« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

30 Eyl

2013

Bir Kuşağın Aşk ve Dava Önderi Fethi Gemuhluoğlu

Mesut Kaya 01 Ocak 1970

Osmanlı bakiyesi, son âlim ve münevverler de çekilip giderken, geride çorak topraklar kalıyor, bu ülkede. Kadim İslam mirasına; ilme, irfana ve de din davasına sahip çıkacak insanlar adeta tükeniyor. Geride kalanlar da türlü entrikalarla küstürülüyor, sindiriliyor, toplum dışına itilmeye çalışılıyor. Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam’ı, toplumun yaşadığı bu “travma”nın küstürülmüş bir insandaki izdüşümlerini görmek bakımından önemlidir.
Yıllar önce, Ankara İlahiyat Fakültesi Hocalarından Mehmed Said Hatiboğlu’nu dinlemiştim: “Babam, Burdur’un Hatîb Hoca diye bildiği âlim bir zattı. Ondan geriye devasa bir kütüphane kaldı. Baktım, kitaplara sahip çıkacak, onları okuyup anlayacak kimse yok. Kitaplar sanki mahzun kaldılar. Bense o güne kadar başka mesleklerin peşindeydim.” Hatipoğlu Hoca, gözyaşları içinde: “O gün bu ilmi, bu kitapları mahzun bir hâlde bırakmayacağıma kesin olarak karar verdim ve bu yola girdim” diyor.
Ülkedeki baskı ve yıldırmalara tahammül edemeyip çıkış yolu olarak hicreti görenler de var o günlerde. Çocuklarını ilim irfan yolunda yetiştirmek için, yurtlarından çıkıp gidenler var. Üstad Ali Ulvi Kurucu ve ailesinin yaşadıkları, bunun sadece bir örneği. Ona âit, koca hatırat kitabı baştan sona bunu anlatır gibidir.
Öte yandan pozitivist dalga ilim mahfillerine çoktan yerleşmiş; bunun sonucunda dine, dini olana top yekûn savaş ilan edilmiştir. Dine bağlılık, dini değerlerin davasını gütmek; yobazlık, çağdışılık olarak görülmüştür. Ümit Meriç bu noktada şu tespiti yapıyor: “Yirminci yüzyılın ilk yarısında bu topraklarda yaşayan entelektüel elitin genelde kanaati şuydu: ‘Bilim her şeyi keşfedecek. Bilim ilerledikçe dinin topraklarına girecek ve sonunda dinin hiçbir toprağı kalmayıp her şey bilimin malı olacak.” (Ümit Meriç, İçimdeki Cennete Yolculuk, s. 35) Topluma yön veren ilim irfan yuvalarında böyle bir hava esiyor. Anadolu’dan eğitim için çıkıp gelmiş pek çok genç de böyle bir muhitte yetişiyor.
Bu arada bir avuç da olsa, insanımızın kendi değerlerinden uzaklaşmaması için çabalayan yürütenler, Nurettin Topçu gibi, Necip Fazıl gibi, Osman Yüksel gibi fikir ve dava cephesinin yılmaz savunucuları var.
O günlerde gençliğin kaygısına düşmüş bir gönül ve fikir adamı daha var ki çoğumuz tanımayız onu. Mahviyet ve diğergamlığın zirvesinde; yaşanan hercümercin, yitirilen değerlerin sonuna kadar farkında bir dava adamı!

