« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Haz

2007

Dünya Hayatina Veda

Muhammed HAMİDULLAH 01 Ocak 1970

 Muhammed (AS)’in ilâhî davetle üstlendigi peygamberlik görevi zor olmakla birlikte, o bunu kendisinden önce gelip geçmis herhangi bir Nebî’den çok daha mükemmel bir biçimde tamamlama mutluluguna erismistir. Muhammed (AS)’in ilk vahyini aldigi Nûr Dagi’ndaki (Cebel-i Nûr) bir magarada elçilik görevinin nasil baslamis oldugunu daha önce görmüstük. Muhammed (AS) ve Ebû Bekir yeni bir hayata baslamak üzere, Medine yolu üzerindeki bir baska dagin, Sevr daginin Hirâ magarasina sigindiklari zaman, kendisine karsi gösterilen muhalefetin karanliklarindan sonra dogan safak hatirlardadir; ve nihayet onbinlerce hacinin kendisini dinlemek üzere geldigi Arafat’taki Rahmet daginin (Cebelu’r-Rahme) tepesinden H. 10. yilda söyledigi ve hükümdardan en basit kula kadar her insan için gerekli asgarî toplumsal görevleri özetledigi Veda Hutbesi ile bu ilâhî vazifesinin eristigi olgunluk noktasi da hepimizin zihnindedir. O, kendisine inananlara sadece insanin Yaraticisi ile olan iliskilerini düzenlemek için bir “din” getirmekle kalmamis, ayni zamanda, her devirde ve dünyanin her bölgesinde günlük hayatimizla ilgili her türlü ihtiyaca cevap verebilecek ve bütün zamanlarin ve kosullarin gereklerine uyarlanabilecek bir kurallar manzumesi de sunmustur.

Ancak o, eserini hayata geçirirken çok büyük zorluklarla karsilasmistir. Son nefesini verinceye kadar, bedenen ve ruhen, elindeki bütün imkânlarla ve kendisini bu davaya tam manasiyla adayarak, hiçbir sekilde gevseklik ve ihmalkârlikta bulunmadan mücâdele etmek zorunda kaldi. Ama sonunda, Rahmet Dagi’nda Veda Hutbesi’ni söyledigi gün, kendisini dinlemeye gelen onbinlerce Müslüman’a teblîg ettigi su ilâhî vahyi almis olmasi, hem kendisi ve hem de müminler için büyük bir mutluluk kaynagi olmustur:

“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladim ve size din olarak Islâm’i (verip ondan) hosnut oldum.”(Mâide: 5/3)

Bundan önceki sayfalar, herhalde bu konuda hiç bir mübalâga olmadigini göstermistir; zira gerçekten de Muhammed (AS), teblig ettigi kurallarin somut örneklerini hem ögreterek, hem de kendi sahsinda uygulayarak, görevini yerine getirmistir. Konuyu tamamlamak için sözü baskalarina birakiyorum:

“Hiç bir insan, isteyerek veya istemeyerek bundan daha ulvî bir gaye ortaya koymamistir; zira bu gaye insanüstü idi, söyle ki: Yaratan ile yarattiklari arasina sokusturulan hurafeleri kökünden temizlemek, dogrudan dogruya Allah’i insana, insani Allah’a tevdî etmek, putperestligin uydurma ve maddî ilâhlarindan olusan bu kargasa ortaminda kutsal ve mâkul Ulûhiyet düsüncesini tekrar canlandirmak.

“Hiç bir insan, bu kadar zayif imkân ve araçlarla, insan gücüyle üstesinden gelinmesi imkânsiz bir eser ortaya koymaya kalkismamistir. Çünkü, bu kadar büyük bir gayenin anlasilabilmesi ve gerçeklestirilmesi için, kendisi disinda basvurabilecegi tek araç ve yardimci, çölün bir kösesindeki bir avuç câhil Bedeviden baskasi degildi.

“Nihayet hiç bir insan, yeryüzünde daha az zamanda bu kadar muazzam ve bu kadar devamli bir inkilâbi gerçeklestirememistir; zira tebliginin üzerinden henüz iki yüzyil geçmeden Islâmiyet, gerek teblig ve gerekse silah zoruyla, Arabistan’in üç ayri istikametinde hüküm sürüyor, Iran’i, Horasan’i, Mâverâu’n-nehir’i, Bati Hindistan’i, Suriye’yi, Misir’i, Habesistan’i, Kuzey Afrika olarak bilinen bölgeleri, Akdeniz’deki birçok adalari, Ispanya’yi ve Galya’nin bir bölümünü Allah’in birligi anlayisi içinde bir araya getirmeye çalisiyordu.

