YABANCI DİLLE ÖĞRETİM İHANETTİR!
Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU ile Mülâkat 06 Aralık 2006
-Sayın Sinanoğlu, ilim sahanız apayrı bir dal olduğu halde neden Türkçe'yi bir dâva haline getirdiniz?
-Bunu hep soruyorlar, neden ilimden teknikten bahsetmiyorsun, diye. Bahsedeceğiz de, dil olmadan hiç bir şey olmuyor. Dil olmadan millet olmaz. Millet olmayınca da, toplum köleleşir. Üst tabakası acenta, alt tabakası hamal durumuna gelir. Fizikten matematikten ben de bahsetmek istiyorum, ama bir yanda dil gidiyor. Dünyada Türk'ü tarihten silme çabası var. Böyle âcil bir mesele karşısında herkesin önce dille uğraşması lâzım.
-Türk'ü tarihten silme çabasında, dille ilgili olarak, nasıl bir taktik uygulanıyor?
-Bir zamanlar milliyetçilerin düzenlediği toplantılarda, çok iyi milliyetçi olarak bilinen insanların değme masonlara taş çıkartan propagandalarını dinledik. Bu ne biçim iştir, diye sorduk. Çok iyi bir milliyetçidir, anti-komünisttir, cevabını aldık. Ha, o zaman uyandık.
“Milliyetçilik eşittir anti-komünizm” haline getirilmiş, bir çoğunun kafasında. Orada bir kavramı kaydırmışlar. Solculara da yapmışlar, aynı şeyi. Sol deyince aklıma anti-emperyalizm gelirdi. Bir baktık ki, sol da Amerikancı. Onu da değiştirmişler. Ayrıca, o da “solculuk eşittir
anti-faşizm”den ibaret kalmış.
Amerika'daki Ford Vakfı'nın, 70'lerde, merkezine gittim. Bu Vakıf, Türkiye'de de epey faaliyetlerde bulundu. “Hani siz, Türkiye'yi komünizme karşı koruyordunuz. Nasıl oluyor da, komünistleri destekliyorsunuz?” dedim. Ford'un, Türk Masası'ndaki adam yarı buçuk Türkçe’si ile; “Ne olacak?” dedi. “Onlar liberal”. Ha, orada da uyandık. Ne demek, liberal? Yani, gayr-ı millî.
Batı'nın derdi ne komünizmdir, ne dinciliktir, ne solculuktur. Bir tek dertleri, millî menfaatlerini düşünenlere düşmanlıktır. Bunlara, ya faşist derler, ya komünist derler. Şimdilerde durum değişti. Şimdi de laik, anti-laik, yobaz, gerici, fundemantalist gibi
laâflar ürettiler. Bunları bütün dünyaya yayarlar. Bakın, burada kelime oyunlarına dikkat etmek gerekiyor. Çünkü burada, yine dilin önemi ortaya çıkıyor. Bu Amerika'nın bilinen taktiğidir. Altı ay, bir sene öncesinden bir kelime türetir. Şimdilerde “fundemantalizm” buna
örnektir, birdenbire hiç yeri yokken bütün basında bu lâf geçer. Bir de bakarsınız kendi basınımızda herkes papağan gibi tekrarlamaya başlamış.
Milliyetçilik deyince, ben ve benden önceki neslin anladığı farklı bir kavramdır. Şimdi milliyetçilik kelime olarak nasyonalizm diye tanıtılıyor. Halbuki bir batı dilinde nasyonalizm deyince ırkçılık, şövenlik akla gelir. Başka da bir manâsı yoktur. Milliyetçilik nasyonalizm kaynaklı olarak tercüme edilince ırkçılık, faşistlik gibi menfî kavramlar çağrıştırılıyor ve gerçek milliyetçilik gözden düşürülüyor.
Ben, liseden beri bu çemberin içerisindeyim. İngiliz ajan Browning İngilizce eğitimi, bir Türk okulu olan Yenişehir Lisesi'nde başlattı. Yirmi sene sonra da, bu başarısından dolayı, İngiltere Kraliçesi'nden madalya aldı. 1953'e kadar Türkiye'de İngilizce eğitim yapan bir tek Türk okulu yok. Hatta buna tepki de vardı. Çünkü misyoner okullarının bir çoğunu Atatürk kapatmış.