Dost diyarından gelen derviş…
Fethi Gemuhluoğlu’ndan söz ediyorum. Günümüz Müslüman fikir ve dava adamlarının çoğunun üzerinde etkili olmuş bir isim Fethi Gemuhluoğlu. Ancak “sır hırkasına bürünmeyi şiâr edinmiş bir alperen,” gizliden gizliye akmasını bilmiş bir çağlayan gibidir o.
Üstad, benim dünyaya geldiğim 1977 yılında fâni âleme veda edip gitmiş. Bu arada onu anlatan kitaplar, yazılar yayımlanmış. Benim bir yeniyetme olarak söyleyeceklerim, bu güne kadar söylenenlerden farklı olmayacak, biliyorum. Ancak ben Fethi Gemuhluoğlu gibi, toplumun ruhuna hayat üfleyen, gönül dokusuna can veren yüce insanların her zaman gündemde tutulması gerektiğine inanıyorum. Varsın aynı şeyler defalarca yazılmış olsun! Onun gibi adanmış ruhların, bedenleri fâni âlemden göçse de verecekleri çok şeyleri vardır bize.
Fethi Gemuhluoğlu’nun, konuşma ve yazılarının toplandığı tek kitap, “Dostluk Üzerine”. Bütününü demiyorum, sadece “Dostluk Üzerine” adlı yazı bile, onun manevi derinliğini, aşk ve vecdinin boyutlarını göstermeye kâfi. Bu sözler sıradan sözler değil, demeden edemiyorsunuz. Bu sözlerin arkasında çok güçlü bir ruh, ötelerden gelen bir letafet, bir celadet var; bunu duyuyorsunuz. Sanki Hoca Ahmed Yesevi’nin, Mevlana’nın, Yunus’un aşkı, heyecanı asrın rengine bürünmüş! Acaba diyorsunuz, bu sözleri söyleyenin sohbet iklimi ne kadar feyiz, ne kadar coşku doludur!
Ben tam bunları düşünürken Rasim Özdenören’in şu satırları çıkıyor karşıma: “Onun sohbetlerinde, hem fikirlerle donanır, hem ermiş bir adam hâlini yaşar, hem dava bilincinizin keskinleştiğini hissederdiniz.”
Onun içinde bulunduğu bu iklimi, ona ait şu sözler çok güzel özetliyor: “Şevki seçiniz. Aşkı seçiniz. Ben aşksız insanlar görüyorum. Huzur içinde uyuyorlar, gidiyorlar, gülüyorlar, vitrinlere bakıyorlar, hâlâ büyük büyük pazarlıklar peşindeler. Türkiye’nin içinde bulunduğu felaketi idrak etmiyorlar.” (Fethi Gemuhluoğlu, Dostluk Üzerine, s.19)
İşte bu büyük insan Türkiye’nin içinde bulunduğu felaketin idrakinde olmuş, Cahit Zarifoğlu’nun ifadesiyle “Tek başına bir okul gibi” insan yetiştirmeye uğraşmıştır. Pozitivist, materyalist dalganın çoraklaştırdığı gönüllere aşkın ve vecdin coşkusunu aşılamaya çalışmıştır. Bu aşı çoğu zaman tutmuş, geride onun çizdiği ufka meftun, bu topraklarda yeni bir çığır açacak irfanı haiz, akil adamlar bırakıp gitmiştir.
Onlardan biri olan İsmet Özel, yarı nedamet dolu ama kararlı, şu sözleri sarf eder: “Fethi Gemuhluoğlu, kendi kuşağı içinde en sağlam çizgiyi aktarabilenlerden. Nefis putuna karşı amansız mücadele verip, bu savaştan galip çıkan biridir. Kişiliğinin bu yönü beni sarmış, beni ona bağlamıştı. Ufku, tavsiyelerine uygun davranmamı gerektirecek genişlikteydi. Günlük fıkra yazmam konusundaki kırgınlığını giderecek fırsat ortaya çıkmadan göçtü. Eyvah, ama yine de onun hoşnut olacağını umduğum biçimde yürüteceğim işlerimi, Allah’ın yardımıyla.”


