« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Ağu

2013

TAŞLARIN HAKANI Servet SOMUNCUOĞLU’na bir Gökcül YIR Dillendirememek Acısı ile

Ahmet Haldun Terzioğlu 01 Ocak 1970

 Ozan olsaydım eğer, kutlu bir YIR dillendirirdim Servet SOMUNCUOĞLU kandaşımın anısına. Hele bir de kopuzum olsaydı...
İşte ben böylesi kutlu yitiklerimden sonra çok yanarım ozan olmadığıma.
Bir başkadır çünkü. Tanrı buyruğunca haktır ki herkese nasip olmaz. Bana da nasip olmadı!
Bugün de acı içindeyim bin kat fazlasıyla.
Görevimi tam kılamıyor, kandaşım Servet’e bir YIR sunamıyorum.
Ozan değilim! Yazık!
Ozan olamadığıma kargış!
Kalemimin, sözcüklerimin yetmezliğinde, bir destan düzmek dileğindeyim. Ona da kendimi yetkin bulmuyorum.
Kalemime kargış!
Ah bu duygular!
Ah bu acının söylemlerini sunma yetersizliği.
Yoksa neler neler söylenmeli, yazılmalı Servet SOMUNCUOĞLU için, biliyorum; ama tam olarak...
Nideyim?
Yazsam yetmez, yazmasam olmaz!
Azımız çoğa sayılsın!
Yettiğince yazamadığımız bilinsin!
Yazamadıklarımız, yeteneksizliğimize verilsin!
Elimden gelen, kalemimce yeten, işte bunlar:
Yiğitler, sessiz uçmaklığı seçerler. Bir garip döngü, bir bilinmez Tanrı buyruğu. Aslında yaşarken de sessiz, ama derindendirler. Tutkuları yakalanmayacak yükseklikte, Ülküleri, Göksel...
Sesleri yitik...
Aslında seslenirler de yalnızca duymak isteyenlere...
Duyabilenlerden olmak ne mutlu!
Bu ruhun etkinliğinde olup da düşlediklerini gerçekleştirememek, yapmak istediklerini yapamamak nasıl bir iç kavga yaratır insanda; ancak yaşayan bilir.
Bir de anlatıldığında anlayan.
Onca uslu olup, onca ufuklu olup, usu zorladıkça, usunun uzanmak dilediği ufuklara uzanamamak nasıl bir yürek yırtınmasıdır; ancak yaşayan bilir.
Bir de anlatıldığında anlayan.
Bir ötesini aramak, bulduğunun bir ötesine uzanmak, yükünü artırdıkça daha bir yük aramak... Aşktır, sevdadır, kara sevdadır...
Uçmaklığa, çözümsüz, ölümsüz sevdadır.
Ama ne sevdadır!
Taşlarda bulmuştu beklediği imleri.
İlk bulduğu taş, imli taş, tamgalı taş, onu taşların acununa çekip, TAŞLARIN HAKANI kılmıştı.
Başka bir orun yakışmaz yiğit kandaşıma.
O taşların HAKANI...
Taşları Türk yapan, Türk taşlarda Türk imi, Türk tamgası arayan, onları bulup, bedizleyip kaydeden...
Kim bilir kaç taşın başında oturup, zamanı yitirmiş, taşla bir taşlaşmış, taşla bir kez daha Türkleşmiş, taşla bütünleşmiş...?
Kim bilir, neler görmüş, neler okumuş; çok kişinin anlamsızca bakmaktan bir adım öteye geçmediği çiziklerde?
Kim bilir taşlar ona neler anlatmış, o anlatılanların ne kadarını bize anlatmış; ne kadarını almış yanında gitmiş?
Kim bilir neler görmüş, anlamış, söyleyemediği?
Kim bilir neler gömmüş yüreğine ki.....
Yüreği dayanmadı işte!
Yürek dayanmaz usun bile kaldıramadığına...
Dayanamadı TAŞLARIN HAKANI’nın yüreği de...
Çünkü taş yürekli değildi; taşlara sevdalı olsa da...
