve onun sohbet halkasına dahil olur. Liseden sonra 1960 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlar, burada bir yıl okuduktan sonra Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Bölümü’ne kaydolur. Zaptiye Ahmet aynı dönemde bir süre Haydarpaşa Lisesi’nde etüt öğretmeni olarak görev yapar. Zaptiye Ahmet çocukluk yıllarından itibaren ciddi bir okuma disiplini kazanır. Osmanlı Türkçesi öğrenir ve bu bilgilenme süreci onun Osmanlı tarihine yönelmesine sebep olur.
Zaptiye Ahmet’in tarihi kültür birikimimize duyduğu sevgi onu bu alanda çalışmalar yapmaya sevk eder. Bu minvalde Zaptiye Ahmet, Namık Kemal’in “Yavuz Sultan Selim” kitabını Ötüken Neşriyat için Latinize eder ve basılmasına ön ayak olur. Ayrıca Şehbenderzade Ahmet Hilmi’ye ait “İslam Tarihi”nin yayına hazırlanmasında büyük emeği geçer. İlk baskısı 1974’te yapılan bu kıymetli eserin giriş kısmında Ziya Nur Aksun, Zaptiye Ahmet’i şu sözlerle anar: “Bu kitabın hazırlanışında ve sadeleştirilmesinde emeği geçen kıymetli, idealist ve mütetebbi bir tetkikçi olan Ahmet Yücel Bey kardeşimizin hatırasını minnetle anar, ruh-i muazzezine Fatihalar göndeririz. Müellif hakkında yazdığımız bu kısımda bilhassa onun yaptığı tetkikten faydalandık.” Ahmet Yücel bu iki eserden başka Bedir Yayınları’na ait “İmam Birgivi Vasiyetnamesi”ni de yayına hazırlamıştır.
Lakabı Niçin Zaptiye?
Haksızlıklara, ölçüsüz davranışlara asla tahammül edemeyen Zaptiye Ahmet nerede sıkıntılı bir durum görse müdahale eden, haksıza haddini bildiren bir insan olarak tanınır. Yollarda, otobüslerde, tramvaylarda nerede bir yanlış tavır, bir terbiye dışı davranış görse müdahale eder. Zaptiye Ahmet hayatında “banane” kelimesine yer olmayan bir insandır. Tam bir cemiyet adamıdır. Rahmetli Galip Erdem “Zaptiye” lakabının Ahmet Yücel’in şahsiyetiyle mezc oluşunu şu sözlerle anlatır; “Ahmet Yücel’e niçin Zaptiye derdik? Sebebini kesinlikle bilmiyorum ama düzensizliğe, yakışıksız tutumlara, milli geleneklerimize aykırı bir davranışa asla tahammül edemez, mutlaka karışır, çok defa başı belaya girerdi.” Mehmed Niyazi Bey’den aldığımız bilgiye göre Ahmet Yücel’e “Zaptiye” lakabını arkadaşı Özer Revanoğlu takmıştır. Yakın dostlarından olan Prof. Ahmet Nuri Yüksel de onu “Tarihin derinliklerinden gelen Osmanlı akıncısı” diye anar.
Mesele Geçmek…
Zaptiye Ahmet anılınca onu tanıyanların aklına ilk gelen söz “mesele geçmek”tir. “Mesele geçmek” Zaptiye Ahmet için her zaman ve her zeminde Osmanlı’yı konuşmak, anlatmak ve bu büyük tarihin derinliklerinde gezinmektir. Zaptiye Ahmet adeta sohbet geleneğimizin 1960’lı yıllardaki parlak bir yıldızı olmak için dünyaya gelmiştir. Kendisi genç yaşına rağmen ehl-i sohbettir ve sohbeti dinlenecek insanları arayıp bulan bir merak duygusuna sahiptir. O, kendine has üslubuyla “Efendiler açık olalım” der ve Osmanlı meselesini konuşmaya başlar. Osmanlı onun için o kadar önemlidir ki, dünyada iki hanedan var der; “Al-i Resul” ve “Al-i Osman”. O, Osmanlı devrini Asr-ı Saadet’e bağlanan bir köprü gibi görür, bu düşünceyle yaşar. Osmanlı’yı bilmek onun için İslam’ın beş şartını bilmekten hemen sonra gelir. İnsanları tanıştırırken eğer Osmanlı’yı bildiğine kani ise “arkadaş altı–yedi meseleye vakıftır” der.
