« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

30 Eyl

2013

Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri- Hayatı, Tasavvufi ve Edebi Hayatı

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin ERTAN 01 Ocak 1970

Asıl adı Mahmud’dur. Babasının adı Fazlullah, dedesinin adı Mahmud b. Mahmud’dur. Dede adının toruna verilmesi bizlerde önemli bir gelenektir. Annesinin adını bilemiyoruz; annesinin Helvacızadeler’den olduğu rivayeti varsa da kesin bir belgeye dayanmamaktadır. Soyunun, Cüneyd-i Bağdadi’ye (K.S), onun vasıtasıyla da Hz. Peygamber’e (SAV) dayandığı söylenmektedir. Aziz Mahmud’un (K.S), Hz. Hasan’ın [radıyaiiahu anh] torunlarından olduğu, ellerinde senetlerinin olmaması sebebiyle “seyyidlik” iddiasında bulunmadığı kaynakların çoğunda yine rivayet olarak geçmektedir. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri (K.S) önceleri başına beyaz sarık sarıyormuş.
Bir mükaşefe esnasında Hz. Peygamber’in kendisine (seyyid olduğu hususunda) işarette bulunduğunu, bu sebeble “seyyidlik” alameti olan yeşil sarık taktığı birçok kaynakta zikredilmektedir.Kendisine verilen sıfatlardan “Aziz” ve “Seyyid” ifadelerinin, “efendi, kutlu, yüce” anlamlarında mı yoksa Hz. Muhammed’in (SAV) soyundan oluşuna mı delalet ettiği hususunu bizzat kendisinin bir ilahisine dayanarak yorumluyoruz:
N ‘ola eylersen Hüdayi’ye nazar
Ceddüm ü pir imsin ey Kan-ı Ata
Aziz Mahmud Hüdayi ’nin (K.S) doğum yeri (farklı rivayetler sebebiyle) kesin değildir. Bu konuda Mehmed Halit Bayrı, Hüseyin Ayvansarayi, Fevziye Abdullah Tansel Sivrihisarlı olduğu kanaatini taşırken, Hadikatü’l Cevami’de, Şeyh Kemaleddin’in Tıbyan’ında, Abdülbaki Gölpınarlı ve M. Zeki Pakalın ilgili araştırmalarında Aziz Mahmud’un “Koçhisarlı” olduğu kanaatindedirler. Üçüncü görüşün sahipleri doğum yerinin “Seferihisar” olduğunu söylerler:
Dahi hısn-ı hasinde valideyni
Koçhisari biri Seferhisari
Selamet var tarikında efendi
Özi pak valideyni pak-dari
Gerçek olan şu ki bazan Sivrihisar ile Seferihisar isimleri, bazan da Aziz Mahmud’un (K.S) doğum yeri, anne ve babasının doğum yerleri ile karıştırılmıştır. Çocukluğunda buralarda bulunmuş olması bu konuda karışıklıklara sebep olmuştur. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ’nin (K.S) Vakıat adlı eserinden anlaşılan onun Koçhisarlı olduğudur. Şeyhi Hz. Üftade’nin (K.S) Aziz Mahmud’a (K.S),
-”Seni doğduğun yere Sivrihisar’a göndermek istiyorum” şeklindeki ya dil sürçmesi veya yanlış hatırlama bu farklı görüşe zemin hazırlamıştır. Sonuç olarak doğum yeri Koçhisar’dır; bugünkü ismiyle Şereflikoçhisar olarak bilinmektedir.
Aziz Mahmud Hüdayi’nin (K.S) çocukluk döneminin nasıl geçtiğini bilemiyoruz. Kaynaklarımızda bu konuda yeterli bilgi yoktur. Bilebildiğimiz tahsil yapabilecek bir çağda İstanbul’a geldiği, Küçükayasofya Medresesi’nde tahsile başladığıdır.Devrinin önemli şahsiyetlerinden İslami ilimleri tahsil etmiştir.
