Avrupalılar, İstanbul'un Fethi'ni hiç unutmadılar
Erhan AFYONCU 01 Ocak 1970
Fatih Sultan Mehmed'in Doğu Roma'nın başkentini, yani İstanbul'u fethi Hristiyan dünyasında büyük bir travmaya sebep oldu.
Avrupalılar İstanbul'un elimize geçmesini Romalılar'ın Kudüs'ü yakıp yıkması, Hazreti İsa'nın çarmıha gerilmesi ve dünyanın sonu gibi insanlık tarihindeki büyük felaketlerden birisi olarak algıladılar
İkinci Mehmed babasının tahttan çekilmesiyle 1444 ile 1446 yılları arasında hükümdarlık yapmıştı. Yeniçeri ayaklanması üzerine 1446'da tahtı tekrar babasına bırakmak zorunda kalan Sultan Mehmed, babasının 1451'de ölümü üzerine ikinci kez tahta çıktı. Babası İkinci Murad'ın 1444'te Varna'da, 1448'de de Kosova'da kazandığı savaşlar Balkanlar'dan Osmanlı'ya gelebilecek tehlikenin önüne önemli ölçüde set çekmişti. Sultan, ilk hükümdarlığı döneminde İstanbul'un fethini kafasına koymuştu. Tahta çıkar çıkmaz, hemen hazırlıklara başladı. Balkanlar'daki Hristiyan prenslikler ve karaman beyliği ile barış antlaşmaları imzaladı.
KUŞATMA BAŞLIYOR
Uzun bir hazırlık döneminden sonra 6 Nisan 1453'te Osmanlı ordusu İstanbul surlarının önündeydi. 6 Nisan gecesinden başlanarak surlar top ateşi ile dövülmeye başlandı. Surlarda yıkılan yerler, müdafiler tarafından hemen dolduruluyordu. 7 ve 12 Mayıs tarihlerinde iki büyük saldırı gerçekleştirildiyse de, bir netice alınamadı. Bunun üzerine Osmanlı toplarının çoğu Topkapı-Edirnekapı arasına kaydırıldı ve bu bölgeye yüklenilmeye başlanıldı. Kuşatmanın uzaması, Avrupa'dan gelebilecek yardım yüzünden Osmanlı ordusunu zor duruma sokmuştu. Bu sırada Venedik donanması Ege'ye gelmişti. 25 Mayıs'ta Bizans'a son kez teslim ol çağrısı yapıldı. Bizanslılar'dan şehri teslim etmek isteyenler oldu. Ancak İtalyanlar buna şiddetle karşı çıktılar.
Bu sırada Macarlar'ın, yardıma geldiği haberleri Osmanlı ordusunun moralini bozmuştu. Tehlike büyüktü. Veziriazam Çandarlı Halil Paşa, baştan beri savunduğu kuşatmayı kaldırma fikrinde ısrar etti. Ancak Zağanos Paşa, Şehabeddin Paşa, Turahan Bey ve sultanın hocası Akşemseddin saldırıya devam edilmesi gerektiğini söylediler. Büyük bir saldırıya geçilmesi için karar alındı. Kuşatma sırasında Osmanlı ordusu zaman zaman çok zor durumlara düşmüştü. Çandarlı Halil Paşa, devamlı olarak kuşatmayı kaldırıp, Bizans'ı vergiye bağlama fikrini ileri sürüyordu. Ancak genç padişah o zamana kadar hiçbir İslâm hükümdarının alamadığı bu şehri almaya kararlıydı ve sonuna kadar ısrar etti. 28 Mayıs 1453'te bütün orduya İstanbul'a yapılacak son saldırı için hazırlanmaları emri verildi. On binlerce asker Bizans'a son darbeyi vurmak üzere harekete geçti. Surların önündeki hendekler dolduruluyor, toplar ateşe hazırlanıyor, kılıçlar temizleniyordu. O sırada hava değişmiş ve yağmur başlamıştı. Ancak yağan yağmur Bizans'ın sonunun habercisiydi.
