CEMAL ABDÜNNASIR
01 Ocak 1970
(1918-1970) Mısırlı devlet adamı.
15 Ocak 1918'de Asyüt'un Benî Mür köyünde doğdu; genellikle Nasır adıyla tanınmaktadır. Çocukluğu posta memu¬ru olan babasının görevi sebebiyle değişik şehirlerde geçti. 1930lu yıllarda İngilizler'e karşı oluşturulan milliyetçilik hareketlerine katıldı. 1936'da hukuk fa¬kültesine kaydoldu, fakat ertesi yıl bu¬radan ayrılarak harp okuluna girdi. Bu okuldan mezun olduktan sonra Asyût ve İskenderiye'de görev yaptı, bir süre son¬ra da Sudan'a gönderildi. Burada Enver Sedat (Enver es-Sâdât), Abdülhakîm Âmir ve Zekeriyyâ Muhyiddin'le ilişkilerini geliştirdi. 1942'de Mısır'a döndü ve harp akademisini bitirdi. İngiltere o sırada 1936 tarihli Mısır-İngiltere antlaşması-na dayanarak Mısır'ın bütün havaalan¬ları ve limanlarını işgal etmişti. Bu olay İngiliz aleyhtarı milliyetçi hareketlerin gelişmesini ve halk arasında işgalcile¬re karşı nefretin artmasını hızlandırdı. Böyle bir ortamda Nasır, arkadaşları Ke-mâleddin Hüseyin ve Abdülhakîm Âmir'-le birlikte ülkeyi İngiliz emperyalizminden kurtarmak için gizli Hür Subaylar (Dubbâtü'i-ahrâr) teşkilâtını kurdu (1942).
7 Şubat 1943 tarihinde askerî akade¬miye öğretim üyesi olarak tayin edilen Nasır burada genç subaylarla daha ra¬hat ilişki kurma imkânını buldu. Savaş¬tan sonra İngiltere'nin Mısır'dan çekil-memesi, idealist milliyetçi subaylar ara¬sında sömürgeci ve işgalcilere karşı du¬yulan kini körüklerken Hür Subaylar'ın faaliyetlerini yoğunlaştırmasında da et¬kili oldu. Nasır. İsrail'in kuruluşundan sonra başlayan I. Arap-İsrail Savaşı'nda (1948) Filistin'deki çarpışmalara bir bir¬liğin kumandanı olarak katıldı, Fâlûce'-de önemli bir başarı gösterdi ve bu başarısından dolayı "Kral Fuâd askerî ni-şanı'na lâyık görüldü. Bundan sonra "Fâ-lûce kaplanı" olarak anıldı. Arap-İsrail savaşındaki yenilgi Kral Faruk'un pres¬tijini sarsarken Hür Subayların orduda güçlenmesinde etkili oldu.
İngilizler'in oldubittileri karşısında ka¬rarsız kalan hükümetin tavrı toplumca bir dizi karışıklık ve istikrarsızlığa yol açarken 1950'li yılların başında Kral Fa¬ruk yönetimi ciddi buhranlarla karşı kar-şıya geldi. 1952 yılı başlarında Başba¬kan Nehhâs Paşa'nın İngiltere'nin Mısır'¬daki varlığının devamını sağlayan 1936 tarihli antlaşmayı iptal etmesi ve savaş¬tan sonra Mısır'ı tahliye edeceğine söz veren İngiltere'nin sözünü tutmaması sebebiyle kamuoyunda hâkim olan kuş¬kulu bekleyiş bir anda büyük bir heye¬cana dönüştü ve halk gösterilere başla¬dı. 25 Ocak 1952'de İsmâiliye'de hareke¬te geçen İngiliz kuvvetleriyle polisler ara¬sında meydana gelen kanlı çatışma bü¬yük bir infiale sebep oldu ve kızgın halk sokaklara döküldü. Nehhâs Paşa görev¬den alındı, yerine Ali Mahir Paşa başba¬kanlığa getirildi. Yeni başbakanın da Mı¬sır-İngiltere görüşmelerinden bir sonuç alınamaması üzerine istifa etmesi, ka¬muoyunda ihtilâlden başka bir çözümün kalmadığı şeklinde bir kanaatin güçlen¬mesine yol açtı.
