Tasfiye
Mehmet Kamış 01 Ocak 1970
Kanunda ve yasalarda yazmayan bir şekilde insanların tasfiye edilmesi, kurulduğundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin en can acıtan konusu ve uygulamasıdır.
Devlet millet çatışmasının merkezinde duran neden, milletin bir kesimine uygulanan sebepsiz defans ve engellemelerdir. Bu engelleme ve tasfiyeler, 28 Şubat sürecinde zirve yapmıştı. Dindar olarak bilinen isimler, hatta kendisi dindar olmasa bile yakınlarından dindar olduğu tespit edilenler ya memurluktan atılmış ya da istifa etmeye zorlanmıştı. Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı döneminde kamuda görev yapacak kişilerin, istihbarat birimlerinin raporlarına göre ataması yapılır ya da yapılmazdı. İstihbarat raporunu iyice abartan Necdet Sezer, ataması gündemde olan kişiyle ilgili bilgileri gerektiğinde kapıcısından bile almaktan bile çekinmiyordu.
Bu ülkedeki en can acıtıcı meseledir; adı konmamış cezalandırma... Demokratik ve hukukun üstün olduğu ülkelerde bir kişinin kriminal bir meselesi varsa yargılanır, suçlu görülürse cezalandırılır, suçsuzluğu anlaşılırsa herhangi bir cezaya çarptırılmaz. Türkiye’de ise kanaat ve algılara göre cezalandırma yapılır. Yıllarca toplumun çok önemli bir kesiminin devlette görev alması engellendi. İşe girişi engellenemeyenler ise daha sonra bir gerekçe bulunarak görevden uzaklaştırıldı. Bazı yazar çizerler, devlette bu tür uygulamaların devam ettiğini iddia ediyor, insanların hukukun suç bulmadığı bir gerekçeden dolayı bugün bile cezalandırmaya tabi tutulduğunu belirtiyorlar.
Bu doğruysa çok vahim bir olay ve bu vahim olay, “Ama tasfiye edilenler cemaatçi” denilerek izah edilemez. ‘Cemaatçi’ yaftalaması bu uygulamaya gerekçe olarak sunulamaz. Kaldı ki, ‘cemaatçi’ olmak son derece sübjektif, hiçbir hukuki mesnedi olmayan irrasyonel bir tanımlamadan başka bir şey değildir.
Olayın detayları inanın beni ilgilendirmiyor. Beni bu irrasyonellik, bu hukuk dışılık korkutuyor. Daha önce cemaatle ilgili gündeme gelen iddiaları dün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bir kez daha net bir dille iftira olarak tanımladı ve yalanladı. Ancak diyelim ki, bu iddia doğru. Hukuk dilinde bir babanın suçunu oğlu bile ödemezken, Milli Eğitim’de, tapu kadastroda, Maliye’de ya da devletin herhangi bir biriminde bulunan insanların suçu nedir ki tasfiyeye maruz kalıyor. Bu tasfiye edilen insanların ‘cemaatçi’ olduğu kanaatine nereden varılıyor? Hem bir cemaate mensupsa ne var bunda. Eskiden de bu gerekçelerle dindarlar devletten uzak tutulmadı mı?
12 Haziran seçimlerinde AK Partiyi hararetle desteklerken bu ülkenin en temel problemini ortadan kaldırmasını bekliyorduk. O problem devletin toplumun herhangi bir kesimini ötekileştirmesiydi. Bunca zaman devlet dindarları, Kürtleri, solcuları, Alevileri hep dışlanması gereken insanlar olarak görmüştü. Biz yeni Türkiye’de AK Parti’nin öyle bir sistem getireceğine inanıyorduk ki, bu düzende hukuk mutlak hakim olacak, kimse düşüncesinden, kimliğinden ya da inandıklarından dolayı dışlanmayacak, ötekileştirilmeyecek, işlemediği suçtan dolayı tasfiyeye maruz kalmayacaktı. İsteyen o dönemde yazdıklarımıza ve AK Parti’nin söylemlerine yeniden bakabilir.
Türkiye olarak çok sıkıntılı bir süreçten geçerken AK Parti, seçim öncesindeki ruh haline yeniden dönmek, ötekileştirilmenin kökünü kazıyacak şekilde evrensel bir hukuk düzeninin tesis edilmesini sağlamak zorundadır. Bunu yapmaması halinde bu ülkede çatışmaların, kavgaların önünü almak mümkün olmayacaktır. Üstelik de bu, galip gelenin bile zerre kadar bir şey kazanmadığı kavgadan ibarettir. Her şeyin akıp gittiği ve herkesin konup göçtüğü bu dünyada bizi yarınlara taşıyacak, yarınlarda da hayırla anılmamızı sağlayacak en önemli işlerden birisi evrensel hukukun tesisi olacaktır kuşkusuz.