« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 Eyl

2013

GASPIRALI’NIN TÜRK DÜNYASINA TESİRLERİ

Metin ARIKAN 01 Ocak 1970

Özet
Rusların işgaller sırasında uyguladıkları akıl almaz entrikalar, zulümler ve vahşetler
hemen her Türk topluluğundaki sanatçıların, âşıkların, akınların duygularını harekete
geçirerek destanlaşmış, mısralara dökülmüş şiir olmuştur. 15. yüzyıl Kazak jıravlarından Asan
Kaygı “Düşüncenin derinliklerinde yatan özlü fikirler ancak şer, zulüm dalgalandırırsa çıkar”
demektedir. Bu dizelerden de anlaşılacağı üzere, derin mana yüklü fikirlerin ortaya
çıkmasında maruz kalınan şiddetin ve ızdırabın etkisi büyüktür. Bu makalede, İsmail
Gaspıralı’yı büyük bir harekete sürüklüyen başlıca sebepler üzerinde durulacaktır.

Bazı tarihî şahsiyetler vardır ki, aynı fikri paylaşanları, aynı hedefe yönelenleri kendiliğinden
etrafına toplar. İsmail Gaspıralı da aradan uzun yıllar geçmesine rağmen, yüreği birlik için atan her
Türk’ün gönlünde fikirleriyle yaşamakta, yol göstermekte ve bizi bir araya getirmektedir. Türk dünyası,
tarihinde büyük şerefleri ve zaferleri barındırdığı gibi özellikle son iki yüzyılda büyük acıları ve
felaketleri de yaşamıştır. Bir musibet bin nasihattan iyidir derler. Biz bir değil, bin musibet gördük.
Anladık ki, en büyük musibet başa gelenlerden ders almayacak kadar duygusuz olmak imiş.
İsmail Gaspıralı’nın Türk dünyasına etkilerine geçmeden önce Rus işgallerini ve yaptıkları
zulümleri gözden geçirmekte fayda var sanırım. Ortaçağ’da üç yüzyıl ağır Moğol esareti altında ve bunun
sonucu olarak da Altınordu Türk-Tatar devletinin katı yönetimi altında geçiren Ruslar’ın artık intikam
alma zamanı gelmiş, bir zamanlar boyunduruğu altında yaşadığı Tatarlara-Türklere karşı zafer yürüyüşü
Korkunç İvan’ın 1552’de Kazan’ı almasıyla başlamış ve bu devlet sınırlarının Çin’e ve Hindistan’a
dayandığı 19. yüzyıla kadar sürmüştür.1
* Uludağ Üniversitesi’nin 30 Kasım 2001 tarihinde düzenlediği “150. Doğum Yılında İsmail Gaspıralı” adlı panelde bildiri
olarak sunulmuştur.
** Yard. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.
1 A. Bennigsen, Lemercier C. Quelqueejay, Step’te Ezan Sesleri (Çev: Nezih Uzel), İrfan Yayınevi, İstanbul 1994, s.36.
Ruslar, bu işgaller sırasında bazen hileyle, bazen de cebren; 1554 yılında Astrahan Hanlığını,
1598 yılında Sibirya Türklerini, 1731-1742 yılları arasında Kazakları, 1783 yılında Kırım Türklerini,
1804-1828 tarihleri arasında Azerbaycan’ı, 1865-1876 yılları arasında Buhara Emirliği, Hive ve Hokand
Hanlığını ve 1873 –1881 yıllarında da Türkmenistan’ı ele geçirmişlerdi.2
“Doğu’da zaman Batı’daki zamanın aksine daha yavaş yürür. Ancak insanların hafızaları burada
'Zaman’a daha fazla sadakat gösterir. Dünyanın hiç bir yerinde 'Geçmiş zaman’ Sovyetler Birliği’nin
Müslüman ülkelerinde olduğu kadar yaşanan zamanı etkileme gücüne sahip değildir…Bu ülkelerde
geçmişi bilmek zamanı anlamanın ayrılmaz bir parçasıdır.”3 Bu ifadede belirtildiği gibi biz Türklerde
geçmiş zaman, yaşanan zamanı oldukça fazla etkilemiştir. Rusların işgaller sırasında uyguladıkları akıl
almaz entrikalar, zulümler ve vahşetler hemen her Türk topluluğundaki sanatçıların, âşıkların, akınların
duygularını harekete geçirerek destanlaşmış, mısralara dökülmüş şiir olmuştur.