1950'lere gelene kadar, yabancı dille eğitime direnme görülüyor. Yabancı dille eğitim veren, Robert Kolej, Sen Josef gibi bir kaç okul var. O zaman bu okullara İstanbul'un tatlı su frengi zenginlerinin çocukları giderdi. Bizler, misyoner okullarına gidenlere soğuk bakardık. Daha sonra özellikle Türk okullarına çengel attılar. Bir de baktık ki, her tarafta Anadolu Lisesi adıyla İngiliz misyonerliğini bize yaptırmaya başladılar. Maliyeti bize ödetiliyor. Ortada dolaşan yabancı misyonerler olmadığı için tepki de almıyor. Böylece muazzam bir beyin yıkama programı uygulandı. Bunu da, ilericilik, çağdaşlık adıyla aşıladılar. Bir kaç sömürge hariç, hiç bir Avrupa ülkesinde kendi dili yerine yabancı dille öğretim yapma yöntemi uygulanmaz. Çünkü bu, evvela pedagojik olarak son derece mahzurludur.
Karşınıza duyarsız tipler çıkar; “Aman efendim, çocuklarımız İngilizce öğrenmesinler mi?” diye sızlanırlar. Öğrensinler, yabancı dil dersinde, kurslarda öğrensinler. Ama diğer dersleri İngilizce öğretmeye kalkarsanız, ne o dersi, ne İngilizce'yi dosdoğru öğrenebilir. Kendi dilini de unutur, üstelik.
Dil milleti yüzdüren gemidir, yani inancın, hissiyatın, felsefenin sanatın, fikrin hepsi diline bağlıdır. Dil gidince, bunların hepsi gider. Geriye, alışveriş yapan robot köle takımı kalır.
-Amerika'nın dilini yok ederek sonuna getirdiği başka ülke var mı?
-Meselâ Havai'ye bakın. Havai'de yerli halkın gayet güzel bir kültürü vardı. Kendi yağları ile kavrulup gidiyorlardı. Amerika önce oraya İngilizce öğretme kılıfıyla misyonerler gönderdi. Ondan sonra tıbbî yardım vs. derken tüccarlarını gönderdi. Havai'li biri yazıyor,
“İngilizce eğitimdi, ticaretti, yabancı yatırımdı derken, adadaki her şey Amerika'nın oldu. Dilimiz, kültürümüz gitti” diye. Orada, eski kralların aileleri hamallık yapıyor. Bunları alkole, uyuşturucuya alıştırıp, iyice sefil bir hale getirdiler. Nüfusları iyice azaldı. Deniliyor ki, 2000 mi, 2500 mü yıllarında bir tane bile kalmayacaklarmış.
Batı diyor ki, Endülüs'ü tarihten sildik, bin senedir de bunlarla uğraşıyoruz. Girdikleri yerlerde yaptıklarına bakın. Endülüs'te, Kıbrıs'ta, Bosna'da. Tek bir Müslüman bırakmak
istemiyorlar. Bıraktıkları, beyin ameliyatı yapabildikleridir. Bu özelleştirme, küreselleşme, PKK gibi bütün yapılanların temelinde, haritadan Türk adını silmek arzuları yatar. Buna da epey yaklaştılar. Osmanlı'nın son dönemlerindeki gibi, neredeyse mahalle dükkanları bile
ecnebileşti. Yabancı markalar, dolarla alışverişler almış başını gidiyor. Bunun nereye varacağını görmek için kâhin olmak şart değil. Siyaset bilimciler, sosyal bilimciler, okumuş yazmışlar, sloganlarla, baş örtüsüyle uğraşacaklarına Amerika'nın başka ülkelerde yaptıklarına baksalar, milleti aydınlatırlar. Onlar bakmadığı için bunları konuşmak bana düşüyor.
-Batı'nın ahlâk anlayışı mı bunları yaptırıyor?