Nasır ve arkadaşları bu sosyal ortam¬dan faydalanarak 22/23 Temmuz 1952 gecesi yönetime el koydular. 23 Tem¬muz günü sabahın erken saatlerinde Ka¬hire darbecilerin eline geçerken Nasır, saray çevresine yakınlığı ile tanınan Ge¬neral Muhammed Necîb'le ilişki kurdu ve onu darbenin başına geçirmeyi ba¬şardı. Böylece hem Mısır hem de Nasır için yeni bir dönem başlamış oldu. İhti-lâlin planlanması ve gerçekleştirilmesin¬de birinci derecede rol oynayan Nasır bu sırada adı henüz duyulmayan bir al¬baydı. Gençliğinde İhvân-ı Müslimîn (Müs¬lüman Kardeşler). İngiltere hesabına ça¬lışan Genç Mısırlılar, Hürriyet Taraftar¬ları ve Komünist Teşkilât gibi amaçlan birbirinden oldukça farklı kuruluşlara girmiş, ayrıca Vefd Partisi'ne İlgi duy¬muştu. İhtilâle kadar olan davranışları. onun önceden her gruptan insanı tanı¬mak ve iyi ilişkiler kurmak için planlı şe¬kilde çalıştığını göstermektedir.
Nâsır'ın ihtilâlden sonraki hayatını dört safhada ele almak gerekir: 1952-1956, 1956-1961. 1961-1967 ve 1967-1970. İhtilâlin yapıldığı 23 Temmuz 1952 sa¬bahı Kral Faruk darbecilerin bütün şart-larını kabul ettiğini bildirmekle beraber Nasır. Kral Faruk'un tahtta kalmasını hem ihtilâl hem de ülkenin bağımsızlığı için doğru bulmuyordu. İhtilâl Konseyi'-ne (Meclisü's-sevre) dönüşen Hür Subaylar teşkilâtı konuyu gürüşerek kralın taht¬tan indirilip ülke dışına çıkarılmasını kararlaştırdı. Bunun üzerine Kral Faruk, 26 Temmuz 1952 günü İki yaşındaki oğ¬lu Ahmed Fuâd lehine tahttan feragat ettiğine dair belgeyi imzalayarak Mısır'ı terketti.
İhtilâlin lideri olarak Muhammed Ne-cîb görünüyordu, fakat gerçekte bütün gücün Nâsır'ın elinde olduğu birkaç ay içinde anlaşıldı. İhtilâl Konseyi'nde gö¬revli Hür Subaylar'ın önde gelen isimle-rinden hiçbiri Nâsır'a karşı çıkacak du¬rumda değildi. Yeni dönemde Nasır, ön¬ce devletin ihtilâle karşı olan unsurlar¬dan arındırılması için istihbarata ve po¬lise özel önem vererek kurdurduğu is-tihbarat teşkilâtıyla muhalifleri baskı altına aldı. Mesken dokunulmazlığı ve her türlü hürriyetin tehlikeye girmesiy¬le Nâsır'ın eseri olan ihtilâl yönetimi ya¬vaş yavaş diktatörlüğe dönüşmeye baş-ladı. Gerçekleştirilen toprak reformu top¬raksız Mısırlılar ı memnun ederken kar¬şı çıkanlar sert şekilde cezalandırıldı. So¬nunda Ali Mahir Paşa başkanlığındaki hükümet istifa etmek zorunda kaldı [1][243] ve yerine İhtilâl Konseyi Baş¬kanı Muhammed Necîb'in başkanlığın¬da yeni bir hükümet kuruldu. Ardından çıkarılan bir kanunla, kendisini bir der¬nek olarak tanıtan İhvân-ı Müslimîn teş-kilâtı dışındaki bütün siyasî partiler ka¬patıldı ve mallarına el kondu. Kısa bir süre sonra Hey'etü't-tahrir adıyla yeni bir parti kurularak genel sekreterliğine Nâsır'ın en sadık adamlarından Tahâ-vî getirildi, fakat bu parti pek ilgi gör¬medi.
İhtilâl Konseyi'nde konsey başkanı ve başbakan Necîb ile Nasır arasında kısa bir süre sonra. Nâsır'ın başkanın haberi ve bilgisi olmadan bazı kararlar alması dolayısıyla anlaşmazlık çıktı. Aslında si¬yasî partiler, anayasa ve devlet yapısı gibi temel konularda Nâsır'la Necîb ara¬sında görüş ayrılıkları vardı. Necîb par¬lamenter demokrasiyi ve meşrutî monar¬şiyi savunurken Nasır monarşiye karşıy¬dı ve parlamenter demokrasiyi de dü¬şünmüyordu. Necîb'in halk nezdinde iti¬barının artması da Nâsır'ı kaygılandırı¬yordu.
