« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

13 Ağu

2013

PAKİSTAN'IN 'ATOM’U İSLAMCI GENERALLER

Ömer Çakkal 01 Ocak 1970

Yaşar Büyükanıt'ın çıkışı ile gündeme gelen Pakistan’ın atom bombalarının akıbeti tüm dünyayı tedirgin ediyor. Seçim sonrası eli güçlenen Taliban ve El Kaide, atom bombalarını ele geçirip ‘kıyamet savaşı’nın fitilini ateşler mi? GASAM’dan Ali Şahin’e göre aslında kazın ayağı çok başka...
İyibilgi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın yaptığı atom bombası çıkışının gerçekte ne anlama geldiğinin izini sürmeye devam ediyor.
Süreci takip edemeyenler için küçük bir hatırlatma yapalım. Büyükanıt Paşa, ‘Küresel Terörle Mücadele Konferansı’nda yaptığı açılış konuşmasında, Pakistan’daki seçimlere dikkat çektikten sonra “Eğer Pakistan'da yönetim Taliban'ın eline geçerse dünyada ilk kez bir terörist grubun eline atom bombası geçmiş olacak. Dünya bu tehdidi görmelidir” demişti.
Benzer açıklamaların bir ay kadar önce ABD Başkanı Bush’un dudaklarının arasından dökülmüş olması, bu açıklamayı daha da ilginç kılıyordu.
İyibilgi konuyla ilgili arka arkaya yayınladığı 'Armegedon’un fitili ateşleniyor mu' diye sormuş, 'nükleer korku'nun şifrelerini çözmeye çalışmıştı. Gene röportaj yaptığımız Prof. Dr. Mahir Kaynak ise atom bombalarının dünyanın hiçbir yerinde teröristlerin eline geçme ihtimali olmadığını ve Büyükanıt’ın bu açıklamasının hedefinin İran’a uyarı olduğunu söylemişti.
İyibilgi, konunun uzmanlarının görüşlerini derlemeyi sürdürüyor. Bugün söz; Pakistan, Hindistan ve Çin hinterlandında araştırmalar yapan ve bölgeyi yakından takip eden Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (GASAM) Başkanı Ali Şahin’de.
Ali Şahin, fena halde ezber bozmaya aday ve bölgenin ‘özel’ gerçeklerine odaklanan ayrıntılı bilgiler verdi.
Pakistan’da neler olup bitiyor?
Sürekli Pakistan’ın sahip olduğu nükleer silahların, “radikal dinci teröristlerin” ellerine geçmesi ile başlayacak bir felaketten bahsediliyor. Aslında dünya liderleri sık sık böyle bir tehlikenin varlığını gündeme getiriyor ve Pakistan üzerinde psikolojik bir baskı yaratmaya çalışıyorlar.
Adını koyalım. Kim bu ‘radikal dinci teröristler?
Öncelikle bir hususu açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Sözü edilen ve Pakistan’ın nükleer gücünü ele geçirmesinden korkulan güç, Taliban ya da El Kaidemidir?
Öyle midir?
Kesin olarak söylüyorum. Böyle bir olasılık hiçbir şartta mümkün değil. Taliban ya da El Kaide böyle bir güce muktedir olsa ilk planda Pakistan’a oranla daha savunmasız ve yeniden yapılanmaları için çok daha uygun bir ortam olan Afganistan’ı ele geçirirdi. El Kaide ve Taliban, Pakistan ve Afganistan arasına sıkışmış ve burada yaşam mücadelesi veren sıkıntılı bir süreç geçirmektedir. Bu şartlarda El Kaide ya da Taliban güçlerinin Pakistan’da otoriteyi ele geçirip nükleer silahlara hükmetmeleri oldukça komik bir senaryo.
Peki, Pakistan’da faaliyet gösteren ve El Kaide ya da Taliban yanlısı oldukları düşünülen kimi siyasi oluşumların muhtemel iktidarı ile bu senaryonun gerçekleşme olasılığı var mı?
Böyle bir senaryonun gerçekleşme ihtimali olmadığı gibi bir önceki döneme göre böyle bir ihtimalin daha da zayıfladığı 18 Şubat seçimlerinde görülmüş oldu. Bir önceki seçimlere Muttahide Meclisi Amel ittifakı altında girerek seçimlerde 51 sandalye kazanan İslami Partiler 18 Şubat seçimlerinde ancak 6 sandalye kazanabildiler. Seçimlerde sandalyelerin çoğunu (Amerikan’ın kurgusuyla) Pakistan’ın en köklü siyasi partisi Pakistan Halk Partisi (PPP) ve yine Amerika’ya her dönem yakın durmuş bulunan Nevaz Şerif’in Pakistan Müslümanlar Birliği (PML-N) kazanmış durumda. Üstelik Cumhurbaşkanı Müşerref, Pakistan tarihinin Amerika’ya en yakın cumhurbaşkanı. Pakistan Genel Kurmay Başkanı Aşfak Keyani derseniz Müşerrefin varisi ve en az Müşerref kadar Amerikan yanlısı.