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri de (K.S) hocasıyla birlikte olmuş, meclislerinde bulunmuş, onun naibliğini yapmıştır. Mısır’da bulunduğu sıralarda o günün büyük bilginlerinden dersler almıştır. Özellikle vurgulanması gereken husus (o dönem) Kahire’de bulunan Şeyh Kerimüddin Halveti’den almış oldğu “usûl-i esma” dersleri Aziz Mahmud’un (K.S) hayatının dönüm noktasını teşkil etmiştir. Vakıat adlı eserinde de bu husus açıkça belirtilmiştir. 981'de (1573) Nazırzade Bursa kadılığına tayin edilince Hz. Hüdayi de Ferhadiye Medresesi ve Mahkeme-i Atik naibliğine atanmıştır. Daha sonra Bursa Eski Camii’nde vaizlik yapmıştır. 1573 yılında hocası Nazırzade vefat etmiştir. Bu kayba çok üzülen Hüdayi, Bursa’dan ayrılmış, Rumeli’ye gitmiş, Trakya ve Balkanlar’da kadılık yapmıştır. Yaklaşık üç yıl daha resmi göreve devam etmiş, sonra yaptığı işten hoşnut olmadığını belirterek bütün görevlerinden istifa etmiştir. Halinden ve görevlerinden şikayetçi oluşunu kendi şiirleriyle de belgelemiştir:
İlahi çün halas etdin müderrislik kazasından
Visalin lutf edip kurtar bizi varlık azabından
Müderrislik gam ü derd ü beladır
Kaza hod canib-i Hak’dan kazadır”
Daha sonra hayat tarzını değiştirerek tasavvufa intisap eder. Sivrihisar’da, Bursa’da kısa süreler ikamet eder ve İstanbul’a gelip yerleşir; artık İstanbullu’dur. Hayatının sonuna kadar burada kalır.
Tarikata intisabı
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri (K.S),talebelik yıllarında ilmi kariyerini geliştirirken, bir yandan da edebi, ahlaki ve tasavvufi mahiyetteki sohbetlere devam etti. Bu sohbetlerin en önemlilerinden biri Halvetiyye tarikatına mensup Küçük Ayasofya Cami şeyhi Nureddinzade Muslihiddin Efendi’nin sohbetleridir. Aziz Mahmud (K.S) tahsilini tamamladıktan sonra hocası Nazırzade ile birlikte Mısır’a gittiğinde orada Halvetiyye tarikatının Demirtaşiyye kolundan Kerimüddin el-Halveti’den “usûl-i esma” dersleri almıştı. Mısır’dan Bursa’ya döndüklerinde tasavvufla ilgilendiği görülür. İlk önceleri zaman zaman sohbetlerine katıldığı Eskici Mehmed Dede’ye bağlanmak, intisap etmek ister. Eskici Mehmed Dede ona, “Senin nasibin bizde değil, Üftade hazretlerindedir, ona müracaat ediniz” der. Bu tarihten sonra Aziz Mahmud Hüdayi (K.S) Hz. Üftade’nin sohbetlerine katılır. Hocası Nazırzade 987 (1580) yılında vefat edince derin bir üzüntüye kapılır; bir rivayete göre gece rüyasında cehennem ateşini müşahede eder. Birçok sevdiğinin de bu ateşte yandığını görür. Uykudan uyanınca kadılık ve naiblik görevlerinden istifa eder; malını mülkünü sebil eder. Gerçekte büyük bir makam, mevki, imkan ve unvan olan kadılıktan istifa etmesi, görevlerini bırakması, halk arasında tuhaf karşılanır. Ailesi de bu halden memnun değildir; hatta zaman zaman içine düştükleri maddi sıkıntılardan şikayetçidirler.
