Ne yaptı bu millet ki bedel ödemesi bitmiyor!
Mehmet Ali BULUT 01 Ocak 1970
Eskiden daha rahat yazardım hayata dair şeyleri. Kaybettiğimde yanardım içten içe…
Ve sevinirdim doyasıya balkonda Vita kutusuna dikilmiş mevsim çiçeklerim açınca…
Her Hıdrellez'de dileklerim olurdu.
Gül dibine dileklerimi dökmezdim ama o gece daha bir candan yakarırdım şu olsun bu olsun diye…
O zaman Ecevit vardı tek kanallı televizyonda bir de Demirel.
Aynı şeyleri söylerlerdi. Ama biz, her akşam yurtlarımıza vardığımızda ve ölmeden yataklarımıza uzandığımızda şükrederdik!
Acılarımız sahiciydi. Bir yiğit toprağa düşünce hepimiz ardından yürürdük…
Sloganlarımız vardı, türkülerimiz vardı ve daha da mühimi, bir gün gelecek memleket düzelecekti. Tam da hayal ettiğimiz gibi!
Hiç bulamazsak biz uydururduk, “akıncılar akında zafer yakında!”
Bedenimiz Turan'dı, imanımız Hira kadar büyüktü. Ve Denizler birer umuttu…
Ve hep aynı yaşta kalacak sanırdık sevgimiz, sevgilimiz.
40 yaşı çok uzaktı.
O gün geldiğinde, zaten memleket de kurtulmuş olacaktı.
Memleket ne ki? Dünyayı kurtarmaya yeter azmimiz vardı.
Hepimiz el dokumasıydık. Aramızdan çürük çıkmazdı.
Her kış Komünizm gelebilirdi ama gelmezdi.
Çünkü enflasyon canavarından korkardı…
Paralarımız da çoktu. Cebimize sığmazdı. Bir kilo zeytinyağı almak için, bir düzine banknot sayardık. Çok paramız vardı ama memleket fakirdi… Öyle diyorlardı.
Biz hep aynı yaşardık. Maltepe içerdik, simit yerdik ve Koska'da Arif Amca'nın çayını içerdik.
Her fırsatta “go home” derdik buradaki Amerikalılara ama inadına her yıl daha bir kalıcı gelirlerdi.
Asker bizim askerdi önceleri. Sonra Coni Amca'nın çocukları olmayı yeğlediler. Kışla, orduevi, gazino bize yasaktı.
Ama olsun! Bir gün tam da lazım olan şekliyle adam gibi adamlar, imanı granitten müminler, alemin derdini derdi bilen Müslümanlar olacaktı bu memlekette. Hele şu zilletten bir kurtulsunlardı… Memleket dedemin anlattığı tadında olacaktı…
Birileri umutlarımızı söndürmeye çalışırdı ama ocaklarımız gümrahtı. Tutuştururduk eski küllerinden umutları yeniden…
Ama bir gün, sabah erken kalktım, kapımda asker vardı. Fırına bile gitmek yasaktı.
Sevinmiştik ama o gün birçok şeyin değiştiğini geç anlayacaktık. O günkü takvim yaprakları, duvarda asılı kalacaktı yıllarca.
Ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Önce, aynı tasalarla tasalanmak son buldu. Sonra aynı sevinçle sevinmek…
Benim ağladığıma ötekisi güler olmuştu.
Eskiden de ölesiye kavga ederdik amma ‘zînet günü'nde bir araya gelince eski husumetleri unuturduk.
Ama o tarihten sonra aramızda geçenleri hiç unutmadık.
Tonton bir amca getirmişlerdi uzaklardan. Memleket artık ona emanetti. Hiç eskilere benzemiyordu. Çok şeyleri değiştirdi hayatımızda. En kötüsü de gözümüzü açtı.
O güne kadar kendi kendimize yaptığımız kavgaların ve övünmelerin irapta hiç mahalli olmadığını gördük.
Amerika hakiki dostumuz olmuştu(?) amma bin yıllık dostumuz Kürtler bizden küsmüştü.
Önce üç beş çapulcu idiler.
Ülke büyüktü. Çapulcuya pabuç bırakılmazdı.
Sonra baktık ki, çapulcu, şehirler basmış, gündüz ortasında ev, gece yarısı sömlekteki çocukları diri diri ateşe verip yakmış.
Bizler de 40'ına varmıştık. Yaşımız geçip gitmişti amma ne umutlarımız gerçekleşmiş, ne memleket kurtulmuştu. Bir kısmımız zindanlarda yitirmişti umutlarını bir kısmımız gün ortasında karanlığa gömülmüştü.
Yılmaz Güney Yoktu ama Ahmet Kaya vardı. Türküleri Yılmaz'ın filmleri gibiydi. Eski solcular köşe dönmüş liberal olmuşlardı. Her biri kapitalizmin bir tahtına oturmuş ahkâm kesiyorlardı. Eski dönemin kabahatlisi ülkücülerdi…
Sonra bir kere daha Coni Amca'nın çocukları meydan aldı. Bu kere yanlarında ‘Tamara'nın çocukları da vardı. Ve hedefleri, Müslümandı!
Türk milletini bütün bütün sukut ettirmek, can damarını kesmek, bin yıllık tarihini karalamaktı! Ve bin yıl iktidar kalacaktı!
Milletin önce dini, sonra elindeki sermayesi kınandı. Ve ardından sermayesi yeşile boyandı. Elimizdekini almasınlar diye Genelkurmay önünde kuyruk yarışlarına girdik. Gözlerine girelim diye birbirimizi gammazladık. Kimimiz iflas ettik, kimimiz kaçtık…
Ve sonra o günler geldi. Edenin bulduğu o günler
Yaşanan her şey, evet eski yürek yangınlarımızı söndürüyor hem bir yerlerde de yeni yangınlar başlatıyor.
Artık bizim mevsimimiz geldi diyordum. Ve neşideler mevsimi gelir diye bekliyorum.
“Ben acele ettim kışta geldim, siz baharda geleceksiniz” demişti. Başı göğe ermiş, görklü Müslümanlar gelecekti… Kimse ummasa da İslam ilk başlardakine benzer bir gariplikle yeniden avdet edecekti.
……
Bu ne bitmez kışmış ki bahar kapıdan yüzünü her gösterdiğinde doğudan bir kara yel esiyor…
Ne zaman bahar, bahar olacak bilmiyorum.
Biz yeni buluşmalar beklerken, eski dostluklar bile düşmanlığa inkılap ediyor. Yüreğinden arşa çakılı mümin mal ve şehvet rüzgarında savruluyor. Bir o yana bir bu yana…
Ama ben hâlâ bir bahar bekliyorum.
Ne çetin imtihandır bu böyle?
Ne yaptı bu millet ki bedel ödemesi bitmiyor, bitmiyor, bitmiyor!