18 Temmuz 1953 tarihinde monarşi yönetimine son verilerek Cumhuriyet ilân edildi. Muhammed Necîb başbakanlığın yanı sıra cumhurbaşkanlığı görevini de üstlenirken iktidarın gerçek sahibi Na-sır başbakan yardımcısı ve İçişleri baka¬nı oldu. İhtilâl Konseyi üyelerinin çoğu bakan olarak görev aldı. Nâsır-Necîb anlaşmazlığı, Necîb'den habersiz olarak İh¬tilâl Konseyi'nin 25 Şubat 1954'te Ne-cîb'in başbakanlık ve konsey başkanlı¬ğından istifa ettiğinin ve bu görevlere Nâsır'ın getirildiğinin duyurulmasıyla ye¬ni bir safhaya girdi. Böylece Nasır yet¬kilerini fiilen kullandığı makamlara biz¬zat gelmiş oluyordu.
Muhammed Necîb'in başbakanlık ve İhtilâl Konseyi başkanlığı görevlerinden alınması hem ordu içinde hem de halk arasında büyük karışıklıklara sebep ol¬du. Muhammed Necîb'in 27 Şubat 1954 tarihinde evinden kaçırılması üzerine bazı ordu birlikleri onun göreve iadesi için ayaklanırken İhvân-ı Müslimîn de Necîb lehine tavır alınca Nâsır'ın emrin¬deki İhtilâl Konseyi Necîb'i görevine iade etmek zorunda kaldı. Ardından tek de¬receli seçimle bir temsilciler meclisi oluş¬turulması, sıkıyönetimin kaldırılması ve sansürün gevşetilmesi kararı alındıysa da (5 Mart 1954) kısa bir süre sonra Na¬sır bu kararlan ertelediğini ilân etti [2][244]. Böylece Necîb'in kurmak is¬tediği demokratik yönetime karşı olan Nasır Mısır'da tek adam oldu ve tam bir diktatörlük kurdu.
Önündeki engelleri birer birer kaldır¬maya başlayan Nasır nihayet sıranın İh¬vân-ı Müslimîn'e geldiğine karar verdi. Nâsır'ın İhvân-ı Müslimîn'le olan müna¬sebeti 1945 yılında başlamıştı. Kısa za¬manda teşkilâtın en faal üyesi haline ge¬len Nasır gizli toplantılara da katılıyor¬du. Bir süre sonra başkanla arası açıldı¬ğından 1948'den itibaren teşkilâttan ya¬vaş yavaş uzaklaştıysa da 1951 yılında ilişkileri yeniden geliştirdi. Nasır ihtilâl için İhvân-ı Müslimîn'den destek isteyin¬ce ordu hareketiyle İslâmî esaslara da¬yalı bir rejimin kurulmasını isteyen İh¬vân-ı Müslimîn başkanı Hasan el-Hudey-bî teşkilâtın bütün birimlerine bir ge¬nelge yayımlayarak hareketin destek¬lenmesini sağladı. Ayrıca ihtilâlden son¬ra teşkilâta mensup Abdülhakîm Âmir, Abdüllatîf el -Bağdadî ile Kemâleddin Hü¬seyin gibi kişiler İhtilâl Konseyi üyeliği¬ne getirildiler. Kendisine verilen destek sebebiyle Nasır İhvân-ı Müslimîn teşki¬lâtını hemen kapatma yoluna gitmedi. Fakat teşkilâtın kamuoyunda giderek gelişme göstermesi Nâsır'ı rahatsız et¬meye başladı. Bu yüzden teşkilâtı çö-kertmek için Önce başkan Hasan el-Hudeybrye muhalif olanlarla temasa geç¬ti: bundan bir sonuç alamayınca orduda İhvân-ı Müslimîn'e mensup olanların bir kısmını uzaklaştırırken okullardaki-leri de sıkı bir kontrol altına aldı. İhvân-ı Müslimîn'e yakın öğrenciler 1954 yılı baş¬larında Nasır ve askerî rejim aleyhine gösterilere başlayınca ordu teşkilâtın başkanıyla ileri gelenlerini tutukladı. Bü¬yük bir hızla sürdürülen takibat sonun¬da birkaç gün içinde teşkilâta mensup binlerce kişi tutuklandı ve teşkilâtın gü¬cü yok edildi. Bu gelişmeler İhtilâl Konse-yi'ndeki görüş ayrılıklarını da su yüzüne çıkardı. Başbakan Muhammed Necîb'in ısrarları üzerine Nasır Hasan el-Hudey-bî ile arkadaşlarını serbest bıraktıysa da 26 Ekim 1954 tarihinde Nâsır'ın İs¬kenderiye'de halkın Önünde konuşma yaptığı sırada patlayan silâh sesleri ara¬sında tutuklanan Mahmûd Abdüllatîf adlı gencin İhvân-ı Müslimîn'e mensup olduğunun anlaşılması üzerine bu sui¬kastı teşkilâtın planladığı suçlamasıyla tutuklamalar yeniden başlatıldı. Nasır İhvân-ı Müslimîn teşkilâtının bütün men-suplarını tutuklatmak için harekete geç¬ti ve birkaç hafta içinde pek çok kişi göz altına alındı. İhtilâle ve memleket men¬faatlerine karşı gelenleri cezalandırmak için kurulan ihtilâl mahkemesi teşkilâ¬tın ileri gelen yedi üyesini ölüme mah¬kûm etti. Bazı İslâm devletlerinin araya girmesi üzerine sadece başkan Hasan el-Hudeybfnin cezası müebbete çevri¬lirken teşkilâtın Abdülkâdir Odeh, Mah¬mûd Abdüllatîf. Şeyh Muhammed Far-gal, Yûsuf Tal'at ve İbrahim Tayyib gibi önde gelen adamları idam edildi [3][245]. Hapishanelerde kalanların ço¬ğu ise hiç kimsenin dikkatini çekmeden birer birer öldüler. Nasır böylece İhvân-ı Müslimîn engelini de aştı ve şahsî oto¬riteye dayalı diktatörlüğünü kurma yo¬lunda büyük bir merhale katetti.