Aziz Mahmud (K.S) Hz. Üftade’ye (K.S) intisap eder. Bundan sonraki üç yıl içinde zaman zaman Uludağ eteklerinde Yerkapı semtinde bulunan dergahın çilehanesinde çile doldurmaya çalışır. Zaman zaman da (şeyhi Üftade’nin emriyle, nefis imtihanına tabi tutularak) Bursa sokaklarında ciğer satar. Kadı kıyafetiyle ciğer satması, halk arasında onun delirdiği şeklinde dedikodulara sebep olur. Aziz Mahmud (K.S) kendi tekamülünü sağlama yolunda büyük merhaleler kateder. Bursa’da kaldığı süre dört yıl kadılık, üç yıl da Hz. Üftade’ye (K.S) hizmet olarak hesaplanırsa, toplam yedi yılı bulur. Üç yıl içinde seyrü sülûkünü tamamlayan Aziz Mahmud’un (K.S) bu kadar kısa sürede “kemal” derecesine ulaşması tasavvufta az görülmüş olaylardan biri olarak kabul edilir. Şeyhi Hz. Üftade (K.S) ona halifelik teklif eder. Aziz Mahmud (K.S) bu göreve karşı pek istekli olmayınca, şeyhi, “İrşadı kabul eylersen Allah’tan bil; Allah Teala ise naehil olanlara irşad vermez. Zira benden sonra gayrı şeyh ile sohbet edemezsin. İmdi irşad sana lazım oldu. İle’l-an beş kerre söylüyorum kabul edesin” der. Bu ısrar ve ikaz üzerine görevi kabul eden Hüdayi’yi (K.S), şeyhi, Sivrihisar’a halife tayin eder. Altı ay süreyle burada kalan Aziz Mahmud (K.S), çok özlediği şeyhini ziyaret için Bursa’ya döner. Birkaç günlük halvetten (baş başa özel sohbetten) sonra, şeyhi tarafından (ilahi bir işaretle) Üsküdar tarafına gitmesi istenir. Çok kısa bir süre sonra şeyhi Üftade (K.S) vefat eder.
Aziz Mahmud (K.S) için artık Üsküdar yolu görünmüştür. İstanbul’a gelir, yerleşir. Aziz Mahmud (K.S) ilk önce Çamlıca Musalla Mescidi yanında, sonra Üsküdar’da Rum Mehmed Paşa Camii yakınında ikamet etmiştir. Son ikamet yeri 1595'te kendi yaptırdığı caminin bitişiğindeki evdir. Hayatının sonuna kadar (bir şeyh olarak) bu mekanda mütevazi bir hayat sürmüştür. Daha sonra Üsküdar Bulgurlu’da bir çilehane ve bir hamam yaptırmıştır.
Aziz Mahmud Hüdayi (K.S), Anadolu ve Balkanlar’ın en büyük mutasavvıf şeyhidir. Bu alanda çok etkili ve kalıcı bir unvanın, etkinliğin sembolüdür. Asırlar boyu ülkenin her yanında şöhreti devam etmiştir. Kendi yaptırdığı cami ve türbesi halen İstanbul’un en çok ziyaret edilen kültür merkezlerinden biridir. Tarihçiler onu, “kutbü’l-aktab, sahib-i zaman, mürşid-i kamil” unvanlarıyla takdim etmişler. Bu lakapların dışında ona, “Mazhar-ı füyûzat-ı Rabbü’l-erbab, mehdi-i sahib-i zaman” diyenler de olmuştur.
Aziz Mahmud Hüdayi (K.S) hayatı boyunca şöhreti, etkinliği, toplumdaki itibarı artan büyük bir mürşid olarak kabul edilir. Başta padişahlar olmak üzere saray erkanı, ilmiye sınıfı ve mutasavvıflar onun dergahının ziyaretçileri, misafirleri veya müridanı olmuştur. Aziz Mahmud’un zaman zaman saraya padişahlar tarafından davet edildiğini, onlara sohbetlerde bulunduğunu bilmekteyiz. Etkinliği o derece büyümüş ve genişlemiştir ki hayatı tehlikeye giren devlet büyükleri onun dergahına sığınıp, hayatlarının bağışlanması için aracı olmasını dilemişlerdir.
KERAMETLERİ
Bu konu belki de en zor ve en sıkıntılı bölümü oluşturmaktadır. Keramet bir şahsiyetin büyüklüğü için ölçü değildir. Bir kişi büyük olduğunu ispatlamak için keramet göstermek mecburiyetinde değildir. Buna ihtiyaç da duymaz. İşin zor tarafı ise tasavvufi yönü zayıf olanlar, bu konuda yeterli bilgisi bulunmayanlar kerameti daha fazla önemserler. İnançlarını pekiştirmek için büyük kabul ettikleri kişinin keramet göstermesini beklerler.
