NEDÎM
Seda Nur KURT 01 Ocak 1970
Nedîm, Anadolu’da kadılıklarda bulunan Muhammed adlı birinin oğludur. Muhammed’in babası, Sultan İbrahim devri kazı-askerlerinden olup gayri tabii temayülleri yüzünden çirkin lakaplarla anılan ve bu yüzden edebi yazılara Mülakkap diye geçen Muslihüddin oğlu Merzifonlu Mustafa’dır ki İbrahim’in tahttan indirilmesinden sonra 1158 recebindeki (1745) isyanında halk ve ulema tarafından linç edilerek öldürülmüştür. Annesi Ravzat-ül-ebrâr sahibi Karaçelebi-zâde Abdülaziz Efendi ailesinden Saliha Hatun’dur. İstanbul’da doğmuştur. Zamanındaki tahsil mertebelerini aştıktan sonra Ebe-zâde Abdullah tarafından imtihan edilerek müderris olmuştur. Sadrazam Şehit Ali Paşa zamanında Nedîm gibi zevke düşkün bir adamın dilediği hayata kavuşması mümkün değildi. Önce Sadaret Kaymakamı oldu, sonra da 1130 da sadrazam olan Damat İbrahim Paşa zamanında dilediği hayata kavuştu. 1136 (1723) dan itibaren bilhassa ramazan aylarında takrir edilen tefsir derslerine kaari’ olmuş 1138’de (1725) Mahmud Paşa mahkemesine naip tayin edilmiş, 1139 zilkaidesinin yirmi sekizinci günü (1727) Molla Kırîmi medresesi müderrisliğine nail olmuştur. Hele İbrahim Paşa kütüphanesinde hâfız-ı kütüb tayin edilmesi onu pek sevindirmişti. 1140 ramazanında da sadrazam huzurundaki tefsir dersinde kaari’ sıfatıyla hazır bulunmuştu. O gün Nedîm’in payesinin yüceltilmesi emredildi ve Sa’di Efendi medresesine müderris oldu. 1141 seferinin on dördüncü günü (1728) Nişancı Paşa’yı Atıyk medresesine, 1142 recebinde (1730) Muhammed Alim Efendi yerine Sahn-ı Seman medreselerinden birine 1143 de (1730) Sekban Ali Bey medresesine müderris tayin edildi. Aynı yılın rebiulevvelinin on beşinci günü başlayan ihtilal Nedîm’in de ölümüne sebep oldu. Nedîm’in bu ihtilal yüzünden öldüğü muhakkaktır. Yalnız Ramiz, Tezkiresinde Damat İbrahim Paşa’yla Mehmet Kethüda’ya intisabı olanların, türlü dertlere, yağmalara, hatta ölüme uğradıklarını duyunca korkarak giriftar olduğu illet-i vâhimeden tahlîs-i cân edemeyüp sene-i mezbûre cümâdelâhırasında (1731) öldüğünü söylemekte ve
Rahmetmedi kimesne anın âh-u zârına
Ahır götürdü anı da miskin mezarına
Beytini kaydederek Üskğdar’da Miskinler mezarlığına gömüldüğünü anlatmaktadır. Buna karşılık Müstakıym-zâde Mecelled-ünnısâb adında Nedîm’in ihtilal esnasında evinin damından aşağı düşerek öldüğünü söyler. Nedîm’in hayatını kılı kırk yararcasına etüd eden Ali Canip Yöntem, Murat Molla kütüphanesinde 1115 numarada kayıtlı bir mecmuada Nedîm’in ölümü dolayısıyla yazılmış olan bir tereke kararının suretini bulmuştur ki “Nahiye-i İstanbul’da Mahmud Paşa mahkemesi nâibi olup mahrûsa-i Galata muzâfâtından kasaba-i Beşiktaş’ta Tekerlek Mustafa Çelebi mahallesi ehalisinden iken bundan akdem irtihâl-i dâr-ı bekaa eden merhum Nedîm Ahmet Efendi…” cümlesini de ihtiva eden bu tereke kararının tarihi 15 rebiülâhir 1143’tür (1730). Bu suretle kesin olarak anlaşılmaktadır ki Nedîm bu tarihten epeyce evvel, ya ihtilalin ilk günlerinde, yahut da bir müddet sonra, fakat henüz ihtilal yatışmadan ölmüştür. Belki onun evi de basılmış ve gelenlerden canını kurtarmak için aşağıya atlayarak yani adeta intihar ederek ölmüştür. Belki de Ramiz’in kaydettiği illet-i vâhime, Ali Canip Yöntem’in işaret ettiği gibi alkolden meydana gelen muvakkat bir cinnettir. Aynı zamanda bu tereke kararnamesi, Nedîm’in evinin, Tekerlek Mustafa tarafından yaptırılmış olan camiin bulunduğu mahallede olduğunu, yâni Beşiktaş’tan Ortaköy’e giden yolda bulunduğunu, bu mahalle ehalisinden İbrahim Çelebi’nin kızı olduğunu, Rukayye, Hamîde ve Âyişe adlı baba bir, üç kız kardeşi olup bunlardan Âyişe’nino tarihte nerede olduğunun bilinmediğini ve Nedîm’in ölümünden sonra kaynatası İbrahim Çelebi’nin henüz küçük olduğu anlaşılan Rebabe’ye vasıy tayin edildiğini bildirmektedir.