1822 ile 1891 yılları arasında Kazakistan’ın idare sistemi yapboz tahtası gibi tam dokuz kez
yenilenmiş, verimli topraklar Kazaklardan alınarak Ruslara verilmiş buna karşı koymaya çalışanlar en
ağır şekilde cezalandırılmıştı. Mesela, 1830’lu yıllarda Kazaklar, Rusların kuklası haline gelen kendi
hanları ve Rus yöneticilerinin baskılarına karşı açık açık mücadeleye başlamışlar ve bu daha sonraları
bayrağını İsatay Taymanulı ile akın (ozan) Mahambet Ötemisulı’nın çektiği büyük bir başkaldırıya
dönüşmüştü. İlk karşılaşmada kazanan isyancılar ikinci karşılaşmada kaybedip iç bölgelere (Arka’ya)
doğru geri çekilmeye başlamışlardı.4 Bu başkaldırıyı başından sonuna kadar mısralara döken şairin
ağırına giden şey, kendi soyundan, kendi kanından olan ama Rusların uşağı olmuş Baymağambet
Sultan’ın tuzağına düşüşleridir ki, bunu şiirinde şöyle aktarır:
Halkın intikamını alamadan,
Arka’nın altmış iki bölgesine,
Gitmeyi düşünüp yola çıkınca,
Ejderha gibi tuzağa düşürdün.
Tuzağa düşürüp de kalmadın,
Gayret eden erler biz olmamıza rağmen,
Zamanımda seçilmiş “sultanım”
Bizi ipsiz bağladın,
Çok sinirlenirsem,
Bir canım var verecek,
Ordanı un ufak eder geçerim.5
der demesine ama bu savaşta isyanın lideri İsatay ölür ve kısa bir süre sonra kendisi de aldatılıp
yakalanarak öldürülür.
Türkmenistan’ı işgalleri sırasında da ilk yenilgilerinin intikamını çok şiddetli bir şekilde
Göktepe’de yapılan savaşta alan Ruslar arkalarında şehitlerden yaptıkları kuleler ve 26500 cansız beden
bırakmışlardı. Bu acı olayı ünlü Türkmen şairi Katibî6 şöyle mısralara dökmüştür.
2 Ayrıntılı bilgi için bk. Mehmet Saray, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1996.; Saadettin Gömeç,
Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Akçağ, Ankara 1999.
3 A. Bennigsen, Lemercier C. Quelqueejay, age, s. 33
4 Ayrıntılı bilgi için bk. Mehmet Saray, age, s. 96-124
5 Şiirin orijinal metni için bk. Muhtar Magavin, Gasırlar Bederi (Edebiy Zerttevler), Jazuvşı Baspası, Almatı 1991. Ayrıca bk. H.
Süyinşaliyev, Kazak Edebiyetinin Tarihi, Almatı 1997.
6 Fikret Türkmen, Gurbandırdı Geldiev, Türkmen Şiiri Antolojisi, Türksoy Yay. No:4, Ankara 1995, s. 751.
Yıkılmış şehrim henüz oturmuş,
Böyle horluk gördük senin üstünde,
Ölenler şanslıydı, kalan ne gördü,
Böyle horluk gördük senin üstünde.
Gurbanmurat Serdar, Polat Han ile,
Halkı için cefa çekti can ile.
Şehrimizin içi doldu kan ile,
Çoklar şehit oldu senin üstünde.