Tasavvuf kültürüne göre şeyh (mürşid) mecbur kalmadıkça keramet göstermez. Kerametin, şeyhin nazarında değil, müridin değerlendirmesindeki önemini halk veciz bir deyişle gayet güzel açıklar: “Şeyh uçmaz; mürid onu uçurur!” Bu sözlerle kerameti hafife aldığımız zannedilmesin! Kulaktan kulağa, dilden dile nakledilen kerametlerin birçoğunun tarikatla, şeyhle, tasavvufla, hakikatle ilgisi yoktur. Bu problemi tasavvuf disiplini içerisinde ve basit örneklerle izah etmemiz mümkündür. Bir şeyh durduğu yerde (mecbur kalmadıkça) mensuplarına, müridlerine veya misafirlerine, “Size bir keramet göstereyim mi?” demez; böyle bir gösteriye asla tenezzül etmez.
Bu, tasavvufi örfe de ahlaka da aykırıdır. Keramet, sıkıntıları gidermede, problemleri çözmede, kalbi, kafası karışmış olanları aydınlatmada şeyhin himmeti, yardımı olarak tecelli eder. Keramet bir gösteri sanatı değildir. Şeyhin çevresindekiler de, “Efendim, bize bir keramet göster!” demez. Kalben dileyene de cevabı kalbi gelir. Şeyhlerin kerametleri olarak o kadar çok hurafe nakledilmektedir ki hangi kerametin tecelli ettiği hususu rivayetlere göre değil, tasavvuf adabına uyumuyla dikkate alınmalıdır.
Biz, bunun daha doğru olacağı kanaatini taşıyoruz. Aziz Mahmud Hüdayi (K.S) için birçok keramet rivayeti yapılmıştır. Bu kerametlerden bazılarını aşağıda zikretmeye çalışacağız. Bazılarını da yukarıdaki yorumumuz sebebiyle nakletmeyeceğiz. Bu tavrımız, büyük bir mutasavvıf olan Aziz Mahmud’un (K.S) şahsiyetine zarar vermemek, onu incitmemek içindir. Tasavvufu ve kerameti bilenlerin bize hak vereceğini umuyorum.
Rivayet olunur ki Aziz Mahmud (K.S), şeyhi Üftade’ye (K.S) hizmet ettiği yıllarda sabah namazı için erken kalkar, şeyhinin abdest suyunu ibriğe koyar, ısıtır, eline dökermiş. Bir sabah geç kalmış, abdest suyunu koyduğu ibriği kalbinin üzerine bastırarak, gönül ateşinde ısıtmış; su kaynar hale gelmiş. Hz. Üftade (K.S),
“Bu suyu nerede ısıttınız?” diye sormuş. Aziz Mahmud (K.S), tasavvuf ve teslimiyet terbiyesi içinde, “Efendimiz bilirler” cevabını vermiş.
Bir başka rivayette denilir ki: İstanbul’da veba salgını varmış. Öyle ki ölü sayısı günde 200 ulaşmış! Halktan bir grup toplanıp Aziz Mahmud Hüdayi’nin (K.S) huzuruna gitmişler. Ondan bu hususta himmetini (ilgisini ve yardımını) istemişler. Hüdayi hazretleri (K.S) gelenlere, “Bu gibi işlere karışmak neşemize uygun değildir” demiş. Gelen halk topluluğu ısrar edip yalvarıp, yakarmışlar. Bizim bir şey elde edemeden ayrılmamız sizin şanınıza yakışırsa gidelim, demişler. Aziz Mahmud da (K.S) dayanamayıp, gelenlere, “Karaca Ahmed Kabristanı’na gidiniz; falan yerdeki servinin altında Hasır Puş Dede (hasıra sarılıp yatan) adında bir kimse yatar, O’na baş vurunuz; müracaatınız kabul edilmezse bizden selam söyleyiniz” demiş.