Çok gece, sabahı bulurduk sözleşilerimizle. Birbirini anlayan, aynı duygularla, TÜRK ve TÜRKLÜK sevdası ile yürekleri yanan iki kandaş...
Gördükleriyle yaşadığını, bulduklarıyla yaşadığını, gördüklerine, bulduklarına doyamadığını biliyorum.
Oralarda, Gök altındaki Türk yurdunda, Tanrı Dağları’nda Türkistan’da...
Göç yollarında her yerde...
En sonunda Anadolu'da...
Türk izi kovalarken; taşları ararken....
Kendi izlerini kattı da gitti.
Zorluklara, parasızlığa, engellemelere, zorlamalara, durdurmalara kafa tutarak, inadına, inadına üreterek, inadına savaşarak; yazdı, çizdi, bedizledi, kaydetti.
Bıraktı da gitti.
Türk olarak doğmanın suçunda, anlaşılmaz suçunda, kendini suçlayanlara gülerek...
Gülerek gitti.
Bulunmazları bularak, bilinmezleri bilerek, bildirerek, kafalara çaka çaka öğreterek...
Hakan gibi gitti!
Taşların HAKANI Servet Somuncuoğlu...
Türk izlerinin izcisi, Türk kültürünün emekçisi, Türk dünyasının taş bilicisi...
Varını, yoğunu, gücünü, dilini, kalemini Türk için tüketti, tüketti de gitti.
Yüreğini verdi de gitti.
Orhun Anıtları’nı koskocaman bedizleyip, unutulmaz, yitmez tablolara aktardığında, öylesine mutlu ve heyecanlıydı ki.
“En çok parasal zarar ettiğim; ama en büyük hazzı, mutluluğu bulduğum görev” diye anlatırdı, görev aşkı ile.
Evet, çok zarar etmiş; ancak ortaya müthiş bir eser çıkarmıştı.
Bilenlere ve anlayanlara...
“Türklüğe olan aşkım olmasa, atalarıma karşı kendimi borçlu hissetmesem, bu milleti uçmaklığa sevmesem, bu dertler çekilmez ağabey!” derdi her söyleşmemizde.
“Zor, çok zor ve öylesine engeller çıkarılıyor ki karşıma, anlatamam. Anlamakta da zorlanıyorum. Türk devleti, Türk devletinin Türk olduğunu düşündüğüm yetkilileri, Türk’le ilgili ne konu olursa, neden engel koymak derdinde? Neden abuk sabuk işlere para akıtılırken, Türk tarihini derinden etkileyecek çalışmalarda önüme setler çekilir?”
Anlamak zor!
Oysa o Anadolu’nun, çok, çok eskilerden beri Türk yurdu olarak; Türkler tarafından seçildiğini, atalarımızın yurt tuttukları bu toprakların her yanında, dağlarına, taşlarına tamgalarını vurduklarını, silinmez izler bıraktıklarını biliyor, onları bir bir buluyor, kaydediyordu.
Çok kez uzaklardan gelirdi sesi.
“Buldum!” derdi heyecanla, “Ağabey müthiş bir tamga buldum!”
O bulurdu. O Taşların Hanı’ydı ki taşlar onun buyruğunda...
O bulurdu! Üniversitelere yazar, belge gönderir, hocaları sesler, “Ya hu gelip bir de siz bakın! Onaylayın!” diye yalvarırdı. Çok az kişi sesini duyar...
O yıkılmazdı. Çünkü HAKANLAR yıkılmazdı.
Türk yıkılmazdı.
Yeniden, yeniden başlar... Yeniden yeniden bulur... Yeniden yeniden yazar....
Yeniden...
Yüreği dayanmadı işte!
Yüreksizler; gözünüz aydın!
TAŞLARIN HAKANI'NIN YÜREĞİ; TÜRK İÇİN ATARKEN DURDU!
YA sizin, hiç olmayan yüreğiniz...
Biliyordu elbette umarsızların, satılmışların, hainlerin, şerefsizlerin çokluğunu. Vurdumduymazların, aldırmazların, koltuk ve makam hayranlarının çokluğunu...
