Peygamberimiz(Hz.Muhammed)’in Hayatı
Ali KARATAŞ 01 Ocak 1970
İSLAM ÖNCESİ ARABİSTAN SİYASİ TARİHİ
Arap Yarımadası Tihame, Hicaz, Necid, Yemen ve Arud olmak üzere başlıca beş coğrafi bölgeden oluşmaktadır. Siyasi tarihi de genellikle Güney Arabistan, Kuzey Arabistan ve Hicaz bölgesi olmak üzere üç bölümde incelenir. Güney ve Kuzey Arabistan’da devletler kurulurken, Hicaz’da kabileler müstakil halde yaşıyorlardı.
İslam öncesinde kuzey Arabistan’da Nabatiler, Tedmürlüler, Gassaniler ve Hireliler hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan son ikisi İslam’ın doğuşuna dek varlıklarını korumuşlardır. Gassaniler Bizans imparatorluğuna, Hireliler de Sasani imparatorluğuna bağlıydılar. Aynı zamanda her ikisi de Hristiyanlığı kabul etmişlerdi.
Güney Arabistan’da önceleri Mainliler hüküm sürmüş, onların yerini Sebeliler almış, Sebelilerden sonra da Himyeriler devlet kurmuşlardır. Himyeriler zamanında Yemen’e iki dönem Habeşliler, daha sonra da Sasaniler hakim olmuşlardır. Himyerilerin son kralı Zünüvas’ın Yahudiliği kabul ederek Hristiyanlara zulmetmesi, Yemen tarihinde önemli yer işgal eder. Bundan yaklaşık elli yıl sonra, II. Habeş hakimiyeti döneminde Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmak üzere Mekke üzerine başarısız bir saldırıda bulunması Yemen ve Mekke tarihi açısından önemlidir. Ebrehe’nin ölümünden kısa bir süre sonra Sasaniler Yemen istila edip kendilerine bağlı bir vilayet haline getirdiler.
İslam doğduğu sırada Yemen’e Sasaniler hakimdi. İslam tarihinde Hicaz’ın yeri çok önemlidir. Çünkü İslam dini bu bölgede doğmuş, Hz. Peyamber de burada yaşamış ve İslam’ı burada tebliğ etmiştir. Mekke, Medine ve Taif bölgenin üç önemli şehridir. Mekke’ye ilk olarak Amalika, onlardan sonra Cürhümlüler, daha sonra da Huzza kabilesi hakim olmuştur.
Kusay b. Kilab ile birlikte Huzza’dan Kureyş’e geçen Mekke hakimiyeti, İslam’ın doğduğu sırada bu kabilenin elinde bulunuyordu. Yalnız Kureyş’in bu dönemde emiri veya kralı yoktu. Şehir, kabile temsilcilerinden oluşan bir meclis tarafından yöneltiliyordu. Kamu görevlileri kabileler arasında paylaşılmıştı. İslam’ın doğduğu sırada Medine’de Nadir, Kaynuka ve Kurayza adlı Yahudi kabileleriyle, Evs ve Hazrec adlı Yemen asıllı Arap kabileleri oturuyordu. Taif’te ise Sakif kabilesi yaşamaktaydı.
İSLAM ÖNCESİ ARAP TOPLUMU
Arabistan’ın asıl sakinleri Araplardır. Araplar, soyları devam etmeyen, nesilleri kesilmiş Araplar(Arab-Baide) ve soyları devam eden Araplar(Arab-ı Aribe) olmak üzere ikiye ayrılırlar. Soyları devam eden Araplar da Kahtaniler ve Adnaniler olmak üzere üki kısımdır. Kahtanilere, asıl vatanları Güney Arabistan olduğu için Güney arapları, Adnanilere de Kuzey Arapları denir.
Yaşayış tarzı bakımından Araplar bedevi(göçebe) ve hadari(şehirli), yerleşik hayat süren olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bedeviler çöl ve vahalarda hayvanlarıyla birlikte konar-göçer olarak yaşarlar. Hadariler de köy, kasaba ve şehirlerde kendi mahallerinde hayat sürerler. Toplum yapısı hem bedevilerde ve hem de hadarilerde kabile esasına dayanır. Kabilenin bir başkanı ve bu başkana yardımcı olan bir de meclis vardır. Kabilede dayanışma ruhu (asabiyet) esastır.