-Batı'nın medeniyeti, ahlâkı vahşet üzerine kurulmuş. Hırsızlık, yalan, dalavere onlarca mübâhtır. Anlaşılmasın, yakalanma, başarıya ulaş da ne yaparsan yap. Ahlâk anlayışları budur. O anlayış, Robert Kolej'den bize de girdi. Batı'nın iki ahlâk kaidesi vardır. Birincisi,
ne yaparsan yap yakalanma, ikincisi, yap ama büyük olsun. Yüz dolarlık sahtekârlık için hemen içeri atar, süründürürler. Ama: Adamın birinin iki milyar dolarlık yolsuzluğu ortaya çıktı. Altı ay golf kulübü gibi bir yerde yatıp dinlendi, dışarıya çıktı. Batı'nın anlayışı, el attığı her şeyde kârı artırmaktır. İnsanlara hizmet, insanlar için bir şeyler yapmak, onların anlayışında yoktur. Okuduğum ve gördüğüm kadarıyla bir devletin, bir hükümdarın kendi halkının mutluluğu ve refahı için hizmet vermesi anlayışını tarihe ilk getiren Uygurlardır. Doğu Türkistan'daki mağaralarda bulunan binlerce vesika okunup tercüme edilse, dünyanın tarih görüşü değişir. Bize ne yutturuluyor? Osmanlı bin sene evvel, at üstünde gelmiş, kılıç
sallamış, kol gücüyle devlet olmuş. At üstünde kılıç sallamayla gelen bir milyon göçebenin sağlam müesseseleriyle 600 senelik devlet kurduğu nerede görülmüş? O şekilde, meselâ Avarlar gelmiş, Avrupa'yı duman etmişler. Ama elli sene sonra adları sanları kalmadan silinip
gitmişler. Göçebe olsa erir giderdi. Muazzam bir insanlık, kültür, devlet anlayışı ile geliyorlar.
Osmanlı'dan önceki bütün Türk devletlerinde de bu anlayış var. Bizim tarihimizin iyi incelenmesi için İngilizce'yi bilen değil, Uygurca'yı bilen binlerce uzman yetiştirip, on binlerce vesikayı inceletmek lâzım.
Yine Osmanlıca bilen binlerce uzman yetiştirip, Osmanlı arşivleri üzerinde çalışmalarını sağlamak lâzım. Niye? Çünkü Osmanlı arşivlerini okumak için Amerika'dan, Ermeni asıllılar geliyor ve kendine yontuyor. Bu adamlar için Cumhurbaşkanlığımızdan özel izin çıkıyor.
İşte bir millet böyle yok edilir. Tarihini, dilini unutturunca bir kaç sene sonra adı tarihten silinir. Misali çok. Tâ eskilere gidersek, Hititler nerede? Bin sene çok büyük medeniyet kuruyor, Mısır'ın soluğunu kesiyor. Sonra yüz sene içinde tarihten siliniyor. Kimse sormuyor, nasıl oldu? Niye birden bire oldu? İşte böyle oldu.
-Bütün bu anlatılanlara bakarak, kimi nasıl değerlendireceğimiz konusunda tereddüde düşüyoruz. Milliyetçilik, sol gibi kavramları birileri yönlendirdiğine göre kimin samimi, kimin maskeli olduğu nasıl anlaşılacak?
-Millî menfaatlerimizi ilgilendiren meselelere sahip çıkışına göre değerlendireceğiz. Konuya sahip çıkan vatanperverdir. Yan çizen, unutturan ve çarpıtan milletin düşmanıdır. Bu gayet açık seçiktir. Diline (Türkçe’ye, M. Kaplan) sahip olmayan insan vatanperver olamaz.
Samimi bir solcu da olamaz. Daha doğrusu haysiyetli olamaz.
-Sizin dil konusundaki mücadeleniz çeşitli çevrelerde nasıl karşılandı?
-70'lerde solcular tam konuya merak sarmışken, biri gelip onlara “solcu gençlerin İngilizce öğrenip ilerlemesini engellemek için” dediler. Yirmi yıl sonra dindar dediğimiz çevrelerden “Müslüman gençlerin İngilizce öğrenip ilerlemesini önlemek için”, diyen biri
çıktı. Bu kadar tesadüf olamaz. Yani dil mücadelemiz birilerini rahatsız etti. Bu çevrelerin kurmayları bizi aforoz ettiler. Ancak güdümlü olanların dışındaki halk, hangi çevreden olursa olsun meseleyi kavrıyor. Birileri ön ayak olursa, sahip çıkacağı da anlaşılıyor.