Nedîm’in mezarı, Ramiz’in de işaret ettiği gibi Üsküdar’da Karacaahmet mezarlığının Miskinler kısmındadır. Şimdi burası, Tunusbağı denen mezarlık kısmından biraz aşağıda ve Miskinlerden bir hayli yukardaysa da o zamanlar, Miskinler kısmının bu sahayı da şâmil olduğu anlaşılıyor. Nitekim Enderunlu Vâsıf’ın da Miskinlerde yattığı bazı kaynaklarda kayıtlıdır. Halbuki bundan bir hayli yıl önce Vâsıf’ın merkadini Duvardibi tramvay durağının arkasındaki caddenin ardında ve bugün Harmancık denen mezarlık kısmının medhalinde bulduk. Nedîm’in merkadi, şimdiki Çiçekçi tramvay durağının tam karşısında ve mezarlığın duvarından biraz içerdedir. Değerli müdekkik Nail Tuman, Ayazpaşa da gömülü olan Nedîm’in, 1081 de (1670) ölen ve bugün Nedîm-i Kadim diye anılan Muhammed Nedîm olduğunu kaydederek İsmet’in, Şakayık zeylinde verdiği yanlış mâlumatı doğrultuyor.
Nedîm’in mezar taşındaki kitabenin tarihi 1146 yılını göstermektedir. Bundan evvelki mısrada “Revâ ola düşerse” sözündeki “düşerse” kelimesi, tâmiyeyi gösteriyor. “se” yani üç düşünce ölüm yılı olan 1148 senesi çıkıyor. Tarihin kime ait olduğu belli değildir.
Bu merkadin, Nedîm’e aidiyetinde hiç şüphe yoktur. Bu husustaki delillerin en mühimi mezarın, annesi Saliha Hatun’un civarında bulunmasıdır ki sonradan mezar tamir edilirken, Saliha Hatun da Nedîm’in yanına nakledilmiş ve hatta bir demir parmaklık içine alınan her iki mezara Nedîm’in
Ey Nedîm ey bülbül-ü şeydâ niçin hâmûşsun
Sende evvel çok nevâlar güft-ü gûlar var idi
Beyti bir mermer levhaya hakkettirilip konmuştur ki bugün maalesef bu levha yoktur. Annesinin mezar taşındaki tarih de Nedîm’indir. Diğer bir delil de tarih mısraında onun, peygamberler padişahına nedim olması hakkındaki duadır ki bu, hayatında padişaha nedim olduğuna telmih etmektedir. Biz bu çok kuvvetli delillere bir delil daha katacağız: Nedîm’in taşı, Hamzavî taşıdır. Hamzavîler, tarikat erbabının ve bilhassa Mevlevilerin bildikleri veçhile “bî-şer-ü pâ” denen ve başı kesik kolları ve ayakları kırık bir çeşit taş şekli kabul etmişler ve bu suretle hem Tanrı’ya teslim olduklarını hem de pek çok şehit verdiklerini ima eylemişlerdir. Bu meslek mensupları, ölümlerinden sonra taşlarının şeklinden, yahut kitabenin “Allah süphânehü ve taâla” yahut “Hak süphânehü ve taâla” diye başlamasından anlaşılır. Her iki tarzı yani hem taşın şekli, hem kitabenin yazısı bakımından Hamzavîlik şiarını taşıyan taşlar olduğu gibi bu şekilde, Melâmiliği, yani Hamzavîliği tasrih edilen bir taşa da rastladık. Sarı Abdullah, La’li-zâde Seyyid Abdülbâki, Seyyid Bekrür Reşad gibi Hamzavî büyüklerinin taşları hep böyle “bî-ser-ü pâ” dır. Bu yazıları okuyanlar Nedîm gibi şûh ve zavkperest bir şairin Hamzavî oluşuna belki şaşacaklar, belki de bu taşın şeklinden, Nedîm’e aidiyeti nasıl istidlâl edilebilir? diyeceklerdir. fakat acele hüküm vermeyelim. Hemen bütün