11 maddelik açıklamanın önemi
Hüseyin Gülerce 01 Ocak 1970
Onursal başkanlığını Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, 11 maddelik açıklaması, tahmin edildiği gibi hem ses getirdi hem de bazılarınca körük sallanan bir fitneyi önleme adına isabetli oldu. Yüzde 50 oy almış iktidar partisi ile hayır, huzur, istikrar ve demokratikleşme için gönüllü olmuş, fedakârlık yarışına girmiş milyonların arasını açmaya kalkmak düpedüz fitnedir.
Vakfın açıklamasına; “söz konusu iddialar, çoğunlukla sosyal medyada yer alan ve herkesin duyduğu-bildiği şeyler değil, abuk sabuk dedikodulardan ibaret. Bunlara cevap vermeye değmezdi” eleştirisini getirenler oldu. Bu eleştiriye katılmak mümkün değil. İki sebepten; birincisi, çamur at izi kalsın gerçeği. Ayyuka çıkmış, fısıltı gazetelerine manşet olmuş iddialar, iftiralar ve karalamalar karşısında sustuğunuzda, bunları doğrulamış gibi olursunuz. Sükût ikrardan gelir, diye buna deniyor. İkincisi, suskunluk; hem iktidar hem de Hizmet Hareketi içindeki hasbi ve makul büyük çoğunluğu, bir süre sonra üzüntü ve tedirginliğe sürükler. İnsanlar, “ne oluyoruz, neden bir şey yapılmıyor, bu iftira, dedikodu ve karalamalara, bu fitneye dur denmesi gerekmez mi?” diye kaygılarını dile getirirler…
Vakfın açıklamalarında üslup son derece dikkatli. Hükümete kafa tutma yok, “her zaman biz haklıyız, eleştiri kabul etmeyiz” tavrı yok. Tam tersine, insanın olduğu yerde hata olur, denilerek; “Hizmet Hareketi’nin, yapıcı eleştiriler getirilmesine sonuna kadar açık olduğunun, bunları dile getirenlere samimiyetle teşekkür edileceğinin” altı çiziliyor…
Kanaatimce açıklamaların üzerinde en çok durulması gereken bölümü, yıllardan beri dillendirilen ve 28 Şubat sürecinde, hareketin cuntacılar tarafından hedefe konulmasında kullanılan suçlama: “Hizmet, bürokrasi üzerinden vesayet kurmak ve iktidara ortak olmak istiyor…”
Buna verilen cevap, gerçekten önümüzdeki dönemde sıklıkla hatırlatılması gereken bir demokrasi ayarı:
“Demokrasilerde, seçimle gelen yönetimler yine ancak seçimle gider. Vatandaşların ve sivil toplum aktörlerinin eleştirilerde ve tavsiyelerde bulunmaları, yönetime karışmak olarak görülemez. Seçilmiş iktidarların her an denetim ve gözetimi, katılımcı demokrasinin en tabii gereğidir. Tavsiye veya eleştiride bulunan sivil toplum oluşumlarını, iktidar peşindelermiş gibi sunarak, onlara “siyasete karışma”, “öyleyse parti kur”, ya da “seçimleri bekle” demek demokratik sistemin ruhuyla bağdaşmaz.
“Hangi görüşten ve yaşam tarzından olursa olsun vatandaşların kanunlar çerçevesinde kendi devletinde görev almasının “devleti ele geçirme, sızma, vesayet kurma veya paralel iktidar oluşturma” şeklinde sunulması iyi niyetle açıklanamaz.
“Elbette ki bürokratlar, yöneticilerinin ve amirlerinin (hukuka uygun) emirlerine itaat etmek ve sadece onlardan emir almak durumundadır. Hukuka aykırı şekilde davrandığı ve yöneticilerinin emirlerine uymadığı ileri sürülen bürokratlar varsa, bunlar deliller ışığında yine hukuka uygun şekilde soruşturulmalıdır. Ancak, geçmişten bugüne olageldiği gibi, “vesayet oluşturma” ve “iktidara ortak olma” iftiralarıyla, bürokratik katmanlarda belli toplumsal kesimlerin tasfiye edilmesi amacı varsa, bu da hukuk ve demokrasiye aykırıdır…”
Aslında doğrunun ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Demokratik çizgimizi ve insaflı duruşumuzu koruyabilirsek problemler de çözülür, fitnelerin önüne de geçilir…