“Gayenin büyüklügü, imkânlarin küçüklügü ve alinan sonucun büyüklügü insan dehâsinin üç ölçüsü olarak kabul edilecek olursa, insanî degerler açisindan modern tarihin önde gelen bir sahsiyetini Muhammed ile karsilastirmaya kim cüret edebilir! Bunlarin en ünlülerinin yaptigi sey, sadece silâhlari, yasalari, imparatorluklari harekete geçirmek olmustur; Tabii, bunun sonucunda ortaya bir sey koyabilmislerse, bunlar da genellikle kendilerinden önce yikilip giden maddi güçler olmustur. Oysa O (AS), ordulari, yasama erklerini, Imparatorluklari, kavimleri, hanedanlari ve yeryüzünün meskûn kisimlarinin üçte birlik bölümünde yasamakta olan milyonlarca insani harekete geçirdi; ama o bunun yani sira tapinaklari, ilâhlari, dinleri düsünce sistemlerini, inançlari ve, ruhlari da harekete geçirdi; her harfi kanun olan bir Kitap üzerine, her dilden ve irktan insan topluluklarini kapsayan manevî bir milliyet tesis etti; ve bu Müslüman milliyetinin silinmez karakteri olarak, sahte ilâhlardan nefret etmeyi ve maddeden münezzeh bir Allah sevgisini asiladi. Manevi degerleri çigneyenlerden intikam almayi amaç edinen bu anlayis, Muhammed’in izinden gidenlerin fazileti oldu; yeryüzünün üçte birlik bölümünde onun getirdigi hükümlerin egemen olmasi onun bir mucizesi idi; daha dogrusu bu, bir insanin degil, aklin mucizesi idi. Uydurma ilâh anlayislarinin artik bikkinlik verdigi bir sirada ilan edilen Allah’in birligi düsüncesi, bizatihi öyle bir erdem tasimaktaydi ki, bu düsünce, daha onun dudaklarindan dökülürken, eski putlara ait bütün mabetleri yakti ve kendi nuruyla dünyanin üçte birini aydinlatti.

“Bu adam sahtekârin biri miydi? Onun hayati boyunca yaptiklarini iyice tetkik ettikten sonra biz öyle olduguna inanmiyoruz. Sahtekârlik, görüs ve kanaatlerin ortaya konulmasinda ikiyüzlülük demektir. Yalanin asla dogruluk özelligi olmayacagi gibi, ikiyüzlülügün de ikna etme gücü ve kudreti yoktur.

“Mekanikte projeksiyon (yansitma) gücünün itme gücünün tam ölçüsü olmasi gibi, ayni sekilde eylem ve faaliyet de, tarihte ilham gücünün ölçüsü demektir. Bu kadar yüksege, ileriye ve uzun zamana hitap eden bir düsünce, gerçekten güçlü bir düsünce demektir; bu kadar güçlü olabilmek için ise, tamamen samimi ve kendi davasina inanmis olmak gerekir…

“Fakat onun hayati, eseri, ülkesindeki batil inançlara karsi kahramanca mücâdelesi, putperestlerin öfkeleri karsisindaki gözü pekligi, onlara Mekke’de 15 [13 olacak] yil dayanmakta gösterdigi sebati, toplumda infial uyandiran görevinde israr etmesi ve neredeyse hemsehrileri tarafindan öldürülecek noktaya gelmesi ve nihayet Hicret edisi, insanlara sürekli olarak ögüt ve nasihatlerde bulunmasi, benzersiz savaslari, basarilara olan güveni, terslikler ve sikintilar karsisinda bile kendisine olan güveni, zaferde âlicenapligi, asla baskici olmayan düsünce yapisi, sonsuz duasi, Allah’la yaptigi gizemli konusmalari, vefati ve kabre konulduktan sonra gerçeklesen zaferi, ortada sahtekârliktan ziyâde mutlak bir inancin oldugunu kanitlamaktadir. Ona bir dogma (düsünce sistemi) kurma kudretini iste bu inanç vermistir. Bu dogma iki yönlü idi: Allah’in birligi ve Allah’in maddi bir varlik olmaktan uzak olusu; biri Allah’in ne oldugunu, digeri ne olmadigini söylüyordu: Birisi kiliçla sahte ilâhlari deviriyor, digeri ise söz sayesinde bir düsünceyi baslatiyordu.