Kırım Tatarları için de aynı şeyler söz konusu idi. 1736 ile 1738 yıllarında yakılan yarımadadaki
Tatarlar için Rusların tam olarak hakimiyeti altına girdikleri 1783 ile 1893 yılları arasında geçen yüzyıl,
ardı arkası kesilmeyen göçler ile açlık ve sefalet içinde sürdürülmeye çalışılan bir ölüm kalım savaşına
dönüşmüştü. “Kırım” adlı şiirinde şöyle diyor İsmail Gaspıralı:
Buna yeşil ada derler, yüce maali Çatırdag,
Bunın bir tarafı çöldir, bir tarafı bağça bag.
Kelir suvlar yaylalardan, ne güzeldir boyları,
Altın aşlık tarlaları, kozıları koyları.
Dop-dolu edi halkımızla yeşil ada bir zaman,
Az değildi yurtımızda Menla-batır, karaman
Zeval geldi, yurt bozuldu, kaç ve köç aldav ile,
Gitti haklar, geldi yadlar başka al ve dil ile.
15. yüzyılda yaşayan Kazak jıravı Asan Kaygı “Düşüncenin derinliklerinde yatan özlü fikirler
ancak şer, zulüm dalgalandırırsa çıkar” demektedir. Bu dizelerden de anlaşılacağı üzere derin fikirler
ancak şer, zulüm üzerine söylenmektedir. İsmail Gaspıralı’yı böyle büyük bir harekete sürüklüyen başlıca
sebep, hem kendi halkına hem de Rusya hakimiyeti altında bulunan bütün Türklere karşı yürütülen
asimilasyon ve soykırım politikalarıydı. Görüldüğü gibi somut olarak birşeyler yapmanın zamanı gelmiş,
özlü düşünceleri ortaya çıkaracak etkenler çoğalmıştı. Ne yapmalıydı da dökülen kanların, uygulanan
zulümlerin, millî şuuru ve kültürleri eritme ve yok etme politikalarının önüne geçmeliydi. Uygulanan
şiddet ve haksızlıklar o kadar yoğundu ki, tarih içinde bazı vatan evlatları buna dayanamamış, kaba
kuvvete ve silaha dayalı güçle Rus zülmüne karşı koymaya çalışmışlardı. Kısa süreli dahi olsa Rus
baskılarını durdurmayı başarmışlar ama bu çırpınışlar nihaî bir çözüm getirmemişti. Öyleyse akılla
hareket etmeliydi. Bir şiirinde “Bin kılıçka bir kalem daima galiptir” dediği gibi kılıcın değil, kalemin
gücüne güvenmeliydi ve bunu yaparken de hedefin ne olduğu belli olmamalıydı. Çünkü, Rusya’daki
Türklerin-Müslümanların reformist hareketlerinden tedirgin olan Rus hükümetinin muhalefetini tamamen
üzerine çekmemek gerekiyordu.
Reformist hareketler dedik, biraz bunu açıklamak gerekli sanırım. 19. yüzyılın başından itibaren
Fransız devriminin etkileriyle bir takım reformist hareketler ve fikirler ortaya çıkmıştı. Örneğin, kendisi
de taassubun hüküm sürdüğü Buhara’daki medreselerin birinden mezun olmasına rağmen fikir dünyası
Buhara (asr-ı saadet), Rusya (metot), Osmanlı (ıslahat) düşünce üçgeninde oluşan Şihabettin Mercani
Bey’in medreselerdeki eğitimi modernleştirme çabaları7 ve geri kalışın sebebini ana dillerini
kullanmamaya bağlayan Abdülkayyum Nasırî’nin fikirleri yenileşme hareketinin ilk adımlarındandır.