Öyleyse size göre ne El Kaide ve Taliban, ne de Pakistan’da faaliyet gösteren İslami partiler bu korku ve kıyamet filminin baş aktörü olamaz. O halde, kim bu baş aktör?
Ziya ül Hak ve “Mücahid Ordu.
Kim bunlar?
Başta Amerika ve İsrail olmak üzere, batılı kimi güçleri uykusuz bırakan bu baş aktörü tanımak için biraz gerilere gitmek gerekiyor. 1974 yılında Hindistan’ın ilk nükleer testini başarıyla tamamlayıp 6. nükleer güç olarak ortaya çıkmasının ardından Pakistan, bu gelişmeyi hayati bir tehdit olarak algıladı.
1977 yılında Zülfikar Ali Bhutto’yu devirerek yönetime el koyan Ziya ül Hak, bir yandan Pakistan’ı siyasal anlamda İslamlaştırırken diğer yandan da askeri ve stratejik anlamda Hindistan’ın elde ettiği nükleer üstünlüğü eşitlemek adına nükleer çalışmalar başlattı.
Nükleer çalışmalar Amerika ve İsrail’in büyük tepkisini çekti ve Pakistan’a ağır ambargo ve yaptırımlar uygulandı. Ancak başta Ziya ül Hak olmak üzere Pakistanlı liderlerin bu konudaki kararlığı ve 1979 yılında Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgaliyle Pakistan’ın kazandığı jeopolitik önem, Pakistan’ın nükleer ilerleyişini daha da hızlandırdı.
Peki sonra?
Sonra Ziya ül Hak, 1977 yılına kadar ülkenin güvenliğinden sorumlu salt bir askeri güç olan ordu üzerinde önemli doku çalışmaları yaparak Pakistan Ordusu’na “İslami İdeoloji” aşıladı. Afganistan’da gerçekleşen komünist işgali ordu içindeki İslamlaşma çizgisini daha da keskinleştirdi ve Pakistan Ordusu, Ziya ül Hak’ın hayal ettiği sınırlar ötesi ideolojik misyonlar üstlenmiş “Mücahid Ordu” kimliğine büründü.
Öyle ki, Afganistan savaşının çeşitli evrelerinde Pakistan Ordu mensupları yerel mücahid gurupların kıyafetleriyle Rus birliklerine karşı Afganistan içlerinde sıcak operasyonlar dahi yürüttüler. Ziya dönemiyle birlikte cihad ruhuyla beslenmeye başlayan Pakistan Ordusu, uluslararası kamuoyu ilgisinin Afganistan üzerinde yoğunlaştığı dönemi çok iyi değerlendirerek nükleer çalışmalarını en üst seviyeye çıkardı ve 1984 yılında nükleer silah üretimi için gerekli uranyum zenginleştirme yeteneğini elde etti.
ABD bu manzaraya seyirci mi kaldı?
Aslında bu hassas konu bir raporla Amerikan Hükümeti’ne iletildi. Ama en üst seviyede süren soğuk savaş ve bu soğuk savaşta Pakistan’ın stratejik önemi, ABD’nin bu ülkeye erken bir müdahalesini öteledi.
1987 yılına gelindiğinde, Ziya ül Hak askeri amaçlı uranyum zenginleştirme yeteneğine sahip olduklarını ancak bunu kullanmayıp enerji açıklarını kapatmaya yönelik nükleer faaliyetler yürüteceklerini dünya kamuoyuna ilan ederek, üstü kapalı da olsa nükleer silah yeteneğine sahip olduklarını tüm dünyaya ilan etti. O günün şartları, Pakistan’ın kendini dünya kamuoyuna bir nükleer güç olarak kabul ettirebileceği en uygun ortamı yaratmış durumdaydı.
1987 yılından itibaren Ziya ül Hak’ın “Mücahid Ordusu” artık nükleer silahlara da sahipti. Sessiz sedasız büyüyen bu “tehdit” başta Mossad olmak üzere, Amerika’nın gözünden kaçmadı. Elde edilen bu yeteneğin bir askeri müdahale ile sonlandırılması o günün şartlarında batının Afganistan’da yürüttüğü komünizmle savaştan dolayı mümkün değildi. Bu nedenle alternatif seçenekler değerlendirildi ve tüm bu tehdidin başı olarak değerlendirilen Ziya ül Hak’ın ortadan kaldırılması en uygun çözüm olarak görüldü.