“Filozof, hatip, havari, kanun koyucu, savasçi, düsünceleri fetheden, mâkul ve mantikli dogmalar ve sûretsiz bir din tesis eden, yeryüzünde yirmi imparatorlugun ve tüm gönüllerde ise bir tek imparatorlugun kurucusu: Iste Muhammed!

“Beserî büyüklügün hesaplandigi her türlü ölçüye vuruldugunda, hangi insan daha büyüktür?”

(Alphonse de Lamartine, Histoire de la Turquie, I, 276-280).


Hastalik ve Sonsuzluk Alemine Göç

Mütevazi gücümüzün elverdigi kadariyla, O’nun hayatini ve yaptigi faaliyetleri böylece anlatmaya çalistiktan sonra, bu hikâyeyi, insanlik tarihiyle ilgili bu bölümü, kendisini tamamen insanliga adayan bu yüce insanin vefatinin hüzünlü anlatimiyla bitirelim.

Hayatinin son yillarinda, Muhammed (AS) genellikle rahatsizdi. Elden geldigi kadar kendisine özen gösteriliyordu. Altmis üç yasinda idi. H. 11. yilin ikinci ayinin son haftasinda, bir gece kalkti, yatagini terk etti ve sehrin mezarligina gitti. Orada daha önce ölmüs olan ve ilâhi görevinin basariya ulastirilmasinda kendisi ile birlik olup hayatini feda edenler için uzun uzun dua etti. Sonra evine döndü ve haniminin bas agrisindan sikâyet ettigini duyunca ona söyle dedi: “Esas basi agriyan benim!” Ertesi günü durumu agirlasti, ancak her gecesini sirayla hanimlarindan birinin yaninda geçirmeye devam etti. Artik buna da takati kalmayinca, hepsi birden, kendisine ayni yerde, yani hanimi Ayse’nin yaninda kalmasini söylediler. Iki yegeni, Ali ve el-Fadl ibn Abbâs’in omuzlarina dayanarak Ayse’nin odasina girdi. Rahatsizligi daha da artmisti. Bir gün ailesine, kendisine sehrin yedi ayri kuyusundan çekilen yedi tulum su getirmelerini ve basina dökmelerini söyledi. Ülkede pek yaygin olan bu tedavi kendisini o kadar rahatlatti ki, yatagindan çikip Mescid’e gitti ve sahabeleri arasindaki yerini alarak, onlara, birçok hadis ravisinin özet halinde muhafaza etmis oldugu bir hutbe irat etti:

Ibn Hisâm bize söyle naklediyor: Resulullah basinda bir sargiyla evinden çikti ve camiye gelip minbere oturdu; sonra Uhud savasinda sehit olanlar için dua ederek hutbesine basladi; uzun bir süre böyle devam etti. Daha sonra söyle dedi:

“Allah’in bir kulu vardi; Allah ona bu fani dünya ile kendi yüce kati arasinda bir tercihte bulunma imkâni verdi; bu kul da Allah’in yüce katini tercih etti.”

Ebû Bekir bunun mânasini derhal anladi ve Muhammed (AS)’in kendi sahsindan bahsettigini fark etti; aglamaya baslayip söyle dedi: “Ya Muhammed! Canimiz ve ana-babamiz sana fedâ olsun!” Muhammed (AS) söyle karsilik verdi:

“Sus, ey Ebû Bekir!”

Sonra söyle devam etti:

“Bakiniz, kapilari Mescid’in avlusuna açilan bunca ev var. Ebû Bekir’in kapisi disinda hepsini kapayiniz; zira davamda bana ondan daha çok yararli hiç kimseyi tanimadim; gerçekten, insanlar arasinda bir dost edinecek olsaydim, bu Ebû Bekir olurdu. Allah bizi kendi katinda bulusturuncaya kadar, o benim sahabem ve iman kardesimdir. Ey insanlar! Usâme’yi (Müslüman bir elçinin katledildigi Suriye’ye dogru) sefere çikariniz. Yeminim olsun! (Her ne kadar genç olsa da) Onun komutanligina bir itiraziniz var mi? Siz daha önce onun (azât edilmis bir köle olan) babasinin komutan seçilmesine de karsi çikmistiniz. Gerçekten o, tipki babasi gibi komutan olmaya lâyiktir.”