Nasır içeride iktidarını güçlendirmek ve muhalifleri sindirmekle uğraşırken milletlerarası alanda ülkesinin ve ken¬disinin prestij ve nüfuzunu arttıracak önemli başarılar da elde etti. Kanal böl-gesinde bulunan İngiliz askerlerinin Mı¬sır'dan çekilmesi konusunda sürdürü¬len görüşmeler sonuçlandırıldı ve 27 Temmuz 1954'te iki ülke arasında bir antlaşma imzalandı. Bu arada Cezayir'-de sömürgeci Fransızlara karşı başlatı¬lan kurtuluş mücadelesine destek ver¬mesi müslümanlar nezdinde prestijini arttırırken Fransa ile ilişkilerin gergin¬leşmesine yol açtı.
Bu yıllarda dünyada bütün hızıyla de¬vam eden soğuk savaş Ortadoğu'da da etkisini göstermeye başladı. Kuzey At¬lantik İttifakı'nı Güney Asya'ya bağlaya¬rak Sovyetler Birliği'ni güneyden çevre-lemek amacıyla kurulan Bağdat Paktı¬na katılması için davet edilen Nasır bu¬na şiddetle karşı çıktı. Aslında ilk yıllar¬da Batı ile yakınlaşmayı denemiş, 1953'-te hazırlattığı plana göre üretimin arttı-rılması için yukarı Nil bölgesinde bir ba¬raj yapılmasına karar vermişti. Barajın yerli sermaye ile inşası mümkün olma¬dığından finansman için İngiltere, Ame¬rika Birleşik Devletleri ve milletlerarası kuruluşlara başvuran Nâsır'a İlgili hükü¬metler söz vermişlerdi. Fakat 1949 Arap-İsrail savaşında bozguna uğrayan Mısır ordusuna silâh temin etmeye yönelik is¬teklerine Batı ülkelerinden olumlu cevap alamaması ve bazı şartlara bağlan¬mak istenmesi üzerine Nâsır'ın ihtiyacı olan silâhları Sovyetler Birliği'nin izniyle Çekoslovakya'dan satın almaya karar vermesi, İngiltere ile Amerika Birleşik Devletleri" nin sert tepkilerine sebep ol¬muş ve ilişkiler kopma noktasına gel-mişti. Bunun üzerine Nasır, Hindistan lideri Nehru'nun ve Çin Halk Cumhuri¬yeti Başbakanı Çu En Laİ'nin de tesiriy¬le milletlerarası ilişkilerde "bağlantısızlık" politikasına yanaştı ve Bandung Kon¬feransı ile [4][246] bu politika¬nın liderlerinden biri haline geldi. Bu ta¬rihten itibaren Nasır, Nehru ve Tito ile birlikte bağlantısızlar hareketinin önde gelen üç liderinden biri oldu ve dış poli¬tika alanında Üçüncü Dünya ülkelerinde nüfuzu giderek arttı.
Bu arada referandum sonunda kabul edilen yeni anayasa ile beraber Nasır da Mısır'ın ikinci cumhurbaşkanı seçildi [5][247] ve devletin bütün iktidar alanlarını ele geçirmiş oldu. Böylece hem içeride hem de dışarıda daha rahat ha¬reket edebilme imkânı buldu.