SON HÜCUM
Türk askerleri yağmura aldırış etmeden hazırlıklarına devam ettiler. Surların üzerinde endişe dolu gözlerle onları izleyen Bizanslılar'ın yapacak bir şeyleri yoktu. 29 Mayıs sabahı gün ağarmadan genç padişahın emriyle "Allah Allah" nidalarıyla son hücum başladı. Hiç durmadan çalan Mehter askeri coşturuyordu. Bizanslılar bu seslere karşılık vermek için şehirdeki bütün kiliselerin çanlarını çalmaya başladılar. Bir tarafta Mehter, diğer tarafta çanlar çalıyordu.
İstanbul halkı meleklerin ve azizlerin koruyuculuğuna kendilerini teslim etmişlerdi. Ayasofya'ya doluşan halk eski bir kehanetin gerçekleşmesini bekliyordu. Düşman buraya geldiğinde karşısında melekleri bulacak, onlar da kılıçlarını çekerek kâfirleri cehenneme göndereceklerdi. Osmanlı askerleri şehre dur durak bilmeden saldırıyorlardı. Fatih ilk olarak azapları ve ordusundaki Hristiyanlar'ı surlara saldırttı. İşin en garibi Avrupalı Hristiyanlar'dan Bizans'a birkaç yüz kişilik yardım gelmişken, Osmanlı ordusunda Alman'dan Macar'a, Hırvat'tan Sırp'a kadar binlerce Hristiyan vardı.
Hatta ganimet almak umuduyla şehre saldıran bu Hristiyanlar'ın içerisinde Rum kökenli olanlar bile bulunuyordu. Osmanlı ordusunun en seçkin birlikleri surlara saldıran askerlerin arkasında düşmanın yorulmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Saatler süren çatışmaların ardından İkinci Mehmed son darbeyi vurmak üzere yeniçerileri savaşa soktu. Binlerce askerini arka arkaya şehit veren Osmanlı ordusu karşısında Bizans'ın dayanma direnci kalmamıştı. Şehre her taraftan saldırılıyordu. Ancak asıl savaş Topkapı-Edirnekapı arasındaki surlarda oluyordu. Fatih, şehrin en zayıf kısmı olduğunu anladığı Topkapı-Edirnekapı arasındaki surları günlerce süren top ateşiyle tahrip ettirmişti. Bu yüzden asıl hücum bu bölgeden yapılmaktaydı. Bir gülle parçası şehrin en büyük savunucularından olan Cenevizli Giustiniani'yi yaraladı.
Adamlarının komutanlarını alarak Haliç'teki gemilerine gitmeleri, Bizanslılar'ın son direncini de kırdı. Bu sırada Topkapı civarındaki surlara çıkan Türk askerlerini gören Bizanslılar haykırarak şehrin iç kısımlarına doğru kaçmaya başladılar. Topkapı surlarında ardı ardına Türk bayrakları dalgalanmaya başladı. İstanbul bir anda "Şehir düştü, şehir düştü" sesleriyle çalkalanmaya başladı. Surlarda dalgalanan Bizans kartalı ve Aziz Markos'un aslanı bulunan bayrakların yerini Türk sancakları almıştı. Şehrin savunması çökmüştü. Binlerce Türk askeri içeriye girmeye başladı. Bizanslılar evlerine, ailelerinin yanına giderken, bir kısım ahali ile yabancılar Haliç'teki gemilere kaçıyorlardı. Öğlen olduğunda şehir tamamen fethedilmişti.
AVRUPA HİÇ UNUTMADI
İstanbul'dan kaçanların Ege'deki adalara varmasından sonra, İstanbul'un düştüğü haberi her tarafa yayıldı. Mektuplar yazılarak hızlı gemilerle Venedik senatosuna ve papaya gönderildi. 29 Haziran akşamı haber İtalya'ya ulaşmıştı. Mektup senatoda okunduğunda salonu derin bir sessizlik kapladı. Senato üyeleri korku ve şaşkınlık ile birbirlerine baktılar. Ağıtlar, çığlıklar birbirini takip etti. Kimisi saçını başını yolarken, kimisi de göğsünü yumrukluyordu.