Türk dünyasının işgali sırasında Batıcılık ve Panslavizm arasında kalan Rusların tehdit unsuru olarak
gördükleri 1828 Dekabiristleri, Ukraynalı Taras Şevşenko, Dostayevsky, Semenof gibi kişiler ile bazı
sosyal demokratlar ve halkçılar Azerbaycan’daki aydınları ve daha sonraları da Şokan, Abay gibi Kazak
aydınlarını etkileyecek ve ortaya çıkacak olan cedit hareketlerinin kıvılcımlarını tutuşturacaklardı. Ruslar
işgallerinin amacını iyi biliyorlardı ama işgal ettikleri memleketlerde uygulayacakları politikaları belirli
değildi. Ortaya çıkacak duruma göre siyaset geliştirme onların başarısızlıklarını da beraberinde
getiriyordu. Ruslaştırma ve hristiyanlaştırma amacıyla açtıkları Rus okullarından mezun olan Kazak,
Kırgız, Tatar ve Azerbaycanlı vb. gençler daha sonraları onların bilinçli ve en tehlikeli düşmanları olarak
karşılarına çıkacaktı. 1830’larda Bakü, Gence, Şuşa, Nuha gibi Azerbaycan’ın merkezi bölgelerinde
açılmaya başlayan Rus okullarına karşılık olarak Abbaskulı Ağa Bakıhanlı, Mirza Şefi Vazıf eski
metotlardan farklı olarak okullar açmıştı. Yine aynı yıllarda Hasan Bey Zerdabi ilerlemenin Rus
okullarıyla olmayacağını 1875 yılında “Ekinci” adlı ilk Türkçe gazeteyi çıkararak açıkca ve halkın
anlayabileceği sade bir dille açıklamıştı.
Görüldüğü gibi bir takım iyileştirme ve yenileşme faaliyetleri yapılıyordu ama bir şeyler eksikti.
İşte Gaspıralı’nın da büyüklüğü burada anlaşılacaktı. O içinde bulunduğu devrin gerçeklerini çok iyi bir
şekilde kavramış ve Ulu önderimiz Atatürk’ün 2 Eylül 1930 yılında söylediği “Millî his ile dil arasındaki
bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müesserdir..„ şeklinde
ifade ettiği fikre daha o sıralarda sahip olduğundan bu koskoca milletin varlığını sürdürebilmesinin ancak
Türk boyları arasında bir birliğin kurulmasıyla sağlanabileceğini ve bunun da ancak boylar arasında dil
birliğinin oluşturulması ve yeni usuldeki bir eğitimle mümkün olacağına inanmıştır. Fikirlerini
yayabileceği en etkili yol da bir gazete çıkarmaktı ve öyle de yaptı. Gazete çıkarmak için Çar hükümetine
yaptığı birçok başvuru rededilen İsmail Gaspıralı yılmayarak 1883 yılında Tercüman gazetesini
çıkarıncaya kadar kendi düşüncelerini Tavrida gazetesinde ve Tonguç ile Mirad-ı Cedit dergilerinde
yaymaya çalıştı. Nihayet 10 Nisan 1883 yılında kendi fikirleriyle birlikte şöhreti de dalga dalga yayılan
Tercüman gazetesini çıkarmaya muvaffak olur ve daha önce Tavrida gazetesinde seri olarak yayımladığı
“Rusya Müslümanları” makalesinde iletmek istediklerini daha etraflı ve sistemli bir şekilde işlemeye
başlar.8
İleri sürdüğü yeni usul mektep fikrini bizzat kendisi uygulamaya girişir ve 1884 yılında
Bahçesaray’da ilk mektebi açarak eğitime başlar. Burada aldığı başarılı sonuç kısa zamanda diğer
bölgelere de yayılmış, pekçok hoca ve öğrenci bu yeni metodu öğrenmek ve eğitim almak için onun