Sonra minberden indi ve evine girdi.

Ayni kaynak,729 Ensar’dan yetkili bir agiza dayanarak, bize bu konusmadan baska bölümler de nakletmektedir: Allah’in Uhud sehitlerine rahmetini esirgememesi için dua ve niyazda bulunduktan sonra, Resulullah söyle buyurdu:

“Ey Muhâcirler (Medine’ye göç eden Mekkeliler)! Size, Ensâr’a karsi iyi davranmanizi vasiyet ederim; zira insanlar çogalacak, Ensâr ise ayni durumda kalacaktir. Aralarinda siginacak bir yuva buldugum bu insanlar, gerçekten benim güvenimi kazanmislardir. Öyleyse onlar arasindan iyilikte bulunanlara siz de iyilikte bulunun, kötülükte bulunanlari ise bagislayin!”

Yeğeni el-Fadl ibn Abbâs730 da ayni hutbeden alinmis olan su bölümü naklediyor:

“Ey insanlar! Belki aranizda benden hak iddiasinda bulunan kisiler çikabilir. Kimin sirtina vurduysam, iste sirtim, gelsin vursun!. Kime hakaret etmis ya da onurunu incitmissem, iste serefim, gelsin intikamini alsin. Kimin malini almissam, iste malim, alsin ve benden bir itiraz gelecek diye asla çekinmesin, zira bu benim sünnetime sigmaz. Gerçekten, benim yanimda sizin en degerli olaniniz, hakkini istemeyi bilen ya da ondan vazgeçendir. Böylece Rabbimin huzuruna yüzüm ak olarak çikabilecegim.”

O zaman cemaatten biri ayaga kalkip, kendisine bir miktar -Taberî’ye göre 3 dirhem- borcu oldugunu söylemis ve bu para derhal kendisine ödenmistir.

Taberî’nin naklettigi bir baska rivayete göre, Resulullah, kendisini dinleyenlerden, eger borcu varsa kendisinden istemelerini söylediginde kimse kipirdamamis ve o zaman Muhammed (AS) söyle demistir:

“Herhalde yeterince açik ifade edemedim. Bu konuyu tekrar ele almam gerekiyor.”

Böyle söyledikten sonra konusmasini bitirdi, kürsüden indi ve ögle namazini kildirdi. Bir süre sonra tekrar kürsüye çikip önerisini tekrarladi. Iste o sirada birisi kalkip, kendisine üç dirhem borcu oldugunu söyledi. Daha sonra Resulullah baska bir konuya geçti:

“Ey insanlar! Eger içinizden birinizin baskasina borcu varsa onu versin, asagilanma korkusu onu bundan alikoymasin, zira bu dünyadaki utanma, ahirettekine göre daha hafif kalir!

[Bu sirada birisi ayaga kalkti ve söyle dedi:

“Bir askerî sefer sirasinda elime üç dirhem geçmisti, onlari sakladim ve ganimetleri toplayan görevliye vermedim.”

Muhammed (AS) sordu:

“Niçin böyle yaptin?”

Adam söyle cevap verdi:

“Âcil bir ihtiyacim vardi.”

O zaman Resulullah bu paranin tahsil edilmesini emretti. Sonra konusmasini sürdürdü:]

“Ey insanlar! Içinizden biri isledigi günahlardan korkuyorsa, benden istesin, onun için Allah’a dua edeyim.”

[Birisi kalkti ve bazi ahlâkî kusurlarindan bahsetti; dinleyiciler buna sasirdilar; ama Resulullah (AS) uyardi:

“Bu her zaman Hesap Gününe kalmaktan daha iyidir.”]

Sonra Resulullah evine döndü.

Buhari, Müslim, Mâlik vb. diger kaynaklar bu konusmanin daha sonraki bölümlerini söyle naklederler:

“Allah, peygamberlerinin kabirlerini tapinilacak yerlere dönüstürenlere lanet etti. Sakin benden sonra, kabrimi tapinilacak put haline getirmeyin! Size, Ensâr’a iyi davranmanizi emrediyorum. Onlar vücûdumun giysileri gibiydiler ve en çok güvendigim insanlardi; onlar kendilerine düsen bütün görevlerini yerine getirdiler, geriye ise sadece haklari kaliyor. Eger iyilik yaparlarsa siz de onlara iyi davraniniz, içlerinden fenalik yapanlari ise bagislayiniz.”