Hristiyan dünyası bugün bile atlatamadığı bir şoka girmişti. Kimse bu duruma inanamıyordu. Kimisi Bizans'ın yardımına gidilmediği için Avrupa'daki Hristiyan devletleri suçlarken, kimisi de Bizanslılar'ın işledikleri günahların sonucunda bunların olduğunu ifade ediyordu. Haber yayıldıkça her yerde yeni bir haçlı seferi düzenleme fikri hakim oldu. Haber papaya ulaştığında, Papa Beşinci Nikolas, "Hristiyanlığın utancıdır bu!" diye bağırmıştı. En başta papa olmak üzere birkaç yıl heyecanla birlik sağlamaya çalışıldıysa da, namuslarını kurtaracak bir sonuca varamadılar. İtalya'dan Sırbistan'a herkes sıranın kendilerine geldiğine inanıyor ve korkuyordu. Vaizler şehir şehir dolaşarak halka durumu duyurdular. İnsanların günahları yüzünden Doğu Roma'nın başkentinin Türkler'in eline geçtiği, eğer insanlar dine dönmezlerse Fatih'in Roma'ya kadar geleceğini anlattılar.
İstanbul'un Türkler'in eline geçmesi Hristiyan dünyasında birçok ağıt yakılmasına sebep oldu. Bir Venedik şiirinde Hristiyanlığa şöyle sesleniliyordu: "Ağıtlar yaksın, korkunç düşüşüme gökyüzü ve bütün Hristiyanlar! Bu ne biçim kader. Hristiyanlar'ı körleştiren günahım ne benim. Felaketin bana yaklaştığını görmedi mi onlar". Bir diğer anonim çağrıda da Hristiyanlar bir araya gelmeye çağrılıyordu: "Her şeye kadir Tanrım lütfunla Hristiyanlığa güç ver. Barış ve birlik sağla. Ne Yunanistan'da ne Asya'da ve ne Avrupa'da tek bir Türk kalmayana kadar kovalamamız için bize büyük bir ordu kurmayı nasip et".
Hristiyanlar, İstanbul'un Türkler'in eline geçmesini Romalılar'ın Kudüs'ü yakıp yıkması, Hazreti İsa'nın çarmıha gerilmesi ve dünyanın sonu gibi insanlık tarihindeki büyük felaketlerden birisi olarak algıladılar ve hiç unutmadılar.
FATİH SULTAN MEHMET AYASOFYA’DA
Şehir tam olarak Osmanlılar'ın eline geçince artık Fatih unvanını kazanmış olan İkinci Mehmed şehre yeniçerileri ve vezirleriyle birlikte girdi. Kafile şehrin sokaklarından geçerek, Ayasofya'ya geldi. Burada atından inen genç hükümdar, yerden aldığı bir avuç toprağı kavuğunun üzerine serpti. Bu hareketi ile Allah'a sığındığını belirtiyordu. Ayasofya'ya girdi. Bir müddet sessizce bekledi. Belki de bu zafer için şükrediyordu.
Bu sırada bir askerin kilisenin mermerlerini sökmeye çalıştığını gördü. Askere kızarak bunların ganimet olmadığını söyledi. Bu yapılar padişahındı. Kilisenin içerisinde korku ile bekleşen Bizanslılar'ın emniyet içerisinde evlerine götürülmelerini söyledi. Daha sonra kilisenin camiye dönüştürülmesini emretti. Ulemadan birisi ezan okudu. Fatih, namaz kıldıktan sonra bu zaferi için dua edip, Ayasofya'dan ayrıldı. Eski imparatorun sarayına gitti. Sarayın harap salonlarını dolaşırken, yanındakiler padişahın şu mısraları söylediğini duydular:
"İmparatorun sarayında örümcek perdedârlık ediyor, Efrasiyab'ın kulelerinde baykuş nevbet vuruyor".
SON BİZANS İMPARATORU KİM VURDUYA GİTTİ
Türkler'in surları geçip şehre girmeleri üzerine durumun tehlikeli bir hal aldığını gören Bizans İmparatoru Konstantin bazı adamlarıyla kaçarken, yolda ganimet arayan Osmanlı askerlerine rastladı. Sayıca az olan Osmanlı askerleri şehit olurken, yaralı durumda bulunan bir tanesi üzerine saldıran imparatoru öldürdü. Son imparator kim vurduya gitmişti.
Fatih'in arattığı cesedi, daha sonra ölüler arasında bulundu. Kafası olmayan vücut Bizans kartalı işlemeli çoraplar ve zırhlarından tanınmıştı. İmparatorun cesedi Bizanslılar'a verildi. Ancak onun gerçek imparator olup olmadığı şüpheliydi. Vefa semtindeki isimsiz bir mezarın son Bizans İmparatoru Konstantin'e ait olduğu söylendi durdu.