Müracaatçılar gidip Hasır Puş Dede’ye durumu anlatmışlar fakat reddedilmişler. İhtiyar adama Hüdayi’nin selamını söyleyince, “Bugün bir kişinin (daha) cenaze namazı kılınsın (sonra) hastalık son bulsun!” demiş. O günden sonra veba salgını son bulmuş! Aziz Mahmud’un (K.S) bu kerameti bizim görüşümüzü doğrulamaktadır. Zira mecbur kalınmadıkça keramete baş vurulmadığını daha açık bir şekilde görüyoruz. Aziz Mahmud Hüdayi’nin (K.S) belgelenmiş, tarihe mal olmuş kerametleri vardır.
Bir başka keramet rivayeti vardır ki onu nakletmeden geçmemek gerekir: Sultan Ahmed Han bir gece rüyasında sefere çıkmak için hazırlandığını görür. Atına biner; hareket etmek isterken sırtüstü yere düşer. Ürperti ile uykudan uyanır. Kime sorarsa, (kendisini) tatmin ve teskin edici bir yorum alamaz. Padişaha, Üsküdar’da Rum Mehmed Paşa Camii civarında oturan Mahmud (K.S) isimli değerli bir şahsiyetin yaşadığını, belki Onun bu rüyayı tabir edebileceğini söylerler. Padişah, rüyasını yazar; kapalı bir zarf içinde özel ulakla (güvenilir bir saray adamı tarafından) Aziz Mahmud Hüdayi’ye (K.S) gönderir. Ulak gelip kapıyı çalar; kapıyı Aziz Mahmud Hüdayi (K.S) açar. Haberci elindeki zarfı öper, başına kor ve Hüdayi’ye (K.S) uzatır; bu mektubu padişahın gönderdiğini, cevap beklediğini söyler.
Hüdayi (K.S) zarfı alır, öper, başına kor (bu bir tür merasimdir) ve mektubu açmadan, gelen haberciye bir mektup zarfı uzatır:


“Efendimizin rüyalarının tabiri (mektubu göstererek) burada açıklanmıştır” der. Durum padişaha aynen aktarılınca, sultan, Hüdayi’ye yapmış olduğu rüya tevili (yorumu) için 1000 altın hediye gönderir. Aziz Mahmud’un (K.S) hanımı (o gün) darlıktan, yoksulluktan, kadılığı bırakmasının hata olduğundan, bütün ailenin maddi sıkıntı çektiğinden şikayet etmiştir. Padişahın özel ulağı 1000 altınlık hediyeyi getirip, Hüdayi’nin (K.S) kapısını çalınca, Aziz Mahmud (K.S) kapıyı açmaya gitmez, hanımına hitaben,
“Beklediğin ve arzu ettiğin dünyalık geldi; git al!” diyerek o günkü ikinci kerametini göstermiş olur. Padişahın rüyasının tabirinde, Allah’ın C.C, yeryüzünü (yani arzı) en güçlü varlık olarak yarattığını, padişahın sırtının yerle temasının iki kuvvetin birleşmesi anlamına geldiğini, Allah’a C.C dayanarak ve güvenerek hareket ederlerse padişahın zafer kazanacağının muhakkak olduğunu ifade etmiştir. Aziz Mahmud’un (K.S), kendisini ziyarete gelenlere yapmış olduğu dua halen devam eden bir keramet niteliğini taşımaktadır. Bu dua kendisinden sonraki zamanı ve kişileri de muhatap almaktadır. Bu duanın tecellisi bizlere gerçek bir kerameti takdim eder. Kendisini ve türbesini ziyaret edenler için yapmış olduğu dua şöyledir: “Denizde boğulmasınlar; ahir ömürlerinde fakirlik görmesinler; imanlarını kurtarmadıkça (ahirete) gitmesinler!”
Sonuç olarak diyebiliriz ki keramet gerektiği zaman gösterilmişse önemlidir. İnsanların büyüklüğü için ölçü veya örnek olmadığını tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz. Her sözde keramet aramak, şeyhin büyüklüğünü kerametle belirlemek veya iddia etmek doğru değildir. Bizi rahatsız eden keramet değil, keramet olarak uydurulan, dinin ve tasavvufun esaslarına uymayan hurafelerdir.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 25895

ulkucudunya@ulkucudunya.com