Zaptiye Ahmet’in gecesi gündüzü belli değildir. Onu bir türbenin başında ağlarken görmek de mümkündür, halktan insanlara bir kahvehanede Osmanlı’yı anlatırken görmek de. Hele ilgi alanları ortaksa Zaptiye Ahmet muhatabının peşini bırakmaz. Onu yakından tanıyanlar İstanbul’a yeni gelmiş üniversite öğrencilerine yardımcı olmanın onun vazgeçilmez bir alışkanlığı olduğunu söylüyor, Zaptiye Ahmet’in hiçbir hareketten ve hizmetten geri kalmayan bir insan olduğunu ifade ediyorlar. Zaptiye Ahmet şüphesiz kendisini yetiştirmek için eline geçen bütün imkanları değerlendirmeye çalışmış bir insandır. 27 yaşında vefat etmiş olmasına rağmen hayata çok işler sığdırdığını görmemek mümkün değildir. O, yaptığı faaliyetlerle, hem devrinin aydınlarıyla hem de halktan insanlarla milli kültürümüz merkezli kurduğu ilişkilerle hep anılması gereken bir insandır…
Bugün Zaptiye Ahmet gibi idealistlere öyle çok ihtiyacımız var ki. Duruşunu bozmayanlara, güçten değil haktan yana olanlara… Yanlışlıklara, –farklı bir niyetle değil– sadece hakkın hakim olması için karşı duranlara… Onun 1960’ların İstanbul’unda yaptıklarını bugünün metropol şehrinde yapmak belki mümkün değildir ama onun heyecanlarına ortak olmak, onun değerlerin ve değerli insanların peşine düşmekteki kararlılığını taşımak bir tarz/yol olabilir.
“Ciğerci Dükkanı Mı Açacağız?”
Dünyada esen sosyalizm rüzgarları 1960’lı yılların Türkiyesi’nde de etkisini hissettirmektedir.
Aslında sosyalizm iddiası altında yeni bir Batıcılık-etnikçilik-heterodoksi bileşimi üretilmiştir. Sadece sosyalizm diyebilenler ise bu hengamede kelaynak gibi kalmışlardır. Medeniyet krizi yaşayan Türkiye bütün zihinlere etki eden pozitivizmin gücüyle “hazır reçetelerin” rağbet gördüğü bir haldedir. Moda olanın, propagandası güçlü olanın, en çok görünenin; kendi düşüncelerini kuracak bir bilinç, tecrübe, birikim ve ufka sahip olmayan bir gençlik kuşağını etkilemesi, bir elbise gibi üzerlerine geçmesidir olup biten. “Tercih” edilerek oluşturulmuş bir “dünya görüşü”nden söz etmek mümkün değildir. Ortada geliştirilmiş bir “Tavır” yoktur, kültürel birikim ve bilinç eksikliğinin farkında olmayanların adaptasyon ve ezbere tekrar söylemleri vardır. 19. ve 20. yüzyılın şartlarında bütün Batı-dışı coğrafyalar gibi ötekileştirilmiş, ancak toz zerresi olarak yaşamasına tahammül edilen Türkiye ortamında dünya görüşü eksikliğinin bilincinde olamayan yeni eğitimli kuşakların bu savruluşunu “tavır” olarak görmek doğru değildir. Maalesef üzerinden 40-45 yıl geçtiği halde 68 kuşağı dediğimiz kitlenin içinde bulunanlardan pek azı o günkü duruş ve söylemlerinin kurucu-üretici-inşa edici bir karakterden yoksun olduğunu söyleyebilmiştir. O günün modası sahte Sosyalizmden bugün Kapitalizm savunuculuğuna geçmiş olanların itirafları ise kaynağı şahsi-faydacılık, omurgasızlık, anti-yerlilik olduğu için bizim için geçersizdir. O günün şartlarında gerçekten Marksizmin, Sosyalizmin kavramlarıyla düşünce üretmek için yola çıkanlara saygı duyabiliriz ama farklı karın ağrılarından ve en çok da etnik-taassuptan hareketle kuvvetli esen rüzgarı bir varoluş imkanı olarak görenlere asla saygı duyamayız.