Cahiliye Araplarından kan davaları yaygındı. Kabileler arasında çeşitli sebeplerle savaşlar(Eyyamü’l Arab) meydana gelirdi. Aile müessesi mevcuttu.
Arapların İslam’dan önceki dini ve sosyal hayat telakkileri cahiliye kavramı ile ifade edilmiştir. Bu kavram, Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis_i Şeriflerde, Arapların İslam’dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını İslam dönemdekilerden ayırmak için kullanılmıştır.
İslam’dan önce Arap yarımadasında Yahudilik, Hristiyanlık, Putperestlik, Mecusilik, Sabiilik gibi dinler mevcuttu. Bunun yanında hanifler de vardı. Fakat en fazla putperestlik yaygındı. Putperestlikle birlikte, Hz. İbrahim dininden kalma Allah inancı, hac ve umre gibi ibadet şekilleri de, zaman içinde uğradığı birtakım değişikliklerle varlıklarını sürdürüyorlardı. Putperestlikten sonra, iki semavi din olan Yahudilik ve Hristiyanlık geliyordu.
Arap yarımadasının ekonomisi ağırlıklı olarak ticarete dayanıyordu. Bunun yanında tarım ve hayvancılık da önemli bir yere sahipti. İslam’ın doğduğu sıralarda ticarette en başarılı ve meşhur kabile, yaz ve kış seyahatleri ile ünlü olan Kureyş kabilesiydi. Arabistan’ın çeşitli yerlerinde panayırlar kurulur, bu panayırlarda alışveriş yapılır, kabileler arası ihtilaflar çözülür, şiir yarışmaları tertiplenirdi.
PEYGAMBERLİĞİNE KADAR HZ. MUHAMMED
Hz. Muhammed, Mekke’de oturan Kureyş kabilesinin Haşim oğulları koluna mensuptur. Babasının adı Abdullah’tır. Annesi Amine ise Kureyş’in Zühre oğulları kolundandır. Doğumundan önce babası Abdullah vefat etti. Hz. Muhammed, 20 nisan 571’de Mekke’de dünayaya geldi.
Doğumundan kısa bir süre sonra, Hevazin kabilesininin Sa’d b. Bekr kolundan Halime adlı sütanneye verildi. Beş yaşına kadar Hevazi yurdunda kaldıktan sonra annesine teslim edildi. Altı yaşında iken annesi ve dadısı ile birlikte babasının kabrini ziyaret amacıyla Medine’ye gittiler. Burada bir ay kaldıktan sonra Mekke’ye dönerken yolda Ebva denilen yerde annesi vefat etti ve orada defnedildi.
Hz.Muhammed bundan sora dedesinin himayesinde yaşamaya başladı. Sekiz yaşında dedesi vefat edince amcası Ebu Talib’in himayesine girdi. Yirmi beş yaşında Hatice ile evleninceye kadar amcasının yanında yaşadı. Ona işlerinde yardımcı oldu. Yirmi yaşında Ficar savaşlarına ve peşinden Hılfülfudül cemiyetine katıldı. Yirmi beş yaşında iken Hatice ile evlendi. Bu evlilikten Kasım, Abdullah, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma adlı çocukları dünyaya geldi. Otuz beş yaşında Kureyş tarafından Kabe’nin yeniden inşası sırasında Hacerülesved’in yerine konulmasında hakemlik yaptı. Otuz beş yaşından kırk yaşına kadar her yıl Ramazan ayında Hira mağarasında inzivaya çekilmeye başladı. Kırk yaşına geldiğinde Hira’da inzivaya çekildiği esnada kendisine vahiy geldi.
Hz.Muhammed yetim ve fakir olarak büyüdü. Ümmi idi; okuma-yazma öğrenmemişti. Esas mesleği ticaretti. Büyüme çağında çobanlık da yaptı. Dürüstlüğü, güvenilir oluşu ile ünlü idi. Zeki, sakin, kendine güvenli, ölçülü ve dengeli davranışlara sahip, sözü dinlenen, herkes tarafından sevilen ve takdir edilen bir karaktere sahipti. Yalan söylemez, akraba hakkını gözetir, ailesiyle ilgilenir, yetimleri gözetir, muhtaçlara, zayıf ve güçsüzlere yardımda bulunur, misafire ikram eder, herkesle iyi geçinirdi. Şair değildi. Putlara tapmaz, onların önünde eğilmezdi. Yaşadığı dönemde Arap yarımadasında yaygın olan Yahudilik, Hristiyanlık, Mecusilik gibi dinlere, batıl inançlara itibar etmezdi. Allah’a ve ahiret gününe inanır, Kabe’yi tavaf ederdi.
