İSMAİL GASPIRALI VE “DİLDE BİRLİK” FİKRİ ÜZERİNE
Mustafa TOKER 01 Ocak 1970
ÖZET
Bu çalışmada, Rusya’daki Türkçülük hareketinin babası olarak kabul edilen İsmail
Gaspıralı’nın kısa bir hayat hikâyesi verildikten sonra, temel olarak “dilde birlik”
fikri üzerinde durulmuştur. Onun bu konuyla ilgili amacı, “bütün Türklerin birbirlerini
kolaylıkla anlayabilecekleri ortak bir Türk dili oluşturabilmek” şeklinde özetlenebilir.
Bu yolda çok çetin mücadeleler vermiş; konunun uzun süre gündemde kalmasını sağlamıştır.
Ancak, zaman içerisinde ortaya çıkan çeşitli engeller, bu mücadelenin tam anlamıyla
başarıya ulaşmasını engellemiştir. Ancak, bütün Türklerin ortak bir Türkçeyle
konuşmaları fikri onun ölümüyle birlikte yok olmamıştır. Onun yolundan giden aydın
bilim adamları bu fikrin yılmaz savunucuları olmuşlar ve bu uğurda mücadeleye devam
etmişlerdir.
Rusya’daki Türkçülük ve yenileşme hareketinin en önde gelen temsilcisi
olarak kabul edilen İsmail Gaspıralı, 21 Mart 1851’de, Kırım’ın Bahçesaray
şehri yakınlarındaki Avcıköy’de doğdu. Gaspıra, İsmail Bey’in babasının doğduğu
yerin adıdır. İsmail Bey’in babası, Çarlık ordusundan emekli bir teğmen
olan Mustafa Alioğlu; annesi, Kırım asilzâdelerinden İlyas Mirza Kaytafoz’un
kızı Fatma Hanım’dır. İsmail Bey, ilk öğrenimini Bahçesaray’da bir Müslüman
mektebinde aldıktan sonra, on yaşlarındayken Akmescid Erkek Ortaokuluna
başladı. Burada iki yıl okuduktan sonra, önce Voronej’de bir askerî okula, ardından
da Moskova’daki Harp Okuluna girdi. İsmail Bey, tabiî olarak bu şehirleri
ve okulları kendisine yabancı gördü. Bu okullarda okumakta olan çok az sayıdaki
Müslüman Türk çocuklarla arkadaşlık kurdu. Bunlar içinde de aslen Kırımlı
olan ve Litvanya’da yaşayan Mustafa Mirza Davidoviç’le candan dost oldu.
Moskova, bu devirlerde Slavcılığın, aşırı Rusçuluğun merkeziydi. Özellikle
Türk düşmanlığını gaye edinen Slavcılık, bu iki Türk çocuğunun
biribirlerine daha sıkı şekilde yaklaşmalarına ve düşünce dünyalarında milliyetçilik
fikrinin filizlenmesine sebep oldu. Rusların Türk düşmanlığı, bu çocuklar
üzerinde öyle derin izler bıraktı ki, 1867’de daha altıncı sınıftayken, Girit isyanında
Rum asilerine karşı mücadele eden Osmanlı güçlerine katılmak üzere
İstanbul’a gitmek için teşebbüse bile geçtiler. Bu gayeyle Kırım’a geldiler. Buradan
gizlice Odesa’ya geçen gençler, pasaportları olmadığı için İstanbul’a gidemeden
yakalandılar.
Bu olay, Gaspıralı’nın askerî öğrenciliğinin sona ermesine sebep oldu.
Moskova’ya tekrar dönemedi ve 1868’de, daha 17 yaşındayken Bahçesaray’daki
Zincirli Medresede Rusça öğretmenliğine başladı. Öğretmenliği esnasında Rus
edebî ve felsefî eserlerini okudu. 1872’de Kırım’dan ayrılarak İstanbul, Viyana,
Münih ve Stuttgart üzerinden Paris’e gitti. Paris’te bulunduğu iki yıl zarfında,
meşhur Rus edebiyatçısı İvan Turgenyef’in yanında yardımcılık ve bunun yanı
sıra tercümanlık yaptı. Daha sonra, uzun zamandır hayalini kurduğu Osmanlı
zabiti olma hevesiyle 1874’te İstanbul’a gitti. İstanbul’da bulunduğu esnada
Şemseddin Sami, Mehmed Emin, Ahmed Mithat ve Necip Asım Beylerin fikirleri
ile tanıştı.1 Ama, İsmail Gaspıralı üzerinde özellikle, Namık Kemal, Şinasi
Efendi ve Ziya Paşa’nın önderliğindeki Genç Osmanlılar (Jön Türkler) akımı
derin etkiler bıraktı.2 İstanbul’da kaldığı yaklaşık bir yıllık zaman zarfında, çok
istediği zabit olma fikrini gerçekleştiremedi ve Kırım’a geri döndü.
1 Cafer Seydahmet Kırımer, Gaspıralı İsmail Bey, (Haz. Ramazan Bakkal), Avrasya Bir Vakfı
Yay., İstanbul 1996, s. 42.
2 Serge A. Zenkovsky, Rusya’da Türkçülük ve İslâm, (Çev. Ali Nejat Ongun), Günce Yayıncılık,
Ankara 2000, s. 27.
1878 yılında Bahçesaray belediyesine başkan yardımcısı seçilen İsmail
Bey, bir yıl sonra da başkanlığa getirildi ve 1884 yılına kadar, beş yıl boyunca
bu görevde bulundu.