tarihi kaynaklar ve bilhassa Melâmi-Hamzavî risâle ve silsileleri Şehit Ali Paşa’nın zamanında Hamzavîler tarafından kutup tanındığında müttefiktir. Bu bakımdan Paşa’ya intisabı olanlar, onun mesleğine inanarak yahut kalabalığa uyarak girmişlerdir. Nitekim Şehit Ali Paşa’nın emriyle Nahifi (1733) , âlim ve şair Afir Abdülbaki’nin (1713) kızını almıştır ki Nedîm’le de münasebeti olan Arif Abdülbâki yine Hamzavî kutuplarından Şeyhülislâm Başmakçı-zâde Seyyid Ali Efendi’nin (1712) mezarının köşesinden Eyyub’a doğru inen yolun sol tarafında ve biraz aşağıda bulunan mezar taşından ve elimizdeki birkaç mensur risalesinden açıkça anlaşıldığı gibi Hamzavîdir ve damadı Nahifi de aynı yola mensuptur. Hatta Sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya dikilen ve bugün mezarının bulunduğu hazîrede, arka tarafta duvara dayalı olarak duran ilk taş da Hamzavî taşıdır. Sonradan bu taştaki tâlikle yazılı olan kitabe, kallavili edilmemiş, duvara dayanıp bırakılmıştır. Anlaşılıyor ki, İbrahim Paşa da Şehit Ali Paşa’nın ikbal devrinde bu mesleğe intisab edenlerdendi. Şimdi burada halledilecek bir mesele var: Gerek İbrahim Paşa’nın, gerek Nedîm’in hiçbir vakit tasavvufu benimsemiş, Hamzavîliğe tam bir imanla bağlanmış oldukları tasavvur edilemez. Bunlar, Ali Paşa’nın ,ikbalinde ve herhalde ona hoş görünmek için bu yola girmişler, onun şehâdetinden sonra belki de bu yolla hiç alâkaları olmamıştır. İş böyleyken ölümlerinden sonra neden taşları Hamzavî taşı olarak dikilmiştir? Bu bir düşüncedir fakat acaba tam doğru mudur? Hamzavîler içinde Bektaş Ağa gibi para düşkünü adam da var hem de sadık bir Hamzavî. Bir meslek, adamın temayülünü gösterirse de bir mesleğe sülük eden herkesin o mesleği temsil etmesine imkan yoktur. Gerek İbrahim Paşa’nın gerek Nedîm’in Ali Paşa’nın ölümünden sonra artık Hamzavîlerle alakalarını artık kestiklerine ait kesin bir söz söylememize de imkan yok. Hele o devirlerde taassuba hayatları pahasına da olsa karşı koyan, fikir ve vicdan hürriyetini koruyan ve insani müsamahayı hudutsuz kabul eden en ileri cemiyetin Hamzavîlik olduğu ve Nedîm’in Ali Paşa’yı övdüğü kasidede onun iki âlemin kabz ve bahtına sahip yani kutb-ül aktâb olduğunu da söylediği nazarı dikkate alınırsa. Bu sözlerle Nedîm’in bir sufi olduğunu iddia etmiyoruz. Hatta onun tasavvufu benimsemediğini de söylüyoruz. Fakat ne olursa olsun, bir kere Hamzavîliğe intisab ettikten sonra ihvanının onu terk etmesi imkansızdır. Meğer ki aleyhe geçe. Bu taşların vefa ve mürüvveti şiar edinen Hamzavî ihvanı tarafından diktirilmediği hakkında elimizde bir senet yok. Nihayet aileleri tarafından dikilmiş olsa bile onların meslekleri düşünülerek, yahut ihvanın reyine uyularak dikildiği, yahut da ailelerinin o mesleğe mensup olduğu, taşların şekillerinden açıkça anlaşılmaktadır. İşte bu bakımdan da mezar kat’i olarak Nedîm’indir.