İSLAMIN MEKKE DÖNEMİ
Hz. Muhammed kırk yaşında iken 610 yılında Ramazan ayının yirmi yedinci gecesinde Hira mağarasında kendisine vahiy geldi. Bu suretle o, peygamber olarak görevlendirilmiş oluyordu. Kendisine ilk gelen emir “oku” idi. Daha sonra insanları Allah’ın birliğine, kendisinin onun elçisi olduğuna ve .Allah’ın emirlerine itaat etmeye davetle görevlendirildi. İnsanları önce gizli, daha sonra da açıkça İslam’a davet etti Önce ev halkı, daha sonra da bazı yakın dostları davetini kabul ettiler.
İlk müslümanlar arasında toplumun her kesiminden insanlar bulunuyordu. Hz. Peygamber, İslma’ı tebliğ ettiği yıllarda tebliğ faaliyeti için elverişli olan Darülerkam’ı merkez olarak seçti.
Hz. Peygamber, putları kötülemeye, putperestliğin aleyhinde konuşmaya, putların ve puta tapanların cehennemlik olacaklarını bildirmeye başlayınca müşrikler kendisine çatmaya, ona düşmanlık etmeye başladılar. Başta zayıf ve kimsesizler olmak üzere müslümanlara ve hatta bizzat kendisine işkence yaptılar. İslam’ın yayılmasını engellemek için her türlü çareye başvurdular. Yeğenini davasından döndürmeye veya himayeden vazgeçmesi için Ebu Talib’e sık sık heyetler gönderdiler. Ancak ne pahasına olursa olsun Hz. Peygamber davasından vazgeçmedi; Ebu Talib de ölümüne dek onu korumaya devam etti.
Müşriklerin İslma’a muhalefetinin arkasında dini, sosyal, ekonomik ve psikolojik sebepler yer almaktadır. Bu sebepler de inançlara bağlılık, tutuculuk, yaşayışlarının Kur’an-ı Kerim’in öngördüğü ahlaka uymaması, ahirete inanmamaları, İslam’ın insanları eşit kabul etmesi, kabile rekabetleri ve kıskançlık olarak özetlenebilir. Hz. Hamza ve Ömer’in İslam’a girmesi ile müslümanlar az da olsa güçlendiler. Müslümanların bir kısmı Habeşistan’a hicret etti. Mekke’de kalan müslümanlarla, Hz.peygamber’i himaye eden Haşim ve Muttalib oğullar Ebu Talib mahallesinde üç yıl süreyle (616-619) sosyal ve ekonomik boykot altında tutuldular. Boykot sona erdikten sonra aradan bir yıl geçmeden Ebu Talib ve Hz. Hatice vefat etti Bunun üzerine Hz. Peygamber İslam’ı tebliğ için yeni mekanlar aramaya başladı. Bu maksatla gittiğ, Taif’ten umduğunu elde edemeden gerei döndü. Hac dolayısıyla Mekke’ye gelen kabilelere İslam’ı tebliğ ederken, nübüvvetin on birinci(620) Hazrec kabilesinden altı kişi Akabe mevkiinde onun davetine icabet ederek İslam’ı kabul ettiler. Ertesi yıl Medineli müslümanların sayısı artarak on iki kişi yine Akabe mevkiinde ona biat etti. Nübüvvetin on üçün yılın(622) ise yetmiş beş Medineli müslüman yine aynı yerde ona biat ederek kendisini ve müslümanları Medine’ye davet ettiler. Bu davete istinaden müslümanlar peyderpey Medine’ye hicret ettiler. Hz. Peygamber’in de son Akabe biatından üç ay sonra Hz. Ebu Bekir’le birlikte Hicret etmesiyle İslam’ın Mekke devri sona erdi ve Medine dönemi başlamış oldu.
