TÜRKEŞ'TEN ARVASİ'YE
E.Yb.Şenol ÖZBEK 15 Ocak 2007
Her ölüm insanı üzer ve ölüm haberi alan her insan, ister istemez gözlerini ufuklara doğru dikmek ihtiyacı hisseder. Ama bazı ölümler vardı ki, ufukları süzen gözlerinizden, iradeniz dışında yaşlar boşalır ve adeta kendinizi yetim kalmış hissedersiniz…
Ben bu duyguyu, biri rahmetli S. Ahmed Arvasi'nin, diğeri ise rahmetli Türkeş'in ölümünde olmak üzere hayatımda iki kez derinden yaşadım. Arvasi'nin ölümü fikrimin, Türkeş'in ölümü ise davamın yetim kalmasıydı benim için…
Türkeş neydi ya da ne değildi soruları bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren, Türkeş misyonunun bizi getirdiği noktadır. Yabancı iklimlerden esen yalancı fikir rüzgarlarının beyinlerimizi kasıp kavurduğu ve yaşadığımız sefalet karşısında ebeveynlerimizin mukaddes fikir adına önümüze tek bir ölçü dahi koyamadığı günlerde, Türkeş'in eli, bizlere ana baba şefkatiyle uzanan el oldu… Allah ve Resulünün ana babalarımıza tevdi ettiği, ancak şuursuzluk zemininde askıda kalan vazifeyi, o kucaklamak zorunda kaldı.
Muhakkak ki bu vazifeyi kucaklayan sadece o değildi ama hayat yolculuğumuzun fikir ve dava şubesinde bize uzanan ve bizi yoğuran el onun eliydi. Arvasi Hocayı bize takdim ve işaret eden de oydu. Biz tanımazdık Arvasi'yi, bilmezdik, bilemezdik. Çünkü acizdik, sahipsizdik…
Bize işaret edilen istikamete döndüğümüzde, asaletin kutlu ahengiyle bütünleşmiş bir fikir ve tefekkür abidesi ile karşılaştık. Yaşanılabilir hayatın ideal ölçülerini onun kaleminden dinledik. Düşünmekle tefekkür etmek arasındaki farkı onunla anladık…
Hem Türk hem Müslüman olabileceğimizi, bu ikisi arasında bir zıtlık olmadığı gibi bir senteze de ihtiyaç bulunmadığını, çünkü bu iki kavramın tarihi süreçte zaten bir terkip içinde eriyerek medeniyet olma vasfını kazandığını, bu medeniyeti sahiplenmemizden dolayı bizi kınayanların kınamasına aldırmamayı ondan öğrendik.
Cemad, nebat, hayvan ve insan hiyerarşisinin en üst noktasında bulunan insan sıfatıyla, önce insanı daha sonra da insan ötesini tanımlamak gibi bir vazifemizin olduğunu, insan ötesine uzanan yolculuğumuzda, beynimizdeki sahte tanrıları süpürüp temizlemeden Allah'a ulaşamayacağımızı ve bunu yaparken bir diyalektiğimizin ve estetiğimizin olması gerektiğini ondan dinledik.
Ve en önemlisi de hareketin liderinin, "Ben Türk Milletini, sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye; rüşvet ve hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine; ahlaktan mahrum bir hürriyete; tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum... Türklük şuur ve gururuna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, hakikat yolu, "ALLAH YOLU"na çağırıyorum... Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum... Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum: YENİDEN MANEVİYATA DÖNÜŞ...!" diye ifade ettiği davanın adını yine ondan öğrendik: Türk İslam Ülküsü!
"Türk İslam Kültür ve Medeniyetine bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyet'i ruhu bilen, devletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemiyle çırpınan, dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlumların ümidi olmaya namzet" şeklinde tarif ettiği gençliğin ilk numunesi bizzat kendisi oldu.
Kendisi de dahil olmak üzere, hayatını Türk Milletine vakfeden kadroların zindan hayatına mahkum edilmesine mi yoksa zindan hayatına katlananların dışarıdaki hayatın dişlileri arasında tükenişine mi katlanamadığındandır bilinmez, 1988 yılı Aralık ayının son günü, son nefesini kelime-i şehadetle şereflendirmiş olarak bu dünyada göçtü.
Onu uğurlamak üzere gittiğimiz Fatih Camiinin avlusundaki kalabalığa "hakkınızı helal ediyor musunuz?" diye soran imamı dinlerken, hak kavramını yeniden sorgulamak zorunda kaldık ve o anda omuzlarımıza binen sorumluluğun yüküne dayanamayarak ağladık.
Hatırası önünde saygıyla eğilirken, şahsı manevisine seslenmek istiyoruz:
Sevgili Hocam!
Sizi tanıyanlar ve sizin kaleminizin şekillendirdiği davayı dava bilenler, bizim için sizi kaybettiğiz gün olmaktan başka başka bir şey ifade etmeyen o günde, şuursuz dudakların şuursuzluk zemininde sayıları tersten saymaya başlayacağı dakikalarda, o davanın sarhoşluğu içinde elleri semaya açık, gözleri yaşlı olarak siz ve sizi bize tanıtanlar için fatiha okuyor olacak.
Emin olabilirsiniz!