yanına gelmişler ve memleketlerine döndüklerinde bu usulü uygulamaya başlamışlardı. İsmail Gaspıralı
aynı zamanda bu fikirleri Tercüman gazetesindeki yazılarıyla da yaymaya devam ediyordu. Özellikle
eğitim alanındaki yazıları Orenburg’ta çıkan Vakit, Kazan’da çıkan Yulduz gazetesi ve Şura dergisi ile
Azerbaycan’da çıkan Molla Nasreddin ve Füyuzat dergileri vasıtasıyla daha geniş alanlara
yayılabiliyordu. Azerbaycan toplumunu eğitim yoluyla geleceğe hazırlamayı amaç edinen ve
“Maarifçiler” olarak bilinen yazarların yetişmesini sağlayacak olan Gaspıralı milletin şuuru haline
gelmiştir. Azerbaycan’da bu şuur çerçevesinde modern ve millî müfredat programları hazırlanmış, Celil
Memmedkulizade, Süleyman Sani Ahundov, Sultan Mecid Ganizade, Mirza Elekber Sâbir gibi eğitimci
şahsiyetler tarafından modern eğitim sisteminin uygulandığı okullar açılmıştır. Maarifperver-Realistler
olarak da bilinen eğitimcilerce hayata geçirilen ve 1905’ten sonra sayısı hızla artmaya başlayan bu
okullarda yeni nesle Ahundzade, Vâgıf, Şirvanî, Puşkin, Gorki, Shakespare ve diğer klâsiklerin eserleri
okutulmuş, uygulanacak müfredatın muhtevası, Hayat, Molla Nasreddin (1906-1921), Füyuzat (1906-
7 Darhan Hıdıraliyev, “Türkistan’da Cedit Hareketinin Fikrî Kaynakları ve Abay”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, S. 2, İzmir
1997, s.83.
8 Mehmet Saray, Gaspıralı İsmail Bey’den Atatürk’e Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, İstanbul 1993, s.26.
1907), Debistan (1906-1908), Rehber (1906-1907 ), Mekteb (1911-1918) gibi dergi ve gazetelerde etraflı
bir şekilde tartışılarak eğitim sistemi ıslah edilmeye çalışılmıştır.9
Türkistan’da acaba durum nasıldı? Gaspıralı’nın Buhara Emiri’ni ziyaretinden tam sekiz yıl sonra
1901 yılında Münevver Kari tarafından Taşkent’te ilk usul-i cedit mektebi açılmıştı. 1903 yılında da
Türkistan yenilikçilerinin önderi konumunda olan Mahmud Hoca Behbudi tarafından Semerkant’ta ikinci
okul açılır ve okulların sayısı gün geçtikçe artmaya başlar. Kazan ve Kırım yenilikçilerine göre daha az
organizeli ve kapsamlı bir programa sahip olmamalarına rağmen gençlere yönelik faaliyetlere çok önem
vermekteydiler ve fikirlerini Terakkî, Hürşid, Şuhrat, Tüccar ve Asya gibi gazetelerde yaymaya
çalışıyorlardı. Ilımlıydılar ve kendilerini Duma’da temsil etmek istiyorlardı. Bunların yanı sıra
Osmanlı’da meydana gelen yenilikler ve bilhassa Genç Türkler hareketi ilgiyle takip ediliyordu. Genç
Türkler hareketi
Hive ve Buhara’da Genç Hiveliler ve Genç Buharalılar hareketi olarak devam ettirilmeye
çalışılıyordu.10 Kendilerini Duma’da temsil etme düşünceleri yoktu. Mücadeleleri reform için savaş, dinî
muhafazakarlığı tel’in, Buhara Emir hükümetinin kötü yönetiminden kurtulma ve Türkistan’ın tamamı
için hürriyet şeklinde beliriyordu.11
Kazak topraklarında da durum farklı değildi. 1870’li yıllardan itibaren Orenburg (Turgay), Ural
ve Akmola’da açılmaya başlayan Rus okullarından pek çok Kazak genci mezun olmuştu. Bunlardan
