Ziya-ül-Hak Pakistanlı general ve devlet adamı. 1924 senesinde Cullundur'da doğdu. 17 Ağustos 1988 günü uçağına yapılan bir sabotajla şehit edildi.
Ziya-ül-Hak, Kraliyet Hindistan Askeri Akademisini 1945 senesinde bitirerek orduya katıldı. On dokuz yıl kurmay olarak görev yaptı. İngiliz ordusunda ve ABD'de askeri öğrenim gördü. Kuetta'daki Komuta Karargah Okuluna öğretmen olarak tayin edildi. 1965'te kıta görevine başladı. 1966-69 seneleri arasında Kara kuvvetlerinde çeşitli birliklerde komutanlık yaptı. 1969-71 arasıÜrdün Kara Kuvvetlerinde danışmanlık görevinde bulundu. 1972'de tuğgeneral oldu; ardından Butto tarafından generalliğe yükseltildi. 1976 senesinde Genelkurmay başkanı oldu.
Ziya-ül-Hak, 1977 seçimleri sonunda Pakistan iç savaşın eşiğine gelince, 5 Temmuz'da kansız bir darbe yaptı ve Butto'yu devirdi. 1978'de Pakistan devlet başkanı oldu. Aynı yıl bütün siyasal partileri kapattı, grevleri geçici olarak yasakladı. Ülkede sıkıyönetim ilan etti. 1974 senesinde muhaliflerinin öldürülmesini emrettiği için tutuklanan Butto'nun Lahor Yüksek Mahkemesince 1979'da verilen idam kararını onayladı. Ziya-ül-Hak, asker ve sivil bürokratlardan meydana gelen yeni bir hükümet kurdu. 1979 seçimlerini muhalefet boykot edince, bütün siyasi faaliyetleri durdurdu ve seçimleri süresiz erteledi.
İslam düşmanlarının Müslümanlar için neler düşündüklerini, Müslümanları ve İslamiyeti yok etmeğe çalıştıklarını iyi anlayan Ziya-ül-Hak, onların arzu ettikleri şeyleri yapmadı. Vatanının fende, teknikte ve sanatta ilerlemesi için uğraştı. Fert, aile, cemiyet ve milletin refah ve seadetinin tek kaynağının İslamiyet olduğuna inandığı için, kanunların İslam dinine uygun olmasını istedi. Bu isteğini Pakistan milletine sordu. 1984 yılında yapılan referandumda, Pakistan milleti topyekün müsbet rey kullandı. Referandumla beraber kendi başkanlığı da bir beş yıl daha uzamış oldu. 1985'te cumhurbaşkanlığına başladı. Aynı yıl sıkıyönetimi kaldırdı.
Pakistan birlik ve beraberliği, huzur, maddi refah ve kalkınmayı, Ziya-ül-Hak'ın on bir sene süren iktidarında sağlamıştır. Ziya-ül-Hak'ın şahsına münhasır idealleri vardı: Atom bombasını yapan ilk İslam ülkesi olmak. Pakistan-Bangladeş-Afganistan arasında “Asr-ı seadet” ölçüleri içinde federe bir devlet kurmak. Sovyetler Birliği, Kızıl Çin, Bulgaristan, Filipinler, Habeşistan başta olmak üzere esaret altında bulunan 390 milyon Müslümanı kurtarmak, en azından insan haklarına sahip olmasını temin etmek. Pakistan-Bangladeş-Afganistan-Malezya-İran-Türkiye-Irak ve Körfez ülkeleri arasında Asya Ortak Pazarını kurmak...
Afgan mücahidlerine ve göçmenlere gerçek anlamda kucak açan ve yardım eden sadece Ziya-ül-Hak olmuştur. Onlara yardım etmiş ve yaralarına merhem olmuştur. Vakur ve mütevazi insan, samimi bir Müslüman olan Ziya-ül-Hak, gerçek anlamda bir Türk dostuydu. Yakınları; “Türkiye'ye çok sık gidiyorsun; hatta birkaçında davet bile edilmedin.” dediklerinde; “İnsan, kardeşinin evini davetiye ile mi ziyaret eder?” şeklindeki anlamlı cevabı ile, Türkiye'yi kardeş ülke gördüğünü ifade etmiştir. Türkiye sevgisinde daha ileri giderek; “Pakistan, Türkiye'nin doğudaki bir vilayetidir. Ben bu vilayetin cumhurbaşkanı emrindeki valisiyim.” demiştir.
Büyük devlet adamı Ziya-ül-Hak, İslami devletin esaslarını tespit edecek Konsey için kanun hazırlatırken ve; “Ülkemde İslami hükümleri hakim kılmak için her türlü fedakarlığa hazırım.” dedikten en geç on gün sonra şehit edildi.
Ziya-ül-Hak, inanç ve fikir yapısı konusunda şöyle der: “... Bir milletin gerçek gücü, ideal sahibi ferdlerin çokluğu ile ölçülür. İdeali olmayan bir millet, ne kadar güçlü olursa olsun, eninde sonunda yıkılmaya ve tarihten silinmeye mahkumdur. Kültür emperyalizminin en önemli hedefi, bir milleti geleceğe dönük ideallerden mahrum bırakmaktır. Bütünüyle Müslüman olan Pakistan için, milli hayatın ve ideallerin İslam ile tespit edilmesi ve sınırlanması Pakistan'da çok çeşitli etnik gruplar oluşu sebebiyle, İslamiyetin birleştirici özelliği, güçlü bir din kardeşliği ve İslamın emrettiği dayanışma duygusu; Pakistan'ın bütünlüğü ve bölünmezliği için en güçlü teminattır. Pakistan'ın gelişmesi ile toprak ve millet bütünlüğünün idamesi (devamı), ancak İslami yaşayış tarzı ile mümkündür. Pakistan'ın durumundaki mantıki yön bir yana, halkın tabii eğilimi onları bu inancı benimsemeye, milliyet ve memleketlerin temel dayanağını bütünleştirmeye yönelmiştir. İslamiyet ayrıca, fert ve toplum için sosyal ve ekonomik adaleti temsil eder ve adil bir toplumun meydana gelmesine önem verir...” (Şerif el-Mücahid'in Pakistan İdeolojisi isimli yazısından).