Gaspıralı’nın Kırım’daki ve diğer gezip gördüğü yerlerdeki tecrübeleri,
onu hemen hepsi kabuğuna çekilmiş bir hâlde yaşamakta olan diğer Kırım Tatarlarından
ayırıyordu. Elde ettiği bu tecrübelerin de yardımıyla mensubu olduğu
milleti uyandırıp harekete geçirebilmek için yayın yoluyla faaliyete başlamak
istedi. Ancak Ruslar, İsmail Bey’in gazete çıkarmasına izin vermedi. Bunun
üzerine, 1881 yılında Akmescid’de çıkarılmakta olan Tavrida gazetesinde Genç
Molla takma adıyla, daha sonraları kitap hâline de getirilen Rusya Müslümanlığı
adını taşıyan yazılarını tefrika hâlinde yayımladı.
Gaspıralı, bu yazılarında çok zekice bir üslûp kullanmış, böylece yazılarının
yasaklanmasının önüne geçmiştir. Ancak o, fikirlerini ihtiyatlı şekilde ortaya
koyabileceği Türkçe bir yayın organı çıkarmak istiyordu. Bunun için yaptığı
resmî girişimlerin reddedilmesi üzerine, Tiflis’te her biri başka ad taşıyan ve
bir çeşit bildiriye benzeyen varaklar yayımladı. Bir yandan çıkarmak istediği
gazete için izin almaya uğraşırken, diğer yandan da İdil boyundaki Müslüman
Türkler arasında dolaşarak aboneler bulmaya çalıştı. Sonunda, 1883 yılında
gazetenin bütün muhteviyatının Rusçasıyla birlikte yayınlanması şartıyla Türkçe
bir gazete çıkarma izni aldı. İlk sayısı 22 Nisan 1883’te Bahçesaray’da çıkan ve
haftada bir gün yayınlanan bu gazetenin adı, Şinasi Efendi’nin Tercüman-ı Ahvâl’inden
esinlenilerek konulan3 Tercümân-ı Ahvâl-i Zaman’dı. Daha sonra,
1903 yılında haftada iki gün çıkmaya başlayan gazete, 1912’den itibaren günlük
olarak yayınlanmaya başlandı. Gaspıralı, bir yandan gazete çıkarmaya gayret
ediyor, bir yandan da usûl-i cedîd okulları üzerinde çalışıyordu. Bu yolda, yurt
içi ve yurt dışı pek çok ziyaretlerde bulundu. Bütün bu faaliyetler esnasında
sağlığı iyice bozuldu. 63 yaşındayken 24 Eylül 1914’te Bahçesaray’da öldü.4
Hayatını kısaca özetlediğimiz İsmail Gaspıralı’nın bütün hayatı boyunca
yılmadan savaştığı ana gayesi, bazı ilim adamları tarafından bir ütopya olarak da
3 Serge A. Zenkovsky, age., s. 28.
4 İsmail Gaspıralı’nın hayatı hakkında daha fazla bilgi için bkz. Cafer Seydahmet Kırımer,
Gaspıralı İsmail Bey, (Yay. Haz. Ramazan Bakkal), Avrasya Bir Vakfı Yay., İstanbul 1996;
Nadir Devlet, İsmail Bey (Gaspıralı), Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1988; TDV İslâm
Ansiklopedisi, “Gaspıralı, İsmail Bey”, (Haz. Hakan Kırımlı), C. 13, s. 392-395; Hakan Kırımlı,
İsmail Bey Gaspıralı, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Gen. Mrk. Yay.,
Ankara 2001; Yusuf Ekinci, Gaspıralı İsmail, Ocak Yay., Ankara 1997.
değerlendirilen5 ve “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” cümlesinde ifadesini bulan,
dünya üzerindeki bütün Türklerin tek vücut hâline gelmesidir. O, dünya üzerindeki
Türklere ayrı birer milletmiş gibi (Azerî, Başkurt, Kazak, Karakalpak, Kırgız,
Özbek Tatar, Türkmen... vs.) adlar verilmesinin, Türk milletini bölüp parçalama
oyununun ilk perdesi olduğunu; oyunun ikinci perdesinde de Türk milletinin
yok edilmesinin sahneleneceğini daha genç yaşlardayken fark etmiş, bu
oyuna karşı nasıl davranılacağı hususunda fikir yürütmeye başlamıştır.
Gaspıralı, daha Tercüman gazetesini kurmadan önce çıkardığı Tonguç’ta (Yukarıda
sözü edilen varaklardan birinin adıdır.), bütün Türklerin aynı dili konuşması
meselesini gündeme getirerek, Türk dünyasının tümü tarafından anlaşılabilecek
bir Türk dili kullanmıştır.6 Gaspıralı, Tonguç’un mukaddimesinde bu hususta
şunları söyler:
“Milletimizin eseri olan lisanımız, edebî olarak işlenmemiş
ise de, eğitime ve kaidelere uyabilecek bir dildir.
Gayet nâzik Tatar türkülerinden, Nogay cönklerinden,
Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki, eğer
dilimiz usta bulup, kelime alınıp işlenirse, şimdikine
göre çok daha fazla parlak ve kullanışlı olur.”7
Mukaddimenin devamında, yirmi beş yıllık hayatı boyunca ne yaptığını
ve bundan sonra ne yapacağını şu sözlerle anlatır:
“Yirmibeş seneden beri dediğim, yazdığım, çalıştığım
budur. Çare açmak, yol açmak, başka bir şey değildir.