ESERLERİNDEN ÖRNEKLER
1-RUBAİ
Erbâb-ı dil oldu hep cüvâna meftûn
Hiç kalmadı bir zen ülfetinden memnun
Ekser şuarâ-yı asr kullanmazlar
Bikr olduğiçin sühande tâze mazmun
—————————————
Sâkî nigehin tamam kâr etdi bana
Hayretle cihan yüzünü târ etdi bana
Cahbâya bahane bulma vallah billâh
Nitdiyse o çeşm-i pür-humâr etdi bana
2-ŞARKI
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i na-şada
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-abada
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-abada
————————————————–
Sevdiğim cânâ yolunda hâke yeksân olduğum
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Ey benim ışkında bülbül gibi nâlân olduğum
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
3-GAZEL
Sen gülersin gül gibi ben bülbül-i nâlânınam
Mest-i mudhûş-i temâşa-yi leb-i handânına
—————————————————
Sen demişsin kim kimin hayranıdır bilmem Nedîm
Nazeninim pek bilirsin kim senin hayranınam
——————————————————–
Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısın kâfir
Aman dünyayı yaktın âteşi sûzan mısın kâfir
——————————————————
Gülistân görmedik gül kokmadık ammâ ruhün meydan
Gül-ender-gül gülistân-der-gülistân olduğun gördük
———————————————————-
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana
————————————————–
Zülfün hayâli cây edeli çeşmim olmadı
Giysû-yi hâb şâne-i müjgâne âşinâ
——————————————
Sorma peyâm-ı la’lini peymâne duymasın
Ey dil tehâlük etme aman söylerim sana
——————————————–
Güzel sevmekte zâhid müşkilin vâr ise bizden sor
Bizim ol fende çok tahkıykımız itkaanımız vardır
—————————————————
Ne hâlet var o şûhun nahl-ı kadd-i can fezâsında
Ki reftârın görüp yoldan döner ömr-i şitabânı
4-MESNEVİ
Sana bir acep dâstan söyleyim
Kulak tut ki sihr-i beyan söyleyim
——————————————
Heman-dem ki dûş oldu sana gözüm
Ne desem gerekti unuttum sözüm
5-NEŞÂTİ’Yİ TAHMİS
Çehre peyveste edip âh ile efganı bile
Firkâtin başa getirdi gam-ı hicrânı bile
Bend-i zülfünde getirdin dşl-i nâlânı bile
“Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yâranı bile”
6-KASİDE
Süzme çeşmin gelmesin müjgân müjgân üstüne
Urma zahm-ı sîneye peygân peygân üstüne
—————————————————-
Vücûdu hâm gümüşten beyaz gülden nerm
Boyu henüz yetişmiş nihâlden hemvâr
Bu dünyâda sen ana sâlis oldun çünki lâyıktır
Bununla fahrede ukbâda Sultân Ahmed-i sânî
—————————————————-
Bu şehr-i Stanbul ki bi misl-ü behâdür
Ben sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır
BERCESTE
Ey Nedîm ey bülbül-ü şeydâ niçin böyle hâmûşsun
Sende evvel çok nevâlar güft ü gûlar var idi
——————————————————–
Ayağın sakınarak basma aman sultânım
Dökülen mey kırılan şîşe-yi rindân olsun
HECE ÖLÇÜSÜYLE YAZDIĞI KOŞMA 6+5 DURAK
Sevdiğim cemâlin çünki göremem
Çıkmasun hayâlin dil-i şeydâdan
Hak-ı pâye çünki yüzler süremem
Alayım peyâmı bad-ı sabâdan
Kebud-çeşm bî-rahm etti nigâhın
Âşıkların göğe çıkardı ahın
Sordum gerdeninden zülf-i siyahın
Bir haber vermedi aktan, karadan
Sevdiğim bendene düşerse hizmet
Kapında kul olmak canıma minnet
Göre idim sende buyn-ü mahabbet
İstediğim budur sen bî-vefâdan
Nedima hüsnüne olmuştur âşık
Öyle bir âşık ki kavlinde sâdık
Kerem’e ne kadar eğilse lâyık
Ar etmez efendim şehler gedâdan
—————————————
Tutsun cihânı Skender gibi
Şevket ile dünyâ dolu hünkârım
Kapuda Feridun bir çâker gibi
Her ne emr edersen n’ola hünkârım
Cihânda lütfunla anıldı adım
Senin ihsânınla dâima şâdım
Kapunda kulluktur ancak mûradım
Almam bu cihânı pula hünkârım
Râm edip dünyâyı emrine Hûda
Hemvâre süresin zevk ile safâ
Hor ü hâkir olup düşmen daima
İzz ü şânın efzûn ola hünkârım
Dâima devletin ber-karâr olup
Her zaman müsâid-rüzîgâr olup
Gülşenin hemîşe nev-bahâr olup
Türlü türlü zînet bula hünkârım
Ber-karâr olasın izz ü devletle
Nedîmâ kulundur istikâmetle
Efendisin dâim sıdk-ı niyetle
Medh eylemek düşer kula hünkârım
KAYNAKÇA
Nedîm Divanından Seçmeler, Şevket KUTKAN (Kültür Bakanlığı Yayınları/385, Türk Klasikleri/20, 1992/Ankara)
Nedîm Divanı, Abdülbaki GÖLPINARLI (İnklâp Kitabevi/İstanbul/1951)
Nedîm’in Hayatı, Ali Canip Yöntem (Türkiyat Mecmûası c-I, İstanbul/1925)