beklenilenin tam tersi sonuç alan Ruslar bu okulların bazılarını kapatmıştı. Kazak topraklarındaki
ceditçiliğin 19. yüzyıl sonlarında meydana gelen yazılı edebiyat ve onun içinde Şokan Velihanov’un
sosyal kalkınma fikri, İbıray Altınsarin’in aydınlatma ve Abay’ın insan felsefesiyle bağlantılı olduğu
aşikardır12 ve bunlar İsmail Gaspıralı ile gerçek hüviyetini kazanan yenileşme hareketinin Kazak
steplerindeki solukları olmuşlardır. Ayrıca 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyıl başlarında bir kültür merkezine
dönüşen Orenburg’da açılan Usul-i Cedit medresesi ve mekteplerinden mezun olan gençler kendi
milletinin menfaatlerini açıkça müdafaa eder duruma gelmişlerdi. Özelikle 1905’teki Meşrutiyet
Hareketiyle diğer Türk toplulukları ile birlikte eğitim özgürlüğünü elde eden Kazak Türkleri arasında
Türklük ve İslamiyet şuuru içinde modernleşme eğilimleri daha da kuvvetlenmişti. Aynı sıralarda
Kazaklar arasında biri Millî-Dini diğeri de Batıcı- Millî olmak üzere iki görüş belirmeye başlayacak ve
bunlardan Millî- Dinî görüştekiler Ali Bükeyhan, Ahmed Baytursınov ve Mirjakıp Duvlatulı’nın
önderliğinde Kazak gazetesini çıkarmaya başlayacaklar ve ileride Millî Kazakistan devletinin
kuruluşunun temelini atacak olan Alaş Orda partisini kuracaklardı.13 Batı Türkistan’da başlayıp Doğu
Türkistan’da da bütün hızıyla devam eden ceditçilik hareketi “Toplan Millet”, “Kaşgar” ve “Ana Dil” gibi
şiirlerin sahibi Kutluk Şevki, “Okudu Aştı”, “Kurtuluş Yolunda” gibi şiirleri olan Mehmet Ali Tevfik’i ve
Abdulhaluk Uygur gibi ateşli ve vatansever bir çok şairi yetiştirmeye devam etmiştir. 14
Yukarıda kısaca Gaspıralı’nın Türk Dünyası üzerindeki etkileri üzerinde durduk. Ama bizim
özellikle belirtmek istediğimiz husus, onun dil ve eğitim birliği konusunda verdiği ilham ve icraatlar,
zamanla yeni boyutlar kazanmış ve özelikle 1905’lerden sonra sosyal, siyasî ve kültürel alanlarda da etkili
olarak millî şuurun uyanmasına ve hatta Türkçülük ideolojisinin canlanmasına sebep olmuştur. İşte
bundan dolayı olacaktır ki, Kazaklardan Mirjakıp Duvlatulı 1910’lu yıllarda;
Gözünü aç, uyan Kazak, kaldır başını,
Geçirmeden karanlıkta boşuna hayatını.
9 Ali Erol, “Gaspıralı İsmail Bey ve Maarifçiler”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi İsmail Gaspıralı Özel Sayısı, Güz S. 12,
TTK, Ankara 2002, s. 489-499.
10 Mehmet Saray, Gaspıralı İsmail Bey’den…, s. 44
11 Darhn Hıdıraliyev, Mustafa Çokay’ın Hayatı, Siyasî Faaliyetleri ve Fikirleri, E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, İzmir 1998, s. 12.
12 Maksat Tecimuratov, “Ceditçilik ve Kazak Edebiyatı”, Jelmaya Dergisi, Arge Tantım, S.5, Ankara 1999, s.17.
13 Gaspıralı’nın Kazak aydınlarına tesiri ile ilgili olarak ayrıca bk. Ferhat Tamir: “Gaspıralı İsmail Bey ve Kazak Aydınlarına
Tesirleri”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S. 12/1, TDK, Ankara 2001, s. 409-416.