Çünkü, kavi, necip, ömürlü, sabırlı ve cesaretli olan
Türk milletinin, perakende düşüp, Sedd-i Çin’den Akdeniz’e
kadar yayıldığı hâlde, nüfuzsuz, sessiz kaldığı
lisansızlığından, yani lisân-ı umumî (ortak dil)ye sahip
olmadığından ileri gelmiştir. Bu inanışla ömrettim (yaşadım),
bu inanışla mezara gireceğim.”8
5 A. Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, C. I, 2. Baskı, İstanbul
1981, s. 555.
6 Ahmet Bican Ercilasun, “İsmail Gaspıralı’nın Fikirleri”, Türk Dünyası Üzerine İncelemeler,
Akçağ Yay., Ankara 1992, s. 358.
7 Ahmet Bican Ercilasun, age., s. 358.
8 Sabri Arıkan, “İsmail Bey Gaspıralı’ya Göre Dilde-Fikirde-İşte Birlik Niçin Şarttır?”, Türk
Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, S. 2000/07-163, s. 19.
Daha bu yayınıyla rejimin şüphesini çekmeden, ince bir üslûp kullanarak,
düşmanın amacını gizliden gizliye milletine hissettirmeye çalışan Gaspıralı,
Tercüman gazetesinin kurulmasıyla birlikte, bu fikirlerini, o zamanki otorite
boşluğunu da iyi değerlendirerek açıkça ifade etmeye başlamıştır.
Gaspıralı, Bakû’da Hayat gazetesini çıkaran Ali Merdan Topçubaşı’na
gönderdiği mektubunda, edebî dilin önemini şu sözlerle ifade eder:
“İnsanları tefrik eden üç şey vardır. Biri mesafe uzaklığı,
biri din başkalığı ve biri dilsizliktir. Bundan 25 sene
evvel, ahvâl-i milliyemizi mülahaza ederek zayıf başımla
dertlerimize derman izlemekte gördüm ki, dinimiz
hep bir ise de mesafe ile dilsizlik bizleri tefrik ediyor.
Medeniyet eserlerinden olan vapurlar, demiryolları ve
telgraflar, sene be sene mesafelere galebe geldikleri
dahi görülüp, ayrılığımızın sebebi ancak “dilsizlik”,
yani edebî dilimizin olmadığı baş sebep olduğu, gün
gibi ortaya çıktı.”9
Gaspıralı, konuşulduğu ve yazıldığı zaman, İstanbul’daki hamal ve kayıkçı
ile Doğu Türkistan’daki deve sürücüsü ve koyun çobanının dahi anlayabileceği
bir dil istiyordu.10 27 Haziran 1914 tarihli İkdam gazetesinde, kendisiyle
yapılan İbret Alınacak Sözler başlıklı söyleşide,
“Eğer Türkler (Anadolu Türkleri) dillerini biraz daha
sadeleştirmiş, okumayı ve imlayı öğretecek şekilde ünlü
harfleri kullanmaya başlamış olsalardı, 5-6 seneye kadar
Rusya Müslümanlarıyla dilleri kesinlikle birleşmiş
olurdu. Bundan doğacak faydaları izah etmeye gerek
yoktur sanırım.”11
diyerek Anadolu Türklerinin dilde sadeleşmeye önem vermediklerini, bu yüzden
de Türkistan Türklüğü ile aralarında dil açısından uzaklaşmalar meydana
geldiğini ifade etmektedir.
9 Sabri Arıkan, age., s. 19.
10 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 98.
11 Yusuf Ekinci, age., s. 30.
Gaspıralı, Tercüman gazetesinde, bütün dünya Türklüğünün anlayabileceği
ortak bir edebî dil geliştirmeye çalışmış, bu edebî dilin de Osmanlı Türkçesi
olmasını istemişti.12 Bunun başlıca iki sebebi vardı. Birincisi, Osmanlı Türkçesinin
bir imparatorluk dili olmasıdır. İkincisi ise, 19. yüzyılın başlarından
itibaren Çarlık hükûmetinin Türkler arasına Rus göçmenler yerleştirmeye başlaması
ve bunun neticesinde her Türk boyunun mahallî bir dil ve edebiyat oluşturmak
için gayret etmeye başlamasıdır. Ancak, Osmanlı Türkçesinin Arapça,
Farsça terkip ve ibarelerle dolu olması, diğer boyların bu Türkçeyi anlamalarını
zorlaştırıyordu. Gaspıralı bu terkip ve ibareleri attı, yerlerine Kırım ve diğer
coğrafyalardaki lehçelerden alıntılar yaptı. Böylece, Anadolu ve Rusya Türklüğü
tarafından anlaşılan -bu görüşü paylaşmayan yazarlar da vardır13- ortak edebî
dili oluşturdu.