Çekoslovakya ile yapılan silâh alım an¬laşması üzerine Amerika Birleşik Dev¬letleri ve İngiltere'nin Asvan Barajı'nın finansmanı konusunda verdikleri yardım sözünden vazgeçtiklerini açıklamalarına büyük tepki gösteren Nasır, bu ülkelere 23 Temmuz 1956 tarihinde Süveyş Ka-nalı'nı millileştirerek cevap verdi. Nâ¬sır'ın bu kararı Batı'yı telâşlandırırken Arap dünyasında büyük sevinçle karşı¬landı. Meselenin halli için Batılı ülkele¬rin çeşitli teşebbüsleri sonuçsuz kaldı. Bir anda patlak veren Süveyş problemi Nâsır'ın Batı karşısında güçlenmesine yardım ederken İngiltere, Fransa ve İs¬rail Nâsır'a ders vermek ve onu iş ba¬şından uzaklaştırmak için Sînâ yarıma¬dasını işgal etrne kararı aldılar. 29 Ekim 1956 tarihinde İsrail birlikleri İngiliz ve Fransız hava kuvvetleri desteğinde Mı¬sır'a saldırdı ve Sînâ yarımadası işgal edildi. Ardından İngiliz ve Fransız uçak¬ları Mısır'ın çeşitli şehirlerini bombala¬manın ötesinde Port Said ve Port Fuad'a da askerî birlikler çıkardılar [6][248]. Birleşmiş Milletler'ce ilân edilen ateşkes kararına uymak zorunda kalan Nâsır'ı Arap dünyası ile bağlantısızların büyük çoğunluğu destekledi. Sovyetler Birliği'nin İngiltere ve Fransa'yı protes¬to etmesi, ardından Amerika Birleşik Devletleri'nin saldın hakkında kendisine bilgi verilmediğinden dolayı karşı tavır takınarak İsrail'e yaptığı askerî ve eko¬nomik yardımı durdurması ve konuyu Birleşmiş Milletler'e götürmesi, millet¬lerarası camianın işgal birliklerinin Mısır'dan derhal çekilmelerini istemesi üze¬rine İngiltere ve Fransa'nın çekilmek zo¬runda kalmaları, Nâsır'ın hem ülke için¬de hem de dışarıda prestijinin birden bire artmasına sebep oldu. Süveyş sa-vaşı Nasır için askerî bakımdan tam bir hezimet olmakla beraber siyasî sonuç¬ları bakımından ona tam bir zafer ka¬zandırmıştır.
1956-1961 yılları arasındaki ikinci dö¬nemde Nasır, Süveyş savaşından siyasî bir zaferle çıktığı için iktisadî ve siyasî alandaki politikasını daha cesur bir şe¬kilde uygulama alanına koydu ve toplu¬mun ekonomik hayatını düzeltmek için bazı tedbirler atdı. Önce Mısır'daki İngi¬liz ve Fransız şirketlerine el kondu; 1957 yılı başından itibaren bütün yabancı ban¬kalarla sigorta şirketleri miilîleştirîlirken bazı basımevleriyle bankalar da devletleştirildi. 1957'de beş yıllık kalkınma pla¬nı yürürlüğe kondu. Ekonomik hayatta devletin payı giderek arttırıldı, sanayi ve ticaret sektöründe faaliyet gösteren çok sayıda şirket devletleştirildi. Diğer ta¬raftan basın, seyahat hürriyeti ve siyasî hürriyetler alanında kısıtlamalar devam etti. İhtilâlden sonra kurulan Hey'etü't-tahrîr partisi kapatılarak yerine el-İtti-hâdü'I-kavmî adıyla yeni bir parti kurul¬du. [7][249]
Bu dönemde Nâsır'ın en önemli faali¬yeti. Arap milliyetçiliği ve birliği düşün¬cesini bayraktaştırması oldu. Nâsır'ı bü¬tün hayatı boyunca ilgilendiren esas ko¬nu Arap birliği olmuş ve İslâm birliği fik¬rine daima karsı çıkmıştır. Suudi Arabis¬tan Kralı Faysal b. Abdülazîz'in savun¬duğu İslâm paktı düşüncesi, Nâsır'a gö¬re Amerika Birleşik Devletleri tarafın¬dan gelişmeyi durdurmak amacıyla or¬taya atılmıştı. Bu sebeple onun dış poli¬tikasını Arap birliği faktörü belirlemiş ve bu birliğin hiçbir büyük devletin et¬kisinde olmaması gerektiğini ileri sür¬müştür. Süveyş savaşı Batı ile ilişkileri koparırken Sovyetler Birliği ile yakınlaş¬masında rol oynayan temel faktör oldu. Birleşmiş Milletler'de Kruşçev'in işgale karşı Mısır'ı savunması iki lideri birbiri¬ne yaklaştırdı. 28 Nisan - 16 Mayıs 1958 tarihleri arasında Nâsır'ın Moskova'yı resmen ziyaret etmesi, iki ülke arasın¬da çok yönlü ilişkilerin kurulmasını ve Sovyetler Birliği'nin Mısır'da nüfuzunun giderek artmasını sağladıysa da 14 Tem¬muz 1958'de Irak'ta gerçekleştirilen kanlı askerî darbe sonunda iktidarı ele geçiren Abdülkerîm Kâsım'ın milliyetçi¬leri ezmeye çalışması üzerine Sovyetler Birliği'nin Kâsım'ı desteklemesi ve Kruş¬çev'in parti kongresinde komünistlere karşı olduğu için Nâsır'a cephe alması, Nâsır'ın da ona sert bir şekilde cevap vermesi ilişkileri zayıflattı. 1964 yılına kadar süren Nâsır-Kruşçev soğukluğu, Kruşçev'in Asvan Barajı'nın ilk bölümü¬nün açılışına katılmak üzere Mısır'ı zi-yaret etmesiyle son buldu.