Nükleer çalışmaları nedeniyle Ziya ül Hak’a bir suikast planı mı hazırlandı?
Evet. Ancak böyle bir teşebbüsün farkına varan Ziya ül Hak, tüm ziyaretlerini yanına Amerikan diplomatlarını da almak suretiyle yaparak stratejik bir koruma sistemi geliştirdi. Ancak algılanan tehdit boyutu o kadar yüksekti ki, Amerika ve İsrail söz konusu diplomatları feda etmekten çekinmedi ve içerisinde Amerikan’ın İslamabad Büyükelçisi’nin de bulunduğu uçak bir şekilde havada infilak ettirildi. Ziya ül Hak ile birlikte çok sayıda üst düzey Pakistan ordusu kuvvet komutanı da yaşamını yitirdi. Amerika, üst düzey bir diplomatını kaybetmiş olmasına rağmen suikastı ciddi anlamda araştırma gereği dahi duymadı.
Peki Ziya ül Hak sonrası Pakistan nükleer gücünü nasıl yönetti?
Pakistan Ordusu, Ziya çizgisini o günden bu güne kaybetmedi. 2000’li yıllara gelindiğinde komünizm tehdidinin ortadan kalkması, değişen stratejik güç dengeleri ve komünizmin yerini alan İslami tehdit algısı, tüm gözleri “İslam Bombası”na sahip Ziya’nın “Mücahid Ordusu”na çevirdi. Ziya çizgisindeki Pakistan ordusu, sahip olduğu nükleer yetenekle başta İsrail olmak üzere Amerika ve Batı için ciddi bir tehdit olarak algılanmaya başlandı.
Yani mesele atom bombası değil, İslamcı generaller öyle mi?
Elbette. Bugün, başta İsrail, Amerika ve Batı tarafından Pakistan’ın nükleer silahlarının aşırı dinci terör odaklarının eline geçeceği yönünde duyulan kaygıların temelini, Pakistan ordusu içinde hala en güçlü kesimi oluşturan Ziya çizgisi’nde generaller oluşturmaktadır.
Batı yanlısı olan Müşerref nasıl oldu da Ziya’cı generalleri ordudan ayıklayamadı?
Oraya gelelim. 1998 yılında Genel Kurmay Başkanlığı’na yükselen Pervez Müşerrefle başlayan süreç, Pakistan ordusu içinde farklı açılımlar yarattı. Amerika ve Batı ile Pakistan tarihinde hiç olmadığı kadar ve Pakistan’ın stratejik çıkarlarını sorgulatacak derecede yakınlaşma içerisine girildi. Pakistan ordusu, Amerika’nın terörle mücadele adı altında yürüttüğü sözde savaşın bir parçası haline getirildi. Bu durum Pakistan ordusundaki Ziya kanadını oldukça rahatsız etti. Amerika’nın da istekleri doğrultusunda Müşerref, askeri terfi sistemi ile oynayarak Ziya çizgisindeki generallerin çoğunu pasif duruma getirdi ve en az kendisi kadar Amerika yanlısı olan Aşfak Keyani’yi Genel Kurmay Başkanlığı’na getirdi.
Peki şu anki son manzara ne?
Pakistan Ordusu şu aşamada ciddi bir ayrışma ile karşı karşıya. Müşerref yanlıları ile Ordu’ya hâkim Ziya yanlıları ciddi anlamda bir güç ve otorite savaşı içindeler. Müşerref’e karşı bugüne kadar düzenlenen ondan fazla suikast girişimlerinden bazılarının arkasında bu otorite savaşı var. Pakistan ordusu içinde yaşanan üstü örtülü bu otorite ve güç savaşının kamuoyuna yansımama sebebi ise söz konusu mücadelenin dışa yansıması halinde kaybedecek olan tarafın Pakistan olması.
Şimdi korkulan şey, hala Pakistan ordusunun en güçlü kanadını oluşturan Ziya ül Hak çizgisindeki bu “Mücahid Ordu”nun, bir şekilde kontrolü ele geçirerek nükleer silahların menzillerini malum adreslere göre ayarlamaları.
Yani İsrail’e…
Evet.
Pakistan son kertede nereye doğru ilerliyor?
Rusya’nın Afganistan’ı işgali ile başlayan süreci stratejik anlamda oldukça başarılı yürüten General Ziya ül Hak, şartlardan yararlanıp Pakistan’ı nükleer bir güç haline getirirken, Amerika’nın Afganistan’ı işgali sürecini son derece kötü yöneten General Müşerref, Pakistan’ın varlık sebeplerinden biri olan bu nükleer gücü kaybetme noktasına doğru ilerliyor.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 27240

ulkucudunya@ulkucudunya.com