İsmail Bey’in ortak edebî dil gayretlerinin yanı sıra, yukarıda da ifade
edildiği üzere, Rus göçmenlerin Türklerin yoğun olduğu bölgelere iskân edilmeye
başlanmasıyla, benliğini korumak isteyen Türk toplulukları kendi lehçeleriyle
gazete ve dergi yayınlama gayreti içine girdiler. Bu çabalar, 1905 yılında
Rusların Japonya karşısındaki yenilgileri sonucunda, Rus yönetiminin meşrutî
idareye geçmesi ve Müslüman tebaaya bazı haklar vermesiyle giderek artmaya
başladı. Türklerin bulunduğu büyük şehirlerin çoğunda Türkçe günlük gazeteler
ve haftalık dergiler yayınlandı. Bunlar içinde mahallî lehçeler kullanılarak çıkarılanlar
İsmail Bey’in tepkisini çekiyordu. O, Kazan’da çıkan bu tip dergi ve
gazetelerin çok sığ ve yerli diline çatıyor, bunların Türk diline ve Türk milletine
zarar verdiklerini söylüyordu. Bu hususta Gaspıralı’yı haklı bulup destek çıkanlar
olduğu gibi, haksız bulup ona muhalif olanlar da vardı. Hatta Müslüman
Türk cemaati içinden bazı tutucu çevreler, yaptığı faaliyetler ve sarf ettiği sözler
yüzünden onu halkı dinden çıkarmakla suçluyor; hükûmet içerisindeki pek çok
nüfuzlu Rus da Panislâmcı, Pantürkçü düşünceleriyle Rus imparatorluğunu parçalamaya
çalışmakla itham ediyordu.14
Gaspıralı, bütün Türklerin birlik olabilmesi için, öncelikle cemaat olma
fikrinden kurtulup millet olma fikrine sahip olunması gerektiğini düşünüyordu.
O, ayrı ayrı lehçeler kullanmanın dilde birliğe engel olduğunu, millet olabilmek
için ortak bir edebî dil olması gerektiğini savunuyordu. Onun bu hususta yazdığı
yazılar, birliğe giden yolda ne kadar gayret ettiğini açık şekilde ortaya koymaktadır.
12 Serge A. Zenkovsky, age., s. 29.
13 Serge A. Zenkovsky, age., s. 29.
14 Hakan Kırımlı, age., s. 19.
15 Mart 1906 tarihli Tercüman gazetesinde, dilde birliğe karşı olan ve ayrı
lehçelerin edebî diller olarak geliştirilmesini savunanlara şu şekilde cevap
verir:
“Umumî edebî dili olmayan millet, millet sayılmıyor.
Türk evlatlarından olan Tarançı, Sart, Özbek, Kırgız,
Kazak, Kumuk, Nogay, Azerbaycan vesair tayfalar,
Türkçe konuştukları hâlde, şiveleri başkadır. Birbirlerini
güçlükle anlarlar. Bu hâl, birleşmeğe, birliğe, bilgilerin,
ilimlerin herkese duyurulmasına, terakkiye
(ilerlemeye), edebiyata, dostluğa ve kaynaşmaya engeldir.
Binaenaleyh, en evvel, en ziyade, hepimiz için ihtiyaç
ve lüzumlu olan, umumî lisan, edebî Türkçe dildir... Bu
iş pek o kadar yengil (hafif) değilse de, çaresi bulunmaz
müşkil de değildir. Tercüman gazetesi, Bahçesaray’dan
tâ Kâşgar’a kadar okunduğu, yani anlaşıldığı,
lisanen birleşmenin mümkün olduğuna büyük delildir.”
15
Cafer Seydahmet Kırımer, “Gaspıralı’nın, ortak bir edebî Türk dili oluşturmak
için tutulacak yolu açıkça ortaya koymamasına rağmen, Tercüman gazetesinde
kaleme aldığı makaleler gözden geçirilince, aşağıdaki sonuçlara ulaşılabileceğini
-Bekir Sıtkı Çobanzade’nin Türk-Tatar Lisaniyatına Medhal adlı eserinden
naklen- ifade etmektedir:
1. Mümkün olduğunca Türkçeye girmiş olan yabancı kökenli kelimeleri
çıkarmak.
2. Okuryazarlar tarafından dahi anlaşılamayan Arapça, Farsça terkip ve
ibareleri kaldırmak.
3. Bütün lehçelerdeki çok kaba olmayan kelimeleri, Osmanlı Türkçesinin
yapısına uydurarak kullanmak.” 16
Gaspıralı, eserlerinde ve Tercüman gazetesinde anlaşılır bir dil kullanmıştır.
Bu da onun dilde birlik fikrini kuru kuruya savunmadığını, aynı zamanda
uygulamasını yaptığını da gösterir. Rizaeddin Fahreddin, Til Yarışı adlı kitabında,
İsmail Gaspıralı ve eserlerinde kullandığı dil hakkında şunları söyler:
15 Sabri Arıkan, age., s. 20.
16 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 87-88.
“Ana dilimizin bugün yaşamakta olan en büyük hizmetkârını
göstermek gerekirse, hiç şüphe yoktur ki, bu
kişi Tercüman gazetesi yazarı İsmail Bey Gaspıralı’dır.
Herkesin anlayacağı şekilde, açık ifadeli ve ruhlu kısa
cümlelerin, güzel ve edebî ifadelerin usulünü o ortaya
koymuştur. Onun anlatımında, garip kelimeler, çıkışı
olmayan cümleler, bir anlam için birden fazla eşanlamlı
ifadeler olmaz. Türk dilinin birinci ıslahçısı Ali
Şir Nevâî ise, ikincisi hiç şüphesiz İsmail Bey’dir.”17
Tercüman’da kaleme aldığı yazılarında, dil birliği konusunda mümkün
olduğunca açık bir Türkçe kullanan Gaspıralı, meslektaşlarını da daima arı dil
kullanmaları yolunda teşvik etmiştir. 1906 yılında Azerbaycan’da çıkarılmaya
başlanan Füyûzât dergisinin yayın müdürü Hüseyinzâde Ali Bey’e, derginin
dördüncü sayısında yayınlanan mektubunda,
“Füyûzât’ın birinci sayısını aldım. Düzeni ve baskısı
güzel olmuş, hayırlı olsun. Dilini biraz daha sadeleştirirseniz
halk arasında da daha fazla yaygınlaşır, sanıyorum.”