***
Özündeki körü körüne Batıcılık sayesinde ne kadar köhne ve üretimden uzak olsa da bugün hala Türkiye’nin basın-yayın dünyasına hakim olanlarca anlatılanlardan farklı dinamiklere dayanan 1960’lı yılların atmosferi Türkiye’yi etki altına almak isteyen güçlerin istedikleri kıvama gelince öğrenci hareketleri de başlamıştır. İşin kötüsü kendi medeniyet ve kültür kökleriyle ilişkisini sakatlamış Türkiye’de materyalist bir akımın karşısına çıkabilecek donanıma sahip geniş bir insan potansiyeli de bulunmamaktadır.
Zaptiye Ahmet bu materyalizm-sosyalizm rüzgarları karşısında bir şeyler yapmaya, kendisi gibi genç insanları bir araya getirmeye çalışan bir üniversite öğrencisidir. Bu dönemde MTTB olarak bir yürüyüş düzenlemeye karar verirler.
Bez ve boya lazımdır, fakat imkanlar çok kısıtlıdır. Zaptiye Ahmet’in aklına tanıdığı bir manifaturacı gelir. Zaptiye Ahmet ve Mehmed Niyazi beraberce Mahmutpaşa yokuşundaki manifaturacı dükkanına giderler. Mehmed Niyazi o sırada MTTB Genel Kurul Başkanı’dır. Zaptiye Ahmet dükkan sahibine kendisini tanıtıp hal hatır sorduktan sonra ziyaret sebeplerini açıklar. Zaptiye Ahmet, üniversitede yıkıcı, anarşik faaliyetlerin gittikçe azdığını, bunlardan rahatsız olan geniş bir kesimin ise bir araya gelemediğini ifade eder. Fakat kendilerinin bu dağınıklığa bir son verip milli-manevi değerlere bağlı gençlerden ortak bir ses çıkmasına çabaladıklarını söyler ve sadede gelir; “Bütün bu hazırlıklarımız tamam, yalnızca bize üzerine fikirlerimizi destekleyen sloganlar yazmamız için biraz kaput bezi lazım. Acaba himmet buyurup birkaç metre bez verebilir misiniz?” Fakat bu sözlerden sonra manifaturacı Zaptiye Ahmet’i şaşkına çeviren şu sözleri söyler; “Efendim, ben bu yıl zekâtımı verdim, fakat bu yaptığınız hayırlı bir iştir; kalbim sizinle beraberdir. Sinirlenen Zaptiye Ahmet “Ne demek kalbim sizinle beraber? Kalbinizi ne yapacağız, ciğerci dükkânı mı açacağız? Bize bez lazım; veriyor musunuz, vermiyor musunuz, onu söyleyiniz! Diyerek dükkândan çıkar.
Kosigin’e Yuh!