1 Şubat 1958 tarihinde Mısır ve Suri¬ye'nin birleşerek Birleşik Arap Cumhu-riyeti'ni kurmaları, Nâsır'ın Arap birliği düşüncesi çerçevesinde gerçekleştirdiği en ileri adımdır. Ürdün ve Suudi Arabis¬tan'ı da Birleşik Arap Cumhuriyeti'ne ka¬tılmaları için zorlamakla birlikte bunda başarılı olamadı. Bunun üzerine Nâsır'la Kral Suüd b. Abdülazîz arasında başla¬yan şiddetli mücadele, her iki tarafın birbirini iç işlerine karışmak ve suikast teşebbüsünde bulunmakla itham etme¬lerine kadar vardı. Sonunda Kral Suûd, Nâsır'a karşı düzenlediği suikastın henüz teşebbüs halindeyken öğrenilmesi üzerine bu mücadelede makamını kay¬betti. Temmuz 1958'de İrak'ta gerçek¬leştirilen ihtilâlden sonra Nâsır'ın fotoğ¬rafları her tarafa asılıp lehinde tezahü¬rat yapıldıysa da Irak'ın yeni yönetimi birliğe katılmayı reddetti ve Sovyetler Birliği'ne yanaştı. Öte yandan 1960 yılın¬da şahla arası açılan Nâsır'ın İran'a kar¬şı başlattığı şiddetli kampanya, İran ile Mısır arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesine kadar vardı. Eylül 1961'de Suriye'de birlik muhalifi komünist su¬bayların gerçekleştirdiği darbeden son¬ra Suriye'nin birlikten ayrılması üzerine Nâsır'ın Arap birliğini gerçekleştirme ça¬baları başarısızlığa uğradı. Bu başarısız¬lıktan sonra Nâsır'ın gayretlerini içeride Mısır'a uygun bir sosyalizm kurmaya, dışarıda ise politikasını daha çok Afri¬ka'ya yönelttiği yeni bir dönem başla¬mış oldu.
1961 yılının ortalarından itibaren dev¬letleştirmeler yeniden hızlandırıldı; bü¬yük ticarî ve sınaî işletmelerle ithalât ve ihracat tamamen devletin tekeline geç¬ti. Nasırın Arap milliyetçiliğine sıkı sıkı¬ya bağlı olan sosyalizm anlayışı ne teorik bir tutarlılığa sahipti, ne de Marksizm'¬le bir ilgisi vardı. Nasır sınıf mücadele¬sine kesinlikle karşı idi ve sosyalizmi sı¬nıflar arası iş birliği, devlet öncülüğün¬de kalkınma ve kaynaşmayı hızlandıra¬cak bir yol olarak anlıyordu. Bu çerçeve¬de bir yandan devlet yeniden teşkilât¬landırırken öte yandan ekonomik ve sosyal kalkınmaya önem verildi. 4 Tem¬muz 1962'de Arap Sosyalist Birliği Par¬tisi [8][250] kuruldu ve başkanlığını Nasır üstlendi. İkinci beş yıllık kalkınma planı yürürlüğe konuldu. 1960'ta başlanan Asvan Barajı inşaatı-nın birinci bölümü 1964'te bitirildi. Top¬lam yatırımlar içerisinde devletin payı % 90'a kadar yükseldi. Sosyal nitelikli yatırımlarda büyük bir artış oldu. Bu yıl¬larda Mısır ekonomisi Afrika'nın ve Or¬tadoğu'nun en güçlü ekonomisi haline geldi.