18
demek suretiyle, Füyûzât’ın sade dille çıkarılmasını istemesi bu fikrinin tezahürüdür.
Aynı şekilde, Mehmet Emin Yurdakul’un gönderdiği mektuba cevaben 12
Mart 1889’da kaleme aldığı mektubunda, sade Türkçeyle yazılan şiirlerinden
duyduğu memnuniyeti,
“Şiirlerinizin dilinden başka, fikirleri de İstanbul’un
‘ay yüzlü’ ve ‘kara saç ile mavi göz’den ibaret şiir
eserlerinin hepsinden üstündür. Cübbeleri kıyamet
olan efendilerin; bastonları, ceketleri alamet olan şık
beylerin tarzına zıt, sade ve kaba(!) Türkçe’yle yazmak
büyük cesarettir. Mensur ve manzum eserler arasına
böyle sistemli bir eser kazandırmak, Türk âlemine büyük
bir hizmettir. En içten tebriklerimi sunuyorum.
17 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 88.
18 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 92.
Türk âlemine dediğim abartı sanılmasın. Abartmayı ne
severim, ne de ederim. Çünkü şiirlerinizi Edirne, Bursa,
Ankara, Konya, Erzurum Türkleri anlayıp lezzetle
okuyabilecekleri gibi; Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan,
Türkistan, Kâşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve
Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzûlî ve
Nâbî bile nail olamadılar. 40-50 milyonluk ve 30 asırlık
âleme ilk kez bir kaşık oğul balını yediren siz oldunuz
ki, bu sizin için bir şeref, bizim içinse bir saadettir!
Tekrar tebrik ediyorum.
Tercüman gazetesinin çabası da bu yolda hizmettir.
Sade ve kaba(!) Türk dilidir ki, Dersaâdet’in hamal ve
kayıkçılarına, Doğu Türkistan’daki Türk devecilerine
ve çobanlarına gazeteyi tanıtmıştır. Kazan ve Sibirya’da
olduğu gibi, Tebriz ve Horasan’da da Bahçesaray
dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur. İstanbul edebiyatının
sistemsiz devamından ve dudu kuşu dilinden
usanmış, kararmıştım. Şiirleriniz büyük teselli oldu.
Bunun için Allah sizden razı olsun. Size kardeşçesine
gazetemi takdim ediyorum...”19
satırlarıyla dile getirmiştir.
İşte Gaspıralı’nın bu çabaları sonucunda, dünyanın diğer bölgelerindeki
Türkler arasında bir kıvılcım parlamış oldu ve bu kıvılcım alevlenerek büyüdü.
Onun “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” düsturu, diğer Türk boylarına mensup pek
çok Türk aydınını da etkiledi. Bunun neticesi olarak da Kazan’da, Kafkasya’da,
Türkistan’da ve Kırım’da yayınlanan pek çok gazete ve dergi, hikâye ve romanın
da bir kısmı, ya Tercüman gazetesinin dilinde veya buna yakın bir dilde
çıktı.
Kazan yazarlarından Akyiğitzade’nin 1886’da basılan Hüsamettin Molla
hikâyesi, Zahir Bigiyef ’in 1896’da çıkan Güzel Hatice romanı, Alime Tilbanat
Hanım’ın 1898’de ikinci baskısı çıkan Muaşeret Âdâbı, daha sonraları yayınlanmış
olan Sadri Maksudî ’nin Maîşet hikâyesi, Ayaz İshakî ’nin bazı eserleri,
Fatih Kerimî ’nin bütün yazıları, Abdullah Tukay’ın bazı şiirleri, Tercüman
Türkçesinin etkisindeydi. Kırım’da Osman Akçokraklı’nın 1899’da basılan
Hikâyet-i Minkecan Hanım Türbesi ve daha sonra yayınlanan Kırım Koncaları,
19 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 97-98.
1901’de Seyit Abdullah Özenbaşlı’nın Olacağa Çare Olmaz ve Hasan Sabri
Ayvazof ’un Neden Bu Hâle Kaldık? piyesleri ve Nasıl Tedris? adlı eseri, Tercüman
Türkçesi kullanılarak kaleme alındı.20 Ayrıca, Hâdi Atlasî ’nin
Süyümbike, Kazan Hanlığı ve Sibir Hanlığı eserleriyle, Zahir Bigiyef ’in
Maveraünnehirde Seyahat ve Günah-ı Kebâir eserleri de yine bu Türkçe esas
alınarak yazıldı.