-Son zamanlarda, turizm amacıyla coğrafî bölgelerin isimlerinin değiştirilmesi gayretinin arkasında da bu oyunlar mı var?
-Hiç şüphesiz. Türkiye'de Amerika'nın oluşturduğu sahte bir sol grup vardır. Liberal görüntülü. Bunlar millî olan her şeye karşıdırlar. Kültürümüzün Yunan, Ermeni kültürüne dayandığını savunurlar. Türk (Türkiye, M. Kaplan) dememek için Anadolu lâfını kullanırlar, yani Anatolian. Roma eyaletinin adı. Anadolu Liseleri denmesinin sebebi de budur. Yani burası eyalet olursa, Türk eyalet değil, Anatolia eyaleti olacak. Biliyorsunuz bugün millî lâfını nasıl çekinilecek bir hale getirdiler. Sahte sol (taban bunun dışında, taban mâsum) millîlik olmaz faşistliktir, enternasyonalizm olur dediler. Yirmi beş yıl sonra bir başka grup, millî lâfı günâhtır, ümmet lâfını kullanmak lâzım diyorlar. Taktik aynı. Bu suretle taban millî düşünceden uzaklaştırılmaya çalışılıyor.
-Bize bunları yaptıranlar, kendi ülkelerinde de aynı düşünceyi savunuyorlar mı?
-Tam tersi. Adamlar yatıp kalkıp, Amerikan milleti, Amerikan menfaatleri deyip duruyorlar. Hamburger, kokakola, kovboyculuk, gibi uydurma simgelerle milliyetçilik anlayışı uyandırmaya çalışıyorlar. İngilizler, Fransızlar, Almanlar derseniz öyle. Herkes kendi diline, dinine, kültürüne daha fazla sarılıyor. Fransa'da, Almanya'da İngilizce'ye rastlamazsınız. İspanya'da aynı durum. Roma'da kimse İngilizce bilmez.
-Yabancı dille eğitimi savunanlardan, kilit mevkide bir kişi, ilim dili olarak Türkçe'nin yetersizliğini ileriye sürdü. Bir bilim adamı olarak ne diyorsunuz?
-Romanya'da ilmî bir kongreye gitmiştik. Bizimkiler dediler ki, bunlar ne biçim bilim adamı, İngilizce konuşmuyorlar. Oysa bilimin her sahasında küçücük Romanya Türkiye'den yüz sene ileride. Romanyalılar da diyorlar ki, siz koskoca bir ülkesiniz. Biz sizin eyaletinizdik. Koskoca bir tarihiniz, her zenginliğiniz var. Ama neden ilimde ileri değilsiniz? Niye olacak, beyin ameliyatı olmuşuz da ondan. Bir sürü genç yetişmiş, imkânlarımız var, Üç beş sene içinde dünyanın en ileri ülkesi olabiliriz . Ama kilit noktalara çeşitli kılıktaki gayrı milî insanları yerleştirip yolları tıkamışlar. Kaza ile Türk diyeni hemen aforoz ederler. Bunlar ilimde ilerlememizi istemezler.
-İngilizce eğitimin yaygınlaştığı oranda, eğitimde seviyenin düştüğü açıkça ortada iken, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde buna dur diyebilecek insanlar yok mu?
-Arkada bir takım vardır. Hangi hükümet olursa olsun bunlar değişmez. Batı bunları kullanır. İngilizler bu plânı iki yüz sene öncesinden yapmış. Adamlarını yetiştirir, kilit noktalara koyar ve istediğini yaptırır.
İrlandalı biri kitap yazmış. İrlanda'da İngilizce eğitimin dayatıldığı dönemlerde çocuklar okula pırıl pırıl gözlerle, cıvıl cıvıl kendi dillerini konuşarak başlıyorlardı. Öğrenimlerini bitirdikleri zaman, gözleri donuk, 250 kelime İngilizce bilen, başka da bir şey anlamayan bön takımı ortaya çıktı, diyor. Bizde de yapılmak istenen budur. Elli senedir eğitimimize sinsi İngiliz tipler danışman olarak yön verir. Bakan'ın haberi bile olmaz.
Orkun Dergisi Sayı: 1 Mart 1998