Fethi Gemuhluoğlu, Anadolu’dan eğitim için İstanbul’a gelen gençler için gerçek bir Ağabey olmuş. Her şeyden önce burslarla, maddi katkılarla onların sıkıntılarını çözmeye çalışmış. Merhum Erdem Bayazıt: “Bir nesle Ağabey olan Fethi Gemuhluoğlu, en bunalımlı anlarda yanı başımızda!” diyerek anlatır bunu.
Bu tür maddi desteklerin yanında elbette en önemlisi onun yol göstericiliği. Gerçi Nuri Pakdil yol göstericilik demiyor, elinden tutup yürütmek diyor buna: “Bir bir vurguluyordu: aşılması gereken dönemeçleri: dirençle. Tanrı inancı, Önder bağlılığından kaynaklanan evrensel ısıydı, dostluk coşkusuydu, sunduğu. İnsanın elinden tutuyor, âdeta çağa çıkartarak yürüyüşe alıştırıyordu. İnsan; arttığını, çoğaldığını duyumsuyordu O’nun yanında…”
İnsan böyle bir hâli bir mürşid-i kâmilin yanında yaşar. Zira mürşit yol göstermez sadece, talibin elinden tutar ve belli menzillere götürür onu. Bir olgunluk, bir doygunluk boyası verir insana. Demek ki Fethi Gemuhluoğlu, muasır bir mürşit! İslam’ın evrensel değerlerini tanıyan! Dahası insanı tanıyan, çağı tanıyan!
Nuri Pakdil’in Fethi Gemuhluoğlu için yazdığı kitabın adı “Bağlanma”. Bu bir nevi, Fethi Gemuhluoğlu ile halkasında yetişen insanların gönül ilişkisini de anlatıyor. Tasavvufi anlamıyla, bir mürit-mürşit ilişkisi... Kendisine doğru cezbeden bir gönül üstadı, ona doğru pervaneler gibi kendilerini bırakan, cezbeye kapılan talipler. Bağlanmanın zirvesi, intisap; kılavuzluğun zirvesi irşat! Prof. Saadettin Ökten herhalde bundan söylemiş: “Dost diyarından gelen derviş… Hem sevmesini hem sevdirmesini bileceksiniz. Fethi Ağabey böyle bir güce malikti” diye.
Dostluk, aşk, cezbe mefhumları onunla daha bir anlam kazanıyor, yepyeni bir renge bürünüyor. Ama sadece bunların değil, daha başka şeylerin farkındadır o. Mesela sanat ve edebiyatın… Bunun için şöyle söylemiş: “Yurdumuzda sanatla başladı yabancılaşma, sanatla kalkacağız ayağa!” İşte bu yol göstericiliğinin ışığında, Diriliş gibi, Mavera gibi fikir ve sanat hareketleri ortaya çıkıyor; böylelikle, yerli ve bizden sesler duyulmaya başlanıyor bu topraklarda.
Beni en çok etkileyen bir başka yönü ise “Her insana kazanılabilecek bir insan olarak bakması”dır. O hep umutla bakarmış insanlara, özellikle çocuklara... “Herkese bir Hazret-i Ömer talihini tanıyın!” dermiş. Bu amaçla çok değişik çevrelerden insanlarla ilişki içinde olmuş. İnsanlar arasında köprüler kurmuş.
En son kendi döneminin çile adamı Necip Fazıl’ın şehadetine başvuralım. Malum, büyük adamları ancak kendileri gibi büyük insanlar tartabilirler: “Kendisine hiçbir tecelli zemini aramayan bir tevekkül zarfına bürülü, sessiz ve sedasız, ortada görünenlere su taşıyıcı, fikir sakası Fethi Gemuhluoğlu…” “Fikir ve çile birliği kökünde yekpareleştiğimiz büyük ve sevgili dostum, Fethi Gemuhluoğlu…”

“Ölüm ne mutluluk benim için!”
Fâni dünyadan bengisuyu içerek ayrılmak ne güzel! Geride “dost” olarak anılmak, Allah’a, Peygamber’e, insanlara, davaya dost olduğuna şahit olunmak ne güzel! Ancak böyle insanlardır ki ölüm hakkında şunları söyleyebilirler: “Ölüm ne mutluluk benim için! Çünkü çocukluğumda yüz paraya alıp uçurduğum kuşlarım, cennetin kapısında beni bekliyorlar. Onların yanına gitmek ne güzel şey!”
Yolumuz Sahray-ı Cedit mezarlığına düşerse Üstad Fethi Gemuhluoğlu’nu mutlaka ziyaret edelim. Hatta bir gün yolumuzu düşürelim oraya. Kim bilir Rabbimiz, ondaki aşk ve cezbeden bir kıvılcım da bize lütfeder. Belki onun hürmetine, dost olabileceğimiz, yolumuzda kılavuz göreceğimiz bir üstada çıkarır yolumuzu. Hatta ve hatta sayıları her geçen gün azalan dava ve aşk erlerinin safında yer verir. Vesselam!
Onun sohbetlerinde, hem fikirlerle donanır, hem ermiş bir adam hâlini yaşar, hem dava bilincinizin keskinleştiğini hissederdiniz.
(Rasim Özdenören)

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 24742

ulkucudunya@ulkucudunya.com