1905’ten sonra, bütün Rusya Türklerinde olduğu gibi Azerbaycan Türkleri
arasında da milliyetçilik fikri kuvvetlendi ve dilde sadelik, yalnız edebiyatta
değil, matbuatta da canlanmaya başladı. Gaspıralı’nın başlattığı ortak edebî dil
çalışmaları, Kazan’da olduğu gibi Azerbaycan’da da karşılık buldu. XX. yüzyılın
başlarında Azerbaycan edebî dilinin durumunun ne olacağı sorgulanmaya
başlandı. Osmanlı Türkçesi tarafında olanlarla Azebaycan lehçesi taraftarları
arasında şiddetli tartışmalar yaşandı. Hasan Bey Zerdabî, daha 1876 yılında
Ekinci gazetesinin on dördüncü sayısında, Türk dil birliğini savunmuştu.21
1900’lü yıllarda, Osmanlı-Türk edebî dilini savunanlar, Hüseyinzade Ali Bey’in
idare ettiği Füyûzât’ta bu yöndeki fikirlerini kaleme almaya başladılar.22 1906
yılında neşredilmeye başlanan Füyûzât dergisi, yalnız Azerbaycan’da değil,
bütün Rusya Türkleri arasında milliyetçilik fikrinin güçlenmesinde önemli işler
yaptı. Füyûzât, sadece dilde sadeliğe önem vermedi, aynı zamanda dil konusundaki
pek çok tartışmaya sütunlarında yer açarak bu husustaki görüşlerin olgunlaşmasına
da yardım etti.
Böylece, İsmail Gaspıralı’nın ortak edebî dille ilgili gayretleri oldukça
geniş bir sahada karşılık buluyor; sadeliğin, ortak edebî dilin anlamı ve önemi
anlaşılıyordu. Bu akım, Türk birliği fikrini de gün geçtikçe kuvvetlendiriyordu.
Bununla ilgili olarak Revue du Monde Musulman dergisinin Kasım 1906 tarihli
sayısında Mr. Bouvat, Rusya Müslümanları Matbuatı adlı makalesinde, “Bütün
bu gazetelerin ortaklaşa takip ettikleri fikir ve gaye, Tatarca’nın birleştirilmesi
ve mümkün olduğu ölçüde İstanbul şivesine yaklaşmasını sağlamaktı. Bu gazeteler,
Rusça kelimelerin istilasından mümkün olduğunca kaçınarak, yerlerine bu
kelimelerin Osmanlıcasını kullanmaktaydı.”23 diyerek bu dergi ve gazetelerin
ortak amacını izah etmektedir.
20 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 89.
21 Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917), TTK Yay., Ankara
1999, s. 20.
22 Ahmet Bican Ercilasun, age., s. 360.
23 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 93.
İsmail Gaspıralı’nın dilde birlik fikrini yaymasına paralel olarak bu fikre
muhalif olanlar da vardı. Ortak edebî dil fikrine karşı olanlar, her boyun kendi
lehçesiyle edebiyatlarını oluşturmaları gerektiğini savunuyorlar; böylece, medenî
yönden daha çabuk yükseleceklerini iddia ediyorlardı. Böyle düşünenlerin en
büyük destekçileri Rus misyonerleri ve Rus müsteşrikleriydi. Bunlar, her boyun
kendi lehçesiyle birer edebiyat ve dolayısıyla birer dil oluşturmasının, Rusya’nın
o derecede menfaati olduğunu, Rusya Türklerinin topyekûn hareket etmeleri
hâlinde Rusya’yı karanlık bir geleceğin beklediğini biliyorlardı. Bunun için, her
lehçeye ayrı birer dilmiş gibi ayrı alfabeler verilmesi teklif edildi. Bu teklifi
yapan, “Rusya’daki Türkleri Ruslaştırmak ve Hristiyanlaştırmak için büyük
gayret sarf eden ve İsmail Gaspıralı gibi aydınları bu yolda büyük engel kabul
eden Nikolay İlminskiy”24 idi. 25 Mayıs 1876’da çeşitli işaretlerle genişletilmiş
Rus alfabesinin Türklerin kullandığı ayrı lehçelere uygulanmasını teklif eden
İlminskiy, daha da ileri giderek, ortak bir Türk dili yerine, her bir boy için boy
lehçesinin ana dil olarak kabul ettirilmesi gerektiği fikrini ortaya attı.25 Kazak ve
Tatar aydınlarına da tesir eden İlminskiy, onlara da kendi boy lehçelerinde alfabeler,
gramerler ve sözlükler hazırlattı. Öte yandan, Mikola Ostroumov, Türkistan
Vilayetinin Gazeti’ni çıkarıyor; 1883’ten 1917’ye kadar bu gazeteyle şehir
ağzına dayanan Özbekçeyi edebî dil hâline getirmeye çalışıyordu.26
Türkmen Türklerinde önceleri özel bir edebiyat oluşturma fikri ve teşebbüsü
yoktu. Ancak Bolşevikler, oyunun bir parçası olarak bir de Türkmen edebiyatı
oluşturma gayreti içerisindeydi. Bunun sonucu olarak, 1925’te Aşkabat’ta
Emir Hacıoğlu Kakacan başkanlığında Türkmenistan Gazetesi’nin yayımına
başlandı. Gazetenin dili, başlarda Azerbaycan Türkçesiyle Özbek Türkçesi arasındaydı.
Daha sonraları, gazetenin başına komünistleri geçirerek dilini halis
Türkmenceye çevirdiler.27 Bu lehçenin ağızlarından topladıkları kelimelerle
oluşturdukları yapay dil ile Türkmen Türkçesini diğer Türk lehçelerinden uzaklaştırmaya
çalıştılar. Bolşeviklerin bu icraatları Türkmenistan ile sınırlı kalmadı.