Nasır, Ortadoğu ve Afrika'daki bütün sömürge ülkelerde Batı'ya ve özellikle İngiltere'ye karşı radyo aracılığıyla yo¬ğun bir kampanya başlattı. Eylül 19621-de Yemen'de Nasır yanlısı bir grup su¬bay tarafından gerçekleştirilen darbe¬den sonra Suudi Arabistan'ın destekle¬diği kralcılarla Nâsır'ın desteklediği cum¬huriyetçiler arasında patlak veren iç sa¬vaşta Mısır ile Suudi Arabistan karşı kar¬şıya geldiler. Nihayet olaylar Yemen'in ikiye bölünmesine kadar vardı ve Sov¬yetler Birliği'nin Yemen'e nüfuz etme¬sinde Nâsır'ın büyük rolü oldu.
Nisbeten soğuk olan Mısır-Sovyetler Birliği ilişkileri Kruşçev'in 1964'te Mı¬sır'ı ziyaretiyle yeniden canlanmıştı. Ay¬nı yıl Kahire'de Arap, Afrika ve Bağlan¬tısızlar zirvelerinin toplanması Nâsır'ın dış dünyadaki nüfuzunu arttırırken Ame¬rika Birleşik Devletleri'yle ilişkilerini ger¬gin hale getirdi.
Nâsır'ın İhvân-ı Müslimîn'in Önde gelen simalarından olan ve Fi Zılâli'l-Kur'ân adlı tefsiriyle bütün İslâm dünyasında tanınan Seyyid Kutub'u 22 Ağustos 1966 tarihinde idam ettirmesi müslümanla-rın nefretine sebep oldu. 1954'ten beri hapiste olan Seyyid Kutub İrak devlet başkanının ricası üzerine 1964'te serbest bırakılmış, ancak bir yıl sonra Me'âlim fi't-tarîk adlı kitabı dolayısıyla tutukla¬narak idama mahkûm edilmişti.
Nâsır'ın hayatının dördüncü dönemi 1967 İsrail-Arap savaşıyla başladı. Sa¬vaşa giden yolda olaylar hızla gelişirken 30 Mayıs 1967 tarihinde Mısır, Ürdün ve Irak arasında bir askeri ittifak imza¬landı ve aynı tarihte Nasır Kral Hüseyin aleyhine Kahire Radyosu'nun yaptığı ya¬yınları durdurdu. Nasır savaşın çıkması durumunda birkaç gün içinde İsrail'in haritadan silineceğine inanıyordu, fakat gelişmeler umduğu gibi olmadı. İsrail 5 Haziran günü beklenmedik bir şekilde Mısır hava alanlarına yaptığı bir baskın¬la savaşı başlattı ve Mısır'ın hava gücü¬nü tamamen imha etti. Sînâ yarımada¬sındaki kara savaşında da Mısır birlikle¬ri herhangi bir varlık gösteremedi ve Al¬tı Gün Savaşı bütün Araplar için tam bir hezimetle sonuçlandı. Bu yenilgiyle hem Arap dünyasında hem de Mısır'da Nâsır'a duyulan güven sarsıldı. Bunun üzerine Nasır her türlü resmî görevden istifa et¬tiğini açıkladıysa da Mısır halkının lehi¬ne yaptığı büyük gösteriler üzerine isti¬fasını geri almak zorunda kaldı. Fakat prestiji sarsılmış ve eski gücünü kaybet¬mişti. Baskıyla sindirilmiş olan muhale¬fet yavaş yavaş ortaya çıkarken yaygın¬laşan işçi ve öğrenci hareketleri de Nâ¬sır'ın güç kaybetmesini hızlandırdı.
Ürdün Kralı Hüseyin'in ülkesindeki Fi-listinliler'i ezmek için Eylül 1970'te ha¬rekete geçmesiyle ortaya çıkan prob¬lemleri görüşmek üzere 22 Eylül 1970 tarihinde Kahire'de toplanan Arap Zir-vesi'ne son defa katılan Nasır, Kuveyt şeyhini havaalanında uğurlarken geçirdiği kalp krizi sonucunda 28 Eylül 1970'-te öldü. Ertesi gün büyük bir törenle top¬rağa verildi.
Mısır'da krallık rejimine son veren İh¬tilâle önderlik yapan Nasır, Arap dünya¬sının son dönemde yetiştirdiği en önem¬li şahsiyetlerden biridir. Hayatı boyunca sömürgeci Batılılar'a karşı savaş, Arap birliği, Arap milliyetçiliği ve bağlantısız¬lık hareketinin başarısı için çalışmış, Mı¬sır'ın olduğu kadar Arap dünyasının da modern tarihine damgasını vurmuştur. İktidarı ele geçirdikten sonra yıllardır İngiliz emperyalizminin ezdiği, horladı¬ğı, sömürdüğü Mısırlılar'a ve bütün Arap halkına millî gurur, onur ve kişilik ver¬mek. Batı karşısında ayakta duran bir millet oluşturmak için gayret sarfetmiştir.