Ertesi gün durumu agirlasti ve bir kaç gün sürecek olan can çekisme haline girdi. Buhari’ye göre, Resulullah can çekisir vaziyette iken, bir gün evinde bulunanlardan su istekte bulundu:

“Bana bir yazi yazmam için kâgit getirin, sonra yolunuzu sasirmayasiniz.”

Içlerinden bazilari söyle dediler:

“Resulullah çok aci çekiyor. Hem elinizde Kur’ân var; o bize yeter.”

Ailenin bütün üyeleri ayni görüste degildiler; bazilari söyle dedi:

“Size bir yazi birakmasi ve daha sonra yolunuzu sasirmamaniz için kâgit getirin.”

digerleri bir baska sey söylediler. Her kafadan bir ses çikmaya baslayinca, Resulullah:

“Buradan çikin gidin!” dedi.


Ayni gün birkaç saat sonra, Muhammed (AS) sifahen üç sey emretti:

“Yahudi ve Hiristiyanlari Arabistan’dan çikarin; gelen yabanci heyetlere, benim âdet haline getirdigim gibi, hediyeler verin.”

Râvî Ibn Abbâs, “üçüncüyü unuttum” diyor. Bu ayrintili bilgiyi bize Buhârî vermekte ve Resulullah’in diger bir sahabesi Abdullah ibn Ebî Evfâ’dan naklen, Resulullah’in bu sifahî vasiyetinde, Kur’ân’a siki sikiya yapisilmasini emrettigini eklemektedir

Hastaliginin baslangicinda Muhammed (AS) namaz kildirmak için mescide çikmaya devam ediyordu; daha sonra artik takatten kesilince, kendi yerine geçmesi için Ebû Bekir’i görevlendirdi. Birinci defasinda Ebû Bekir bulunamadigi için, haberci, namazi Ömer’in kildirmasini söyledi. Fakat Ömer’in sesini tâ odasindan duyan Resulullah:

“Hayir, benim yerime Ebû Bekir’in geçmesi gerekir.” dedi. Tekrar Ebû Bekir’i aramaya gittiler. Ve bundan böyle Muhammed (AS)’in hastaligi boyunca namazla Ebû Bekir görevlendirilmis oldu. Bir gün, Muhammed (AS) kendisini daha iyi hissedip namazi kildirmak üzere disari çikti. Ebû Bekir namaza baslamisti; ama Resulullah’i görünce cemaatin arasina karismak üzere geri çekiliyordu ki, Peygamber yerinden kipirdamamasi için isaret etti ve gidip yanina oturdu; Ebû Bekir, namazi bitirmek için ayakta kaldi. Vefatinin arifesinde olsa gerek, bir gün Resulullah kendisini birden iyilesmis hissetti -fakat bu, hastanin son iyilik halinden baska bir sey degildi- ve evinin kapisina kadar geldi. Bitisikteki camide sabah namazini kilan insanlar bir kaç gün ortaliktan kaybolduktan sonra onu ilk kez görünce sevinçten çilgina döndüler. Ama hiçbiri de yerini terk edip namazini bozmadi. Resulullah bu disiplinden çok memnun oldu, gülümsedi ve gidip tekrar yatti.

Ebû Bekir, o zaman Resulullah’in yanina gelip, geçmis olsun dedi ve sehir disinda bulunan (Resulullah’in hastaligi nedeniyle günlerden beri göremedigi) ailesinin yanina gitmek için oradan ayrilma izni istedi. O buna izin verdi, ama birkaç saat sonra, Ebû Bekir bu ayrilisina çok üzüldü.


Resulullah’in ne kölesi, ne de sürü hayvani vardi. Sadece beyaz bir katiri, silahlari (kiliç vs.) ve bir miktar arazisi vardi. Bu arazilerin gelirinin ailesi için harcanmasini ve kalaninin Devlet hazinesine devredilmesini emretti. Demek ki miras birakabilecegi hemen hiçbir seyi yoktu. Kilicinin damadi Ali’de kaldigi anlasiliyor. Sahip oldugu esyalar hakkinda bu sekilde karar verdikten sonra, Muhammed (AS), hanimi Ayse’ye, elindeki (tamami 7 dinar) parayi ne yaptigini sordu. O, parayi çikardi ve Resulullah: “Sahip oldugu bu parayla Allah’in huzuruna çikmaktan utanacagini” söyleyerek, derhal fakirlere verilmesini emretti. Kendisine ait bir zirh, sehirde bir Yahudi tüccara 30 ölçek (sâ’; yani yaklasik 40 kilo) arpa karsiliginda rehin birakilmisti. Muhtemelen bu zirh, daha sonra ailesi tarafindan geri alinmistir; ancak kaynaklar bize bu konuda fazla bir sey söylemiyorlar.