14 Alimcan İnayet, “Çağdaş Uygur Şiiri”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, S.II, İzmir 1997.
Toprak gitti, din zayıflayıp, halimiz haram olup,
Kazak’ım, şimdi uyumak doğru değil,
derken Doğu Türkistan’da Abdulhaluk Uygur;
Ey fakir Uygur uyan, uykun yeter,
Sen de mal yok, şimdi gitse can gider.
Bu ölümden kendini kurtaramazsan,
Ah senin halin beter, halin beter.
diyecek ve aynı yıllarda bir başka Türk, Azerbaycan Türkü Hüseyin Cavid de;
“Kalk uyan! Gör ne fikre hadimsin?
Kimlerin oğlusun? Nesin? Kimsin?
Sürünüp durma böyle, bir yüksel”
Bir düşün, gör beş altı asır evvel,
Ne idin imdi neredesin? Bu ne yes?”15 diyecektir.
Yine aynı duygular içinde Kazan Tatarlarından Abdullah Tukay “Ana Dil” adlı şiirinde;
Ey ana dil, ey güzel dil, atamın anamın dili!
Dünyada çok şey bildim ana dil senin sayende.
İlk önce bu dil ile annem beşikte ninni demiş,
Sonra geceler boyu ninem masallar söylemiş.16
derken, Özbeklerden milliyetçi ve yenilikçi Çolpan da “Ayaklanma” adlı şiirinde Ruslara şöyle
seslenecektir:
Ey! Sen beni hakir gören, sefil diyen efendi,
Ey! Üzerimde bir ömür boyu hükümdarlık kurmak isteyen,
Ey! Boynuma zincir takıp helak etmeye sürükleyen
Gözlerini zehirleyip oynatma, yetti artık!
“Ey sen beni köle yerine koyan efendi!
Titre kork ki bağlı kölen baş kaldırmış güç artık!” 17
Millî duygular daha da kuvvetlenerek Türkçülük ideolojisine yaklaşılacak ve bizce en güzel
ifadesini Kazak Türkü Magcan Jumabayev’in “Uzaktaki Kardeşime” adlı şiirinde bulacaktır.
Durup dinlenmeden hürriyete atılan Türk insanı
Gerçekten bitâp düşüp kalmadı mı hâli?
Yürekteki ateş sönüp, kurudu mu,
Damarında kaynayan atalar kanı.
15 Zeynelâbidin Makas, Çağdaş Azerbaycan Şiiri Antolojisi, Kültür Bakanlığı, Ankara 1992, s. 32.
16 Ahmet Bican Ercilasun, Örneklerle Bugünkü Türk Alfabeleri, Kültür Bak. Yay/281, Ankara 1993, s. 229.
17 Dr. Ertuğrul Yaman, “Çağdaş Özbek Şiiri”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı V, S.531, Ankara 1996, s. 919.
Kardeşim sen o tarafta, ben bu tarafta,
Kaygıdan kan yutuyoruz.
Layık mı kul olup yaşamak bizim adımıza?
Kalk gidelim Altay’a, Ata mirası altın tahta. 18
İsmail Gaspıralı bize büyük bir hedef bıraktı: Türk dünyasının birliği. Bu büyük olduğu kadar
kutsal bir amaçtır. Bundan rahatsız olanlar bizi hayalcilikle suçlayabilir. Temiz yüreklerimizde
yaşattığımız bu hedef, büyük bir dostluğun ve kardeşliğin hayalidir. Kucaklaşmanın hayalidir. Bize
çalışma, yaşama ve yaşatma azmi vermektedir. Güzel bir deyiş var; “Yıldızlar uzaktır” diye bizi onlara
bakıp ilham almaktan kim alıkoyabilir.
Artık yaşanan acıların sadece tarihin tozlu sayfalarında kalmasını dileyerek geleceğe ümitle
bakmanın vakti gelmiştir. Hedef bellidir. Hedefimizi Gaspıralı İsmail Bey tespit etmiştir. “Dilde, fikirde, işte birlik’’.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 45779

ulkucudunya@ulkucudunya.com