Zaptiye Ahmet’in Kosigin’e yuh çekme hadisesi vardır ki, onun şahsiyetini, sorumluluk bilincini ortaya seren bir olaydır. Bu olay şöyle gelişmiştir: Rus Başbakanı Kosigin 1966 yılı Aralık ayının son haftasında Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirir. Fakat bu yıllar özellikle bu zamanlar Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan soydaşlarımıza yapılan zulmün ayyuka çıktığı bir zamandır. Haksızlıklara dayanamamasıyla bilinen Zaptiye Ahmet Kosigin’in mutlaka protesto edilmesi gerektiğini düşünür. Kosigin, 25 Aralık 1966 günü Ayasofya ve Sultanahmet Camilerini gezecektir. Zaptiye Ahmet de meydandaki yerini almıştır. Kosigin Ayasofya’ya doğru yürürken birden Zaptiye Ahmet’in gür sesi meydanda yankılanmaya başlar. Bu “Yuh” sesi öyle gür çıkmıştır ki, Kosigin’in de dikkatini çeker ve kısa süren bir şaşkınlık yaşatır. Bu arada Zaptiye Ahmet gözaltına alınmıştır. 26 Aralık 1966 günü yayınlanan gazetelerin birinci sayfalarında “Kosigin’i protesto eden genç gözaltına alındı” haberleri gözlere çarpar. Gözaltına alındıktan sonra Zaptiye Ahmet’in başına gelenleri gazeteci yazar Ahmet Güner Elgin’e ait “Marmara Kitabeleri” isimli kitaptan okuyalım: “Marmara Cemaatinin hukukçuları seferber olduktan kısa bir süre sonra Ahmet Yücel serbest bırakıldı. Davasının daha sonra devamı kararıyla hürriyetine kavuşan Ahmet hemen o akşam Marmara’ya geldi ve tüm cemaatin alkışlıyla karşılandı. Hafif tebessüm ederek vakur bir şekilde alkışlara mukabele eden Ahmet, Ziya (Nur) Bey’in “yer açın” talimatı ile baş köşeye oturtuldu. Hemen şef garson Hulusi Bey çağırıldı ve Ahmet’e demli bir çay yapılması istendi… Herkes kulak kesilmişti, Ahmet Yücel çok önemsiz bir şeyden söz ediyormuş gibi, sakin ve yumuşak bir tonla olayı anlattı. Ahmet, bir komünistin ecdat yadigarı camileri, meydanları ve kutsal yerleri kanlı ayakları ile çiğnemesine göz yummanın vebalini taşımak istemediğini, koca ülkede kimsenin bu ziyarete en ufak bir tepki göstermemesine de ayrıca sinirlendiğini ve hiç olmazsa bir kişinin itiraz ederek, Kosigin’in Türkiye’de protesto edilmesini kayda geçirmek için bu olayı yaptığını anlattı… Marmaratörler Kosigin’e tek itirazın kendi arkadaşlarından gelmesinin gururuyla gece boyunca iltifatlar ettiler.”
Yörük Kocasına Ne Diyeceğiz?
Zaptiye Ahmet ve arkadaşları 1965’lerden itibaren Söğüt’te her yıl Eylül’ün ilk haftasında buluşmayı gelenek haline getirirler. Zaptiye Ahmet’in yakın dostu yazar Nevzat Kösoğlu onun vefatı sırasında Kars’ta askerlik görevini yapmaktadır. “Erken giden mektup” başlıklı yazısı ve Peyami Turan müstear ismiyle o yılların birkaç yapraklık Söğüt dergisinde Zaptiye Ahmet’e şöyle seslenir; “Hey, Zaptiye! Oradakilere selam et, bu gün doğmaya mecburdur; hane mamur olmak içindir. Bu yaz gene Söğüt’e gideceğiz. O Yörük kocasının çadırına gireceğiz; hani diyecek, nerede kaldı? Böyle çetin bir soruyla bırakıp erken gitti, diyeceğim. Bu yaz bir kere daha en yüce heyecanlar çepeçevre dolanacak türbeyi ve sensiz Fatihalar okuyacağız ve hey koca Zaptiye! Sana da Fatihalar okuyacağız.”
“Komposto Değil Hoşaf İstedim”
Zaptiye Ahmet Müslüman-Türk dünya görüşünü hayatının her alanına yansıtmaya çalışmış bir insandır. O, bu haliyle tam bir “şuur adamıdır”. Birçok farklı konuda yüksek hassasiyet gösterdiği bilinir. Dilimiz için, kültürümüzün temel ölçüleri ve en ince ayrıntıları için verdiği mücadelede çarpıcı örnekler ortaya koyar ve 40 yıldır dostlarının hafızasından silinmez. Bunlardan birisi şöyle gelişir: Zaptiye Ahmet bir lokantaya gider. Yemeği yedikten sonra Zaptiye Ahmet, garsona seslenir “Bana bir hoşaf getir”. Garson, Zaptiye Ahmet’i dinledikten sonra mutfak bölümüne seslenir: “Ver bir komposto”. Zaptiye Ahmet sinirlenir, garsonu yanına çağırır ve sorar: “Sana ne söyledim?” Garson Zaptiye Ahmet’in neye dikkat çekmek istediğini bir türlü anlayamaz ve “komposto istedin” cevabını verir. Zaptiye Ahmet daha da hiddetlenerek: “Ben komposto istemedim, hoşaf istedim! Şimdi hoşaf ver diye bağır bakalım” der. Garson inat eder, fakat karşısındaki herhangi birisi değil dünya görüşünü iliklerine kadar yaşamak isteyen Zaptiye Ahmet’tir. Çaresiz “hoşaf ver” diye bağırır. Ayrıntılara dikkat eden insanlar maalesef bugün olduğu gibi o günlerde de garip karşılanabiliyor. Onların bu hassasiyetlere niçin sahip oldukları üzerinde pek düşünülmüyordu. Halbuki aidiyetlerini netleştirmiş ve kökleştirmiş insanların kendine haslıkları anlaşılırsa bundan üslubumuza ve tavırlarımıza büyük faydalar temin edebiliriz.
Mide Kanamasıyla Gelen Ölüm!…
Çok hareketli bir hayat yaşayan Zaptiye Ahmet, ilk mide kanamasını 1966 yılında geçirir. Henüz 24 yaşındadır. Tedavisini yaptırır. Fakat iyileşir iyileşmez eski temposuna geri döner. Onun bu hareketli hayatını gören Marmara Kıraathanesi müdavimlerinden İzzettin Şadan “Oğlum sen bu derbederlikle fazla yaşamazsın, dikkatli ol” diye uyarır. Fakat Zaptiye Ahmet’in alıştığı hayat tarzı bellidir. Çocukluk yıllarından getirdiği okuma sevdası İstanbul yıllarında sohbet iştiyakıyla birleşince, gecesi gündüzü Türk-İslam tarihi ve medeniyetiyle dolu bir insan olarak hayata devam eder. Üç yıl sonra ikinci mide kanamasını geçirir. Capa Tıp Fakültesi Hastanesine yatırılır. Daha sonra buradan Vakıf Gureba Hastanesine götürülür. Marmaratörler ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış pek çok arkadaşı hastaneye akın ederler. Arkadaşları 60 şişe kan verirler fakat mide kanaması bir türlü durmadığı için bu çabalar fayda vermemektedir. Koma halindedir, zaman zaman kendine geldiğinde başında bulunanlar onun ağzından şu sözleri duyarlar: “Şeyhülislam geldi, daha ne duruyorsunuz, kaldırın şu cenazeyi!…” Zaptiye Ahmet 16 Temmuz 1969 Çarşamba günü ruhunu teslim eder. Beyazıt Camii’nde kılınan cenaze namazına temas ettiği kültür mahfillerinden çok sayıda insan katılır. Cenaze namazını Zaptiye Ahmet’in çok sevdiği Abdurrahman Gürses Hoca kıldırır. Ahmet Yücel’in naaşı Mahmut Celalettin Ökten hocanın yanına defnedilir. Geride onun hatırasını 40 yıl boyunca yaşatacak dostlar bırakarak…

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 119360

ulkucudunya@ulkucudunya.com