Bu işleri, en büyüğünden en küçüğüne varıncaya kadar bütün Türk lehçelerinde
uyguladılar. Böylece, hem her boyun kendisine ait bir millî(!) dili, hem de ayrı
birer alfabesi oldu. Zamanla bu siyasete çeşitli ayak oyunları da katılarak Tatar
Türkü, Başkurt Türküne; Özbek Türkü, Kırgız Türküne düşman edildi. Böylece,
dilde birliğin önünü bütünüyle tıkamaya çalıştılar.
24 Ahmet Bican Ercilasun, age., s. 357.
25 Ahmet Bican Ercilasun, age., s. 358.
26 Ahmet Bican Ercilasun, age., s. 358.
27 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 109-110.
Rus müsteşrik ve misyonerlerinin gayretleri bir tarafa, boyların kendi
mensuplarından olanlar da bu çabalar içerisine girmişlerdi. Bunlardan birisi,
Kazan Tatar Türklerinden olan Abdülkayyum Nasırî’dir. O, Kazan Tatarcasının
edebî dil hâline gelmesinde en büyük paya sahip olan kişidir. Kaleme aldığı
sözlükler ve gramer kitaplarıyla bu amaca hizmet etmiştir.
Bolşevik ihtilâlinden sonra “halklara özgürlük” fikriyle birlikte, Orta Asya
Türklüğü aydınları, bütün Türklerin ortak bir edebî dille yazıp konuşmaya
başlayacağını ümit etmiş ve bu yöndeki çalışmalarını arttırmışlardı. Ancak, ihtilâl
beklendiği gibi çıkmamış; bütün Türklerin ortak bir dille yazıp konuşabilmeleri
şöyle dursun, her boya ayrı bir alfabe verilmiş; hatta, biraz daha ileri gidilerek
bütün Orta Asya Türklüğü 3-5 lehçeye değil, yalnızca Azerbaycan 17 değişik
lehçeye ayrılmıştır.28 Hâlbuki, ihtilâlle birlikte yaşanan hürriyet aylarında,
Rusya Türkleri arasındaki Türkçülük cereyanının iyice artmasıyla, Moskova
kongresinde Rusya’daki Türk-Müslüman okullarında Osmanlı Türkçesinin
mecburî bir ders olarak okutulması bile kararlaştırılmıştı.29
Dilde birliğin önünde zaten yeterince engel varken Bolşevik idaresinin
adamlarıyla bu sayı daha da arttı. Artık her hususta sıkı bir denetime giren idare,
Türklüğün tek bayrak altında buluşmasına engel olabilmek için, önce dilde birliğin
sağlanmaması gerektiğini biliyor ve buna engel olmak için de tüm yollara
başvuruyordu. Bu arada, yandaşları dergiler ve gazeteler vasıtasıyla bu hususta
kaleme alınmış yazılar da sık sık sütunları işgal ediyordu.
Bolşevikler, bu mesele hakkında çok hassastılar. “Türk dil birliği” düşüncesine
tahammülleri yoktu. Bu konuda Kırım Eyalet Komitesi kâtibi Çagar,
Komünist Partisinin 17. kongresinde,
“Burjuva emeli taşıyan unsurlar, bilinçli olarak Tatar
dilini, Arap ve Türk kelimeleriyle doldurmakta, Rusça
kelimelerden kaçınmaktadırlar...”30
diyerek, dilde birlik gayesinde olanları suçlamakta, onları Bolşevik idareye âdeta
ihbar etmektedir.
28 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 109.
29 Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, KB. Yay., Ankara 1990, s. 416; Nadir Devlet, İsmail
Bey (Gaspıralı), Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1998, s. 92.
30 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 111.
Aynı kongrede söz alan Kırım Halk Eğitim Müdürü Aleksandroviç, İsmail
Gaspıralı’yı fakir Tatar halkını Çarlık rejimine satmakla suçlamış, onun bir
inkılâpçı olmadığını ve Kırım’daki dil birliği destekçilerinin -ki başında Hasan
Sabri Ayvazof vardır- Türkiye’ye meylettiklerini, yani pantürkist olduklarını,
Kırım Tatar dilini ve edebiyatını Rus dili ve edebiyatının etkisinden kurtarmaya
çalıştıklarını31 söyleyerek, bunlara karşı önlem alınması gerektiğini ifade etmiştir.
Bolşevikler, Türk dil birliğine karşı takip ettikleri siyaseti hiç bir zaman
değiştirmediler. Türk dil birliğini, başka bir deyişle Türkçülüğün bu en sağlam
temelini ve emelini kökünden baltalamaya devam ettiler. Komünist Partisine
mensup Türklerden ve Rus müsteşriklerden bazıları, gerek mahallî lehçelerin
güçlenmesi ve gerekse her lehçeye ayrı ayrı alfabeler yapılması meselesinde her
boyun kendi kararıyla hareket ettiğini iddia ederler. Ancak bu iddianın doğru
olmadığı, 1926 yılında Bakû’da toplanan I. Türkoloji Kurultayı’nda alınan kararlarla
apaçık ortadadır. Bu kurultaya her boydan ilmî alanda yeterli ve resmî
olarak yetkili kişiler katılmış ve önce ortak bir alfabe, daha sonra da ortak bir
edebî dil oluşturulması kararlaştırılmıştır. Çok geçmeden toplantıya katılan boylar,
birbirinden fazla farklı olmayan ve Lâtin esasına dayanan yeni alfabeye
geçmişlerdir.