MEDİNE’YE HİCRET VE İLK İSLAM TOPLUMUNUN TEŞEKKÜLÜ
620-622 yılları arasında Evs ve Hazrec’den pek çok kimsenin İslam’a girmesi ve Akabe Biatlarında müslümanların Medine’ye hicretinin kararlaştırılması üzerine müslümanlar Medine’ye tek tek ve gruplar halinde hicret ettiler.
Mekke müşriklerini Hz.peygamber’i öldürmeye karar vermeleri üzerine o da Medine’ye hicret etti. Hicretle birlikte İslam’ın Mekke dönemi kapanmış, Medine dönemi başlamış oluyordu. Hicret, İslam ve dünya tarihinde en önemli olaylarından biridir. Nitekim bu öneminden dolayı Hz. Ömer zamanın da 17/638 yılında takvim başı olarak kabul edilmiştir.
Hz. Peygamber’in Medine’de ilk işi bir mescid inşa etmek olmuştur. Mescidin bitişiğine kendisinin oturacağı odalar yapılmıştı. Mescid-i Nebevi öncelikle bir ibadet mahalli idi. Bunun dışında Hz. Peygamber burada sahabilerle sohbet yapar, askeri kararlar burada alınır, elçiler burada kabul edilirdi. Mescid-i Nebevi, müslümanların cemaatleşmesinde, müslümanların eğitilmesinde önemli rol üstlenmiş bir mekandır. Mescid-i Nebevi’nin bitişiğine üzeri hurma dalları ile örtülü bir gölgelik yapılmıştı. Suffe denilen bu mekanda kalanlara Ehl-i Suffe veya Suffe Ashabı denilir. Çoğu kimsesiz ve bekarlardan oluşan bu kimseler ilim tahsili ile meşgul olurlar, okuma yazma ve Kur’an öğrenirlerdi.
Hz.Peygamber, Mescid-i Nebevi’nin inşasından sonra ensar ile muhaciri kardeşleştirmiştir. Muahat(kardeşleştirme) denilen bu sistem sayesinde muhacirlere maddi ve manevi destek sağlamış, muhacirlerin garipliği ve mahzunluğu giderilmiş, Mekkeli müslümanlarla Medineli müslümanların birbiriyle kaynaşmaları temin edilmiş oluyordu.
Kardeşleştirme müessesi teşkil edildikten sonra Medine’nin güvenliğini sağlamak, yahudilerin tehlike oluşturmasını önlemek maksadıyla Hz. Peygamber müslümanları, yahudileri ve müşrik Arapları bir çatı altında teşkilatlandırdı. Yapılan antlaşmayı yazıya geçirerek sağlam hale getirdi. Hz. Peygamber antlaşmasının bozulmaması için son derece itinalı davranmasına rağmen yahudiler zaman içinde antlaşmayı ihlal ettiler.
Nüfus sayımı yapılması, Hz. Peygamber’in Hz. Aişe ile evlenmesi, ezanın meşru kılınması, ramazan orucunun ve zekatın farz kılınması hicretin birinci ve ikinci yıllarında meydana gelen diğer önemli gelişmelerdir.
MÜŞRİKLERLE İLİŞKİLER
İslamda savaşa meşru müdafaa, İslam davetini güvence altına almak, İnsan haklarını ve din hürriyetini güvence altına almak, Ahdi bozanları cezalandırmak ve İslam devletini yabancı saldırılardan korumak gibi sebeplerle izin verilmiştir.
Hz. Peygamber’in bizzat katıldığı seferlere gazve, kendisi katılmayıp bir sahabinin kumandanlığında gönderdiği birliklere de seriyye adı verilir. Bedir savaşında(2/624) önce dört seriyye gerçekleşmiştir. Bunlardan sadece Abdullah b. Cahş başkanlığındaki Batn-ı Nahle seriyyesinde kan dökülmüştür. Şu kadar var ki, Hz. Peygamber Abdullah b. Cahş’a kan dökmelerini emretmemişti.