Adam yokluğunu, biliyordu elbet.
Çok önemli bilgiler aldım söyleşmelerimizde. Bana çok şey öğretti.
Hakkını helal et TAŞLARIN HAKANI...
Yayıncı konusunda da ilk ondan uyarı geldi bana “Aman ha dikkat et! Kitaplarını harcatma...”
Sözünü dinledim.
GALLEMİT’e çok bel bağlamış...
Ancak...
Kahraman seçtiği kişide çok şey gördüğünü dillendirir...
Kitabında şöyle anlatır.
"Bu kitapta anlatılanların hepsi gerçektir ve romanın esrarengiz kahramanı hala hayattadır.
Mektupları uzatıyorum. o hiç okumadan, tek tek elden geçiriyor mektupları. Toplam on üç mektup. Mektuplardan hiçbiri aynı kağıda yazılmış değil, yani biri sigara kağıdına, bir diğeri dosya, başka biri asker defterinden koparılmış sayfa, teksir kağıdından koparılmış bir parça. istanbul'u, gemiyi, evi, barkı her şeyi unuttuk. öylece mektuplara bakıyoruz. O sormuyor, ben de anlatmıyorum. Suskunluk büyüyor, o mektuplara dalıyor, ben kubbeleri seyrediyorum, sol tarafıma kız kulesi düştü şimdi. aziz, elindeki mektupları bana uzattı ve kendi kendine söylendi. 'Bey oğlu bey, köle oğlu köle olmak rızasındadır...' bu adam kim? ? ?
Bu adam bir 'kam', bir 'bilici' Azizciğim! ! ! ...”
GALLEMİT’te anlattığı kişi, anlatmaya çabaladığı kişi geçenlerde basına konu olmuş, değişik, ilginç bir hayat yaşayan kişidir. Raslantı ya o kişi Servet’in askerlik arkadaşıdır. Fikren, düşünce olarak tamamen karşısında…
Ancak...
Yazmış Taşların Hakanı…
Bir bildiği vardı mutlaka…
Ve geçenlerde, o kişinin oğlu, Gezi olaylarında hayatını yitirdi…
Ethem Sarısülük...
GALLEMİT; babası, MUZAFFER SARISÜLÜK
Vardı bir bildiği…
Mutlaka vardı!
Kırk dokuz yıl kaldı acunda SERVET SOMUNCUOĞLU...
Yalnızca kırk dokuz yıl…
Koca koca yaşanmış, eserlerle bezenmiş kırk dokuz yıl…
Yüreği anca dayandı bunca yüke…
Anca dayandı…
Taşların Hakanı Servet Somuncuoğlu, kimseye yük olmadan, duyurmadan, öylece çekip gitti.
Ağladım, çok ağladım ağlamamı istemediğini bile bile.
Bir taş bulup onunla sildim gözyaşlarımı.
Böylece uğurladım YİĞİT HAKANI!
Taşların Hakanı adına kocaman bir taş dikmek gerek ki onu imlesin acun durdukça…
Bir öncü çıksın! Biz de üzerimize düşeni yapalım!
TAŞLARIN HAKANINI TAÇLANDIRALIM!
İnançlı, odlu, heyecanlı; artık atmayı bırakmış Yüce Yüceği için…
TAŞLARIN HAKANI, SERVET SOMUNCUOĞLU İÇİN...
El Fatiha…
NOT: Başardım!
Orununu ben adlandırdım kandaşım!
Ne mutlu ki bundan böyle hep "TAŞLARIN HAKANI" olarak anılacaksın!
Bu orunun kutunda, Rahmet Ulu Tanrı'dan!
Huzur içinde uyu yurdunda!
Unutulmayacaksın!

Yusuf Yılmaz ARAÇ

21 Eki 2024

1969 SEÇİMLERİ ÖNCESİ; ŞÛLE YÜKSEL ŞENLER, MEHMED ŞEVKET EYGİ, MUSTAFA POLAT, MÜNEVVER AYAŞLI ATSIZ: NURCULUK DENİLEN SAYIKLAMA Millî Hareket, Ekim 1969, Sayı 39.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

14 Eki 2024

Halim Kaya

30 Eyl 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 121,49 M - Bugn : 151125

ulkucudunya@ulkucudunya.com