Ateşli bir Arap birliği savunucusu olan Nasır bu birliği gerçekleştirmek için bü¬yük gayret göstermekle birlikte parça¬lanmış Araplar'] bir siyasî çatı altında toplama başarısını gösteremedi. Bunun¬la birlikte Arap ülkelerinde kendi düşün¬celerini ve siyasî tutumlarını paylaşan taraftarlar edindi, ihtilâlci şahsiyetiyle Arap dünyasındaki muhafazakârlarla ça¬tışırken Batı yanlısı krallık yönetimleri¬ne karşı da bir tavır benimsedi.
Batı ülkeleriyle ortak organizasyonlar içinde bulunmamak ve bağlantısızlığı sa¬vunmak onun dış politika ilkelerinin ba¬şında gelmiştir. Amerika Birleşik Dev¬letleri ve İngiltere'nin Ortadoğu'da giriş¬tikleri tertiplere şiddetle karşı koymuş ve onların desteğiyle oluşturulmuş olan Bağdat Paktı'nı, Mısır'ı Arap dünyasının dışında tutmaya yönelik bir teşebbüs olarak değerlendirmiştir. Batı'dan askeri ve ekonomik yardım alamayınca Sovyet¬ler Birliği'ne yanaşmakta mahzur görme-mekle birlikte ülkesindeki komünistleri sindirme politikasını da sürdürmüştür.
Batı aleyhtarı bir dış siyaset takip eden Nâsır'ın Türkiye ile münasebetleri de iyi gitmemiştir. Türkiye genel anlamda Arap dünyası ve Mısır'la ilişkilerini II. Dünya Savaşı sonuna kadar ilgisizlik ve Arap-lar'ı kendi hallerine bırakma şeklinde yü¬rütmüş, bu tarihten sonra da özellikle Ortadoğu ile ilgili çeşitli konularda Tür¬kiye ile Mısır farklı politikalar takip et¬mişlerdir. Bandung Konferansı'nda (1955) Batı dünyasının sözcülüğünü üstlenmiş olan Türkiye ile bağlantısızlığı savunan Nâsır'ın politikaları çatışmıştır. Ardından Süveyş krizinde ve İsrail, Fransa ve İngil¬tere'nin Mısır'a yaptıkları saldırılarda Ba-tı'nın görüşlerinin desteklenmesi, Tür¬kiye-Mısır ilişkilerinin daha da soğuma¬sında etkili olmuştur. Türkiye'nin Suriye buhranı (1957) ve Irak ihtilâlindeki [1958) tutumu Nâsır'ın tepkisine sebep olmuş, onun gayretleriyle kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni Türkiye olumlu karşıla¬tmamıştır. Suriye'nin 29 Eylül 1961 tari¬hinde birlikten ayrılmasının hemen ar¬dından Türkiye'nin Şam hükümetini ta¬nımasına da Nasır sert tepki göstermiş¬tir.
Türkiye ile Mısır arasındaki soğukluk 1967 savaşına kadar devam etmiştir. Türkiye, 1965'lerde milletlerarası camia¬da içine düştüğü yalnızlıktan kurtulmak için başlattığı çok yönlü dış politika çer¬çevesinde Arap ülkeleriyle ve Mısır'la iyi ilişkiler kurmanın yollarını aramış ve 1967 savaşı bu politika için iyi bir fırsat olmuştur. 1967 yılı başlarında, tam otuz yıl sonra, Türkiye Dışişleri bakanının Ka-hire'ye resmî bir ziyaret yapması Nâsır'ın Türkiye'ye karşı politikasını yumuşat-masında etkili olmuştur. Ardından Mı¬sır Dışişleri bakanı da Türkiye'ye resmî bir ziyarette bulunmuştur; bu ise 1952-den beri bakanlık düzeyinde gerçekleş¬tirilen ilk ziyaret olmuştur. 1967 sava¬şında Türkiye'nin dolaylı da olsa Arap ülkelerini ve Mısır'ı desteklemesi, yiye¬cek, ilâç ve gıda maddesi yardımı yap¬ması, savaştan sonra meselenin Birleş¬miş Milletler'de görüşülmesi sırasında İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekil¬mesi kararına Arap ülkeleri lehinde oy kullanması Arap dünyasında memnuni¬yetle karşılanmış ve Nâsır'ın Türkiye hak¬kındaki kanaatlerinin değişmesinde et¬kili olmuştur.
Nâsır'ın siyasî nitelikli birkaç eserin¬den en tanınmışları Felseietü 's şevre [9][251], Şev-retüne'I-ictimâciyye [10][252] ve Mî-sâku'l-âmâh'i - vatanî'dir. [11][