Bazi hadisçilerin naklettigine göre, Resulullah (AS), son günlerinde “Hayber’in fethi sirasinda bir kadinin kendisine ikram ettigi zehirli bir yemek sebebiyle ölmek üzere oldugunu” söylemistir. Resulullah’ in durumu fark ettigini ve çignemekte oldugu eti agzindan çikarip attigini, ayni etin diger bir parçasini çigneyip yutan bir baska Müslümanin ise oracikta öldügünü hatirlatalim. Muhammed (AS), hastaligi hakkinda söyle diyordu:

“Zaman zaman bu zehirden çok çektim; simdi ise beni sah damarimdan vurdu.”

Birkaç saat sonra hastalik tekrar siddetlendi. Kaynaklarin ifadesine göre, bir pazartesi sabahiydi. Resulullah artik konusamiyor, hatta bir seyler yiyip içmek için bile agzini açamiyordu. Ailesinden bazi kimseler ona agzinin kenarindan, dislerinin arasindan bir ilâç içirilmesini önerdiler. Muhammed (AS) bunu yapmamalarim isaret etti. Sadece bikkinligini belirtmek istedigini sanip, yine de ilâci verdiler. Daha sonra, Resulullah kendine gelip de etrafindakilere ne yaptiklarini sorunca, onlar söyle cevap verdiler: “Habesistan’da zatülcenpten rahatsiz olup agzini açamayan hastalara bu ilâcin verildigini görmüstük.” Muhammed (AS) sinirlenip söyle dedi: “Allah bana aslâ bu igrenç hastaligi vermeyecek.” Sonra ayni ilâcin ayni sekilde (agizlarinin kenarlarindan ve disleri arasindan), amcasi disinda oradaki herkese verilmesini emretti. Hastaya hürmeten, o gün oruçlu olan Resulullah’in hanimlarindan biri de dahil olmak üzere, bu emir herkese uygulandi.

Biraz sonra Muhammed (AS) tekrar kendisini çok kötü hissetti ve konusamaz oldu. O sirada kayinbiraderi (Ebû Bekir’in oglu) elinde bir misvakla odaya girdi. Muhammed (AS) arzuyla misvaka bakti. Zevcesi Ayse kendisini anlayip, Resulullah’in dislerini firçaladi. O buna çok memnun oldu. Sonra Resulullah’in basini alip kollarina ve dizleri üzerine dayadi. Bundan sonra ne olup bittigini onun agzindan ögrenelim:

“Son olarak Resulullah, alçak sesle ara sira: “Lâ ilahe illallah; ruhunu teslim etmek ne zor seymis!” diyordu. Güçlükle duyulan son sözü su oldu: “Yüce Dost’la birlikteyim (Me’ar-Refiki’l-A’lâ); sanki iki sik arasindan bir seçim yapiyor gibiydi.”

Ayse söyle devam ediyor:

“Gençtim, hiç bir sey anlamiyordum; saskinligim arasinda Resulullah kollarimda son nefesini vermis ve benim hiç haberim olmamisti! Odadaki diger hanimlar aglamaya baslayinca, basimiza neyin geldigini anladim; Resulullah (AS)’in basini yastiga koydum, ayaga kalktim ve ben de digerleri gibi yüzüme vurmaya basladim.”

Son böyle oldu...

Ilk asır Müslüman tarihçilerine göre, Muhammed (AS)’in sirtinda, hayat hikâyesinde birçok kez sözü edilen bir tür et beni vardi.734 Ölümünden sonra, kendisini son kez yikayanlar, bu beni artik bulamadilar. Bunun “Risâlet Mührü” olduguna inanilmistir; vefati üzerine peygamberlik görevi sona erdigi için, bu mühür geri alinmistir.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 51447

ulkucudunya@ulkucudunya.com