« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Eki

2013

CAHİT SITKI TARANCI

01 Ocak 1970

Cahit Sıtkı Tarancı Asıl adı Hüseyin Cahit (d. 2 Ekim 1910, Diyarbakır-ö. 13 Ekim 1956, Viyana)

2.Ekim.1910 yılında Suriçi Cami Kebir Mahallesi 3 nolu evde dünyaya gelen Cahit Sıtkı Tarancı'nın çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümü bu tarihi evde geçmiştir.Cahit Sıtkı Tarancı Diyarbakır'ın soylu ailelerinden olan Pirinçcizadelerdendir. 2 Ekim 1910 yılında dünyaya gelen Tarancı'nın Babası Bekir Sıtkı, annesi Arife hanımdır. İlk tahsilini Diyarbakır'da tamamladı. Daha sonra Orta öğrenimi için İstanbul'a gönderilerek, Kadıköy Fransız Saint Joseph Lisesi'ne yazıldı.Burada dört yıl okuduktan sonra