Kurultayın ardından, ortak bir alfabede karar kılan ve alfabelerini değiştiren
Orta Asya Türklüğü, faaliyetlerini bundan sonra da sürdürmeye çalışmışlar;
ancak Bolşevik idarenin başına Stalin’in geçmesiyle bu çalışmaları durdurmak
zorunda kalmışlardır. Çünkü, Bolşevik idare eli kalem tutan bu aydınları
pantürkistlik, turancılık fikirleri güttükleri için hapishanelere attırmış, sürgünlere
göndermiştir. Cezasını çekip de hayatta kalmayı başaranlar, tekrar bu fikirler
için çalışabilirler düşüncesiyle, kaza süsü verilen cinayetlere kurban gitmişlerdir.
Çeşitli Türk boylarına mensup edebiyat ve fikir adamlarının hayatları incelenirse,
hep 1937-1941 yılları arasında öldükleri görülür. Stalin, eli kalem tutanları
ortadan kaldırarak dil birliğinin kısa vadede gerçekleşmesini imkânsız hâle
getirmiştir. Bu aydınların ortadan kaldırılmasının akabinde, çok zaman geçmeden
bütün Türk boyları için ayrı ayrı Kiril esasına dayanan alfabeler hazırlatılarak
bu alfabelerin kullanılması mecburî tutuldu.
1990’da bağımsızlığına kavuşan Türk cumhuriyetlerinde ortak edebî dil
oluşturma çabaları, Türkiye Türklüğü bilim adamları önderliğinde, özellikle de
Türk Dil Kurumunun gayretleriyle yeniden başlamakla birlikte, bunun gerçek-
31 Cafer Seydahmet Kırımer, age., s. 112.
leşmesi şu güne kadar mümkün olmamıştır. Yapılan toplantılarda, prensipte
böyle bir uygulamaya geçilmesinin gerekli olduğu kararı alınmış; fakat uygulamaya
geçilememiştir. Çünkü, uygulamaya geçilebilmesi için hükûmetlerin adım
atması gerekmektedir. Aydınlar tarafından tartışılan bu husus, nedense devletler
tarafından gündeme getirilememektedir.
Bazı cumhuriyetlerin Lâtin esaslı alfabeye geçtikleri görülmekle birlikte,
bu alfabeler birbiriyle önemli farklılıklar göstermektedir. Türkmenistan ve
Azerbaycan bugün fiilen Lâtin alfabesine geçmişlerdir. Ancak, bu cumhuriyetlerin
alfabeleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kullandığı alfabeden, özellikle ünlü sesler
için kullanılan harfler açısından farklıdır. Yine de Kiril esaslı alfabe kullanmalarındansa
böyle bir alfabe kullanmaları, bu iki cumhuriyetle Türkiye Cumhuriyeti’nin
yakınlaşmasını biraz daha kolaylaştırması açısından faydalı olmuştur.
Gaspıralı’nın dilde birlik davası, onun ölümüne kadar ulaşmaya çalıştığı
gayelerden biri oldu. O öldüğü zaman bu gayeye ulaşılamamıştı. Ancak onun bu
fikri, şüphe yok ki hem Rusya Türkleri arasında, hem de diğer Türk yurtlarında
çok büyük ilgi ve kabul gördü. 1905-1925 yılları arasında Rusya İmparatorluğu’nda
yayınlanan Türk lehçelerindeki pek çok gazete ve derginin Tercüman
Türkçesini, yahut ona çok yakın bir dili kullanmaları ve bunun ancak Sovyet
döneminde mecburî olarak son bulması, Gaspıralı’nın ortak edebî dil konusundaki
bir ömür boyu süren gayretlerinin hiç de boşa gitmediğinin delilidir.
1911’den itibaren Tercüman’ın başlığının altında yer alan meşhur, “Dilde, Fikirde,
İşde Birlik” sözü ise, günümüze kadar Türk dünyasındaki en yaygın
uran(slogan)lardan biri hâline dönüşmüştür.
Gaspıralı’nın bu yoldaki gayretleri, bütünüyle sonuçsuz da kalmamıştır.
Ölümünden sonra, 1920’lerde dahi çeşitli bölgelerdeki Türk yazı dilleri arasındaki
farklılıkların günümüzdekilere ve Gaspıralı’dan önceki dönemlere göre
çok daha az olması bunun en güzel göstergelerinden biridir.32
Bugün de gayreti içinde olunan dilde birlik fikrini ortaya atan İsmail
Gaspıralı’yı, doğumunun 150. yılında bir defa daha hatırlamak, şüphesiz ki hâlâ
tek bir dille konuşup yazmak heyecanını duyan herkes için ödenmesi gereken
bir vefa borcudur. Onun açtığı çığır, birtakım iç ve dış düşmanlar tarafından
32 Hakan Kırımlı, Kırım Tatarlarında Millî Kimlik ve Millî Hareketler (1905-1916), TTK Yay.,
Ankara 1996, s. 151.
engellenmeseydi, öyle tahmin ediyoruz ki bugün başarıyla sonuçlanmış olacaktı.
Türk milleti için hayırlı olan her işte, nedense dahilî ve haricî bedhâhlar olagelmiştir,
bundan sonra da olacaktır. Bize düşen, İsmail Gaspıralı azmi ve sebatını
göstererek bu oyunun tezgâhçılarını, ilmin ve aklın yardımıyla bertaraf etmektir.
Ruhu şâd olsun!