Müslümanlarla müşrikler arasında ilk savaş Bedir Gazvesidir. Bu savaş Ebu Süfyan’ın idaresinde Suriye’den dönen Kureyş kervanın korumak üzere Mekke’den Bedir’e gelen müşrik ordusunun, kervanın kurtulmasına rağmen müslümanlarla savaşmak istemesinden meydana gelmiştir. Bu savaşta kesin zafer elde eden müslümanlar pekçok ganimet ve çok sayıda esir ele geçirmişlerdir. Müşrikler Bedir yenilgisini intikamını almak üzere üç bin kişilik bir ordu hazırlayarak Uhud’a gelerek müslümanlarla savaşmışlardır.
Uhud savaşından sonra Kureyş dışındaki bazı müşrik kabileler de müslümanlara düşmanlıklarını artırmışlar. Bi’r-i Maune’de Amir b. Sa’saa kabilesi, Reci mevkiinde ise Hüzeyl kabilesi seksene yakın savunmasız İslam davetçisini haince şehid etmişler, Lihyan oğullarının esir alarak Kureyş müşriklerine sattıkları Hebeyb b. Adi ve .Zed b. Desinne de işkence ile idam edilmişlerdir.
5/627 yılında meydana gelen Hendek savaşı, bazı yahudilerin tahrikiyle Kureyş ve diğer müşrik kabilelerin ittifakıyla gerçekleşmiştir. Hendek kazma işi müslümanları yormasına rağmen, bu sayede kan dökülmesi önlenmiş ve müşrikler hedeflerine ulaşamadan yurtlarına dönmüşlerdir.
Hendek savaşından bir yıl kadar sonra Kureyş müşrikleriyle, umre maksadıyla Mekke’ye giden müslümanlar arasında imzalanan Hudeybiye Musalahası, müslümanları aleyhine gibi görülmesine rağmen bilakis lehlerine olmuş, barış döneminde İslam yayılmış, musalahadan hemen sonra Hayber fethedilmiş, antlaşmanın müşrikler tarafından bozulması Mekke’nin fethine vesile olmuştur.
YAHUDİLERLE VE HRISTİYANLARLA İLİŞKİLER
Hicret esnasında Medine halkının yaklaşık yarısı yahudilerden oluşuyordu. Hz. Peygamber onlara başlangıçta yumuşak davranmış. Medine sözleşmesinde onları ümmetin bir parçası olarak kabul etmiştir. Hicret’in birinci yılında yahudi Abdullah b. Selam ve ailesi müslüman olmuştur. Hz. Peygamber Medine sözleşmesinin bozulmaması için elinden gelen gayreti göstermiş, ancak yahudiler anlaşmayı ihlal edici davranışlar içine girmişlerdir.
Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı ilk bozan yahudi kabilesi Kaynukaoğullarıdır. Onlar Bedir Gazvesinde müslümanların elde ettiği başarıyı kıskanmışlar ve onların galibiyetini Kureyş’in savaş tekniğini bilmeyişine bağlamışlar; kendilerinin usta savaşçı olduklarını belirterek müslümanları tehdit etmişlerdir. 2/624’de Hz. Peygamber Kaynuka oğullarını kuşatmış, onlar da mallarını ve silahlarını Medine’de bırakarak Suriye’nin Ezriat şehrine yerleşmişleridir.
Medine antlaşmasının ihlal ederek İslama ve müslümanlara hakaret eden ve müşriklerle işbirliği yapan Ka’b b. Eşref 3/624 yılında öldürülmüştür.
Yine Medine sözleşmesine aykırı olarak müşriklerle ittifak kuran ve Hz. Peygamber’e suikast tertipleyen Nadir oğulları 4/625’te menkul mallarını yanlarına almalarına müsaade edilerek Medine’den çıkarılmışlar; Hayber’e ve Suriye taraflarına gitmişlerdir.
Kurayzaoğulları Hendek savaşında(5/627) müslümanları arkadan vurmaya teşebbüs ederek savaş suçu işlemeleri sonucunda kendi müttefiklerinden seçmiş oldukları hakemin Tevrat’ın hükümlerine göre verdiği karar uyarınca erkekleri idam edilmiş; malları ganimet sayılmış; kadınları ve çocukları esir edilmiştir.
7/628 yılında bir fitne yuvası haline gelen ve İslam devleti için tehdit unsuru oluşturan Hayber fethedilmiş; yahudilerin malları ganimet olarak alınmış; kendileri de arazilerini işleterek mahsulün yarısını İslam devletine vermek şartıyla topraklarında bırakılmışlardır.
İslamın doğduğu sırada Arabistan’a komşu olan Hristiyan ülkelerden Habeşistan’la iyi ilişkiler kurulurken, Bizansla ilişkiler özellikle hicri altıncı yıldan sonra mücadele şeklinde gelişmiştir. Hz. Peygamber’in Busra balisine gönderdiği elçi Hari b. Umeyr, Bizans’ın diğer valisi Şurahbil. B. Amr tarafından öldürülmüştür. Bu uluslar arası hukuk ihlaline karşılık vermek üzere Hz. Peygamber 8/629 yılında Mute’ye üç bin kişilik bir ordu göndermiştir. Bu ordu yüz bin kişilik Bizans ordusu karşısında ezilmeden Medine’ye dönmeyi başarmıştır.
Gassanilern müslümanlara karşı savaş hazırlığına başladıklarını haber alan Hz. Peygamber 9/630 yılında otuz bin kişilik bir ordu hazırlayarak Tebuk seferine çıkmıştır. Ancak Tebuk’e varıldığında Medine’ye ulaşan haberlerin asılsız olduğu ortaya çıkmıştır. Tebuk çevresinde oturan bazı yahudi ve hrıistiyan zümreler cizye vermeyi kabul ederek islam devleti hakimiyetine girmişleridir.
Necranlı Hristiyanlardan altmış kişilik bir heyet 9/630-631 yılında Medine’ye gelerek Hz.peygamber’le, dinlerinde kalmak ve cizye vermek şartıyla antlaşma yapmışlardır.
HZ. PEYGAMBER’İN SON YILLARI VE VEFATI
Hicretin 9. Yılına İslam tarihinde “Senetü’l Vüfud”(heyetler yılı) denir. Bu yılda Arap yarımadasının çeşitli bölgelerinde oturan kabileler, ya müslüman oldukları bildirmek , ya da bazı şartlarla İslamı kabul etmek, ya da İslamı kabul etmemekle birlikte, cizye vererek İslam hakimiyetini kabul etmek için Medine’ye heyetler göndermişlerdir. 9. Hicri yılda heyetler yoğun bir şekilde gelmiş ve bu durum hicretin 10. Yılında da devam etmiştir.
Hicretin 9. Yılında hac farz kılınmış, ancak o yılda Hz.peygamber bizzat kendisi hacca gitmeyerek Hz. Ebu Bekir’i hac emiri tayin etmişti. 10/632 yılında Hz. Peygamber hacca gitti. Burada hac ibadetinin bütün hükümlerini hem nazari ve hem de pratik olarak gösterdi. Bu, haccın farz kılınmasından sonra Hz.peygamber’in ilk haccıdır; bu hac esnasında sahabilerle vedalaşmış, vefat etmeden önce bu onun son haccı olmuştur. Onun için bu hacca “Veda Haccı” denir. Hz. Peygamber’in 9 zilhicce 10/6 Mart 632 Cuma günü sayıları 140.000 civarındaki topluluğa Arafat’ta irad ettiği hutbe “Veda Hutbesi1 diye meşhur olmuştur. Veda hutbesi, insan hakları açısından ve Hz. Peygamber’in bir vasiyeti mahiyetinde olması bakımından önem arzeder, Anahatlarıyla Tevhid, emanete riayet, can, mal ve namus emniyeti, kan davalarının kaldırılması, sidane ve sikaye dışındaki cahilliye kurumlarının kaldırılması; eşlerin karşılıklı hakları, kısas ve miras gibi hukuki meseleleri içermektedir.
Hz. Peygamber’in vefatından önce Yemen’de Esved el-Ansi Hz.peygamber’in vefat ettiğ günlerde, Müseylimetü’l Kezzab ise Hz. Ebu Bekir zamanında ortadan kaldırılmıştır. Hz. Peygamber vefatından önce Usame b. Zeyd komutasında bir orduyu Suriye taraflarına göndermek üzere hazırlamış; onun hastalığının ağırlaşması ve vefatı üzerine hareket edemeyen bu ordu, Hz.Ebu bekir döneminde sevkedilmiştir. 11. Hicri yılın Safer ayının sonlarına doğru(mayıs 632) hastalanan Hz. Peygamber 14 Rebiülevvel 11/8 Haziran 632 Pazartesi günü vefat etmiştir