İki Fetih, İki Fatih (Mehmed), İki Şems
Fatih ÇINAR 01 Ocak 1970
İnsanlık tarihi boyunca nice savaşlar, nice mücadeleler ve nice fetihler yaşanmıştır. İslâm tarihinde ise özellikle Mekke’nin fethi çok önemli bir yer işgal ederken bu fetih hareketini Osmanlı tarihi için mevzu bahis ettiğimizde hemen aklımıza İstanbul’un fethi ve bu fethin baş mimarı II. Mehmed (Fatih) gelmektedir. Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifine binaen müslümanlar tarihin akışı içerisinde defalarca İstanbul’u kuşatmış, orayı fethedebilmek ve Efendimizin(sav) övgüsüne mazhar olabilmek için çaba ve gayret sarf etmişlerdir. İstanbul surlarının dibinde yatan birçok sahabe-i kiramın varlığı bunun en önemli delilidir.
Gerçekten de İstanbul’un fethi gerek insanlık ve gerekse de İslâm tarihi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Öyle ki insanlık tarihi açısından bu fetih bir çağın açılıp bir çağın kapanmasına sebep olmuş, İslâm dünyası ve Osmanlı tarihi açısından bir dönüm noktası konumunda büyük öneme sahip bir hadise olmuştur.
Böylesine önemli tarihi bir zaferin baş kahramanı olan II. Mehmed Han, maddî ve manevî birikimi ve kişiliği ile fethin alt yapısını hazırlamış, neticede böyle bir fethe müyesser olmuştur. Tabii ki II. Mehmed Hân’ı ‘Fatih’ yapan anlayışın temelinde onu yetiştiren bu sağlam inanç ve anlayışı kalbine nakşeden hocalarının çok büyük payları vardır. Fatih denilince akla hemen onun en yakın üstadı Akşemseddin gelir. Daha II. Mehmed Han kundakta iken Hacı Bayram Velî tarafından müjdelenen fethin kahramanı olabilmesi için gerekli donanıma Akşemseddin sayesinden ulaşabilmiştir. II. Mehmed Akşemseddin’in bilimsel ve manevî yönünü son derece iyi bir şekilde anlamış, ondan en yüksek seviyede istifade etmiş, ona olan saygı, hürmet ve minnetini ifade için İstanbul’un fethinden sonra hocası Akşemseddin’den önce şehre girmemiştir.
Şunu hatırlatmalıyız ki, Osmanlı tarihi sadece İstanbul’un fethinden ibaret değildir. İnişli-çıkışlı bir serüvende sürekli savaşlar, mağlubiyetler veya zaferler yaşanması olağandır. Bu mücadelelerden bazıları vardır ki Osmanlı tarihinin yükseliş trendini en yüksek seviyeye çıkarmıştır, İstanbul’un fethi bunun en güzel örneğidir, bazıları da vardır ki çökme eğiliminde olan imparatorluğun bu düşüşüne dur diyebilecek hatta onun tekrar eski günlerindeki güç ve kudretine kavuşmasına sebep olabilecek bir öneme sahiptir. İşte imparatorluğun güç ve kudretini kaybetmeye başladığı, muhteşem günlerine dönmek için gösterilen çaba ve gayretin ifadesi nitelinde olan dönüm noktalarından bir tanesi de ‘Eğri Kalesi’nin fethidir. “Eğri kalesinin fatihi” olarak bilinen kişi III. Mehmed Han’dır. III. Mehmed Han imparatorluk içerisinde huzursuzlukların baş gösterdiği, sarayda menfaat çetelerinin kendilerini hissettirmeye başladığı, iç isyanların çıktığı karışık bir dönemde iş başına geçmiş bir padişahtır. Çok genç yaşta padişah olmuştur. Onun devlet idaresinde zayıf, safdil, tesir altında kalan bir yapıya sahip olduğunu tarih bize bildirmektedir. Bunun yanı sıra gayet sağlam, peygamberine son derece bağlı, ince ruhlu, vakarlı ve sakin bir padişah olduğu da zikredilmiştir. III. Mehmed Avusturya üzerine bir sefer düzenlemeye karar vermiş ve bu sefere bizzat kendisi de katılmıştır. Zikredilen sefere Sivas’ta yaşayan manevî mertebelere sahip olduğuna inanılan Şemsi Sivâsî’nin de katılmasını da istemiştir. Rivayet edilir ki, Şemsi Sivâsî, bu sefere katılmaya karar verdiği ve sefer için hazırlıklara başladığı zaman daha böyle bir sefere dair padişahtan bir haber olmadığı kendisine hatırlatıldığı zaman: “Bize işaret ve tembih olundu ki, sefer hazırlıklarına başla! Zafer ve fetih senin için takdir edilmiştir. Ben de:Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Mevlâ’nın dergahına yüzüm dönderdim, dönmem, dedim. Bundan şunu anlıyoruz ki, yakın bir zamanda Allah-ü Teâlâ padişaha bir sefere çıkmasını emredecek ve yüce dinimiz İslâm’ın zafere ermesiyle müminlerin kalbi sevinçle dolacaktır, şeklinde cevap vermiştir.
Bu sefer için Şemsi Sivâsî, kendi parasıyla altı deve ve katır satın alır. Kendisi ve müritleri için atlar hazırlatır. Sivas’ta metfun Abdulvahabi Gazi’nin sancağını yanlarına alıp Ayasofya yakınındaki Kapı Ağası zaviyesinde şeyh olan ve Sultan IV. Murad’ın rüyalarını tabir eden Koca Şeyh’e verir. Bütün sefer hazırlıklarını tamamlayıp yola çıkacakları sırada şehir halkı büyük bir heyecanla kendilerini uğurlamaya gelirler. Yapılan dua esnasında bir kapıcıbaşı, şeyhi padişahın sefere davet ettiği haberi ile gelir. Şemseddin Efendi: “İşittik ve itaat ettik! İki yıldır biz hazırlıklıydık. Hemen Bismillâh gidelim” diyerek dua ederler.
İstanbul’a vardıklarında kendilerini karşılamak üzere Aziz Mahmûd Hüdâyî padişah tarafından görevlendirilmiştir. Uzun istişare ve sohbetlerden donra Şemsi Sivâsî, Mahmûd Efendiye: Evladım! Siz yegânesiniz, bundan sonra inşallah fazlalaşırsınız, buyurarak taltif etmişlerdir. Daha sonra Aziz Mahmûd Hüdâyî ile beraber padişahın huzuruna çıkmışlar, padişah III. Mehmed Hân daha fazla sabredemeyip hazrete şunları söylemiştir: Azizim! Tarafımızdan cenabınıza gönderilen elçi, zatınızı hazır ve amade bulmuş. Bundan anlaşılan odur ki, bu sefere katılmanızla müslümanların zaferine bir işaret olacağıdır. Bu demektir ki siz, bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağına-Allâh’ın izniyle- vakıfsınız. Bizi hayırlı netice ile müjdeler misiniz?der. Padişahın bu sualine Şemsi Sivâsî şöyle karşılık verir: “Padişahım! Hadis-i Şerif’te: “Amellerin en üstünü müslümanları sevindirmektir” buyuruluyor, şuna inanın ki biraz sıkıntıyla fetih müyesser olacaktır. Siz gönlünüzü hoş tutunuz”
Ordu ile beraber hareket edilir ve Eğri kalesine ulaşılır. Burada kale hiçbir direnme ile karşılaşılmadan ele geçirilir. Bunun sebebi çok geçmeden anlaşılır, düşman ordusu biraz ileride pusu kurmuştur. İslâm ordusu kaleyi ele geçirmenin rahatlığına erişince düşman ordusu saldırıya geçer ve İslâm ordusu dağılmaya başlar. Öyle bir tablo ortaya çıkar ki, padişah ve etrafındakilerden başka hemen hemen herkes bir tarafa kaçışmaya başlamıştır. Bunun üzerine padişah Şemseddin Sivasi’ye: Ey İslâm büyüğü! Müşahedenizin tersimi zuhur etmektedir yoksa?diyerek sorar. Şemseddin Efendi de: Padişahım! Müşahedemiz yerindedir. Kafirin hezimete uğramasına yarım saat kalmıştır. Ve şu anda bir tasarruf sahibi tasarrufta bulunmak üzere Allah’ın izni ile ortaya çıkmak üzeredir, fethin başlangıcı yakındır. Siz gönlünüzü hoş tutunuz, cevabını verir. Gerçektende biraz sonra Şeyh Efendi’nin dediği gibi birisi ortaya çıkar. Ey müminler! Nerede İslâm gayreti? Nerede Hz. Peygamber gayreti? Nerede cömertlerin cömerdi sultan gayreti? diye bağırır. Bu ikazlar üzerine birkaç bin asker toplanır. Toplanan askerleri gören diğer askerlerde savaşa dönünce çok kısa bir süre içerisinde fetih müyesser olur. Savaştan sonra Sivâsî’ye bu zatın kim olduğu sorulduğunda Hızır (a.s) olduğunu haber vermiştir.
Bu mücadeleden fetih ile dönen padişah ve ordu, devletin bekâsı için büyük bir adım atmanın mutluluğunu yaşarken bir yandan da kendilerini bu mutluluğa ulaştıran maddî ve manevî sebeple ri düşünmeye başlamışlardır. Böylesine önemli bir fethin tabiri caizse başrolünde oynayan Şemsi Sivâsî de İstanbul’un Akşemseddin ile fethinin önemine atıfta bulunarak padişahın huzuruna çıkar ve tarihe mâl olan şu sözleri söyler: Padişahım! Dedeniz II. Mehmed Han İstanbul’u fethetmeyi duacıları Akşemseddin’in bereketiyle başardılar. Fetih kazanılınca: Padişahım! Bu fethin şükranesi olarak nice camiler, mescitler, medreseler, hanlar, hamamlar,…yaptırmak gereklidir, demişti. Gerçektende dedenizin ne kadar hayır ve hasenat yaptığı sizin de malumunuzdur. Aynı şekilde sizin de isminiz Sultan Mehmed ve duacınız hakirin ismi de Şems’tir. Bu fetih öyle bir fetihtir ki İstanbul’un fethi kadar önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu yüce fethin şükrânesi olarak fakirlerin, düşkünlerin üzerinden maddî ve manevî zorlukları kaldırıp İslâm askerlerini dinin ilkelerine uygun yaşayan insanlardan seçmeniz olacaktır. Şeyh Efendi’nin bu sözlerini padişah: Bin can ile kabul ettim ve nasihatinize fazlasıyla uyulacaktır, cevabını verir.
Evet neticede maddî hayatın şartlarını gözeten ama manevî unsurları ihmâl etmeksizin kazanılan iki büyük fetih. Ve bu iki hadisenin kahramanları: İki Fatih (II. Mehmed ve III. Mehmed), İki Şems(Akşemseddin- Şemsi Sivâsî).
Dipnot
1- Hayatı hakkın geniş bilgi için bkz. Ethem Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, TDVY, Ankara 1998.
2- İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi”, c.III, s.115.
3- Muhammed Nazmi, Hediyyetü’l-İhvan, vr.70b.
4- Nazmî, Hediyye, vr.70b-71a; Uzunçarşılı, “Osmanlı Tarihi”, c.III, s.357.
5- Hayatı hakkında bkz. İbrahim Yasak, Sivas Yatırları ve Abdulvehhab Gazi Hazretleri, Seyran Yayınları, Sivas 2004.
6- Nazmî, Hediyye, vr.71b-72a
7- Hayatı hakkında bkz. Hasan Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmûd Hüdâyî, Hayatı, Eserleri ve Tarikatı, Erkam Yayınları, İstanbul 1999.
8- Nazmî, Hediyye, vr.72a.
9- Nazmî, Hediyye, vr.72a.
10- Nazmi, Hediyye, vr.74a-b; Şeyh Recep Efendi, Necmü’l-Hüdâ fî Menâkıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebi’s-Senâ, Hidâyet Yıldızı Şemseddin Sivâsî’nin Menkıbeleri, Tercüme: Hüseyin Şemsi Güneren, Yayına Hazırlayan:M. Fatih Güneren, İstanbul 2000, s.78-82.
11- Nazmî, Hediyye, vr.75b. Bu tarihi hadisenin detayları için bkz., Osman Türer, Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişah-Tarikat Şeyhi Münasebetine Dair Tarihi Bir Örnek, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı:28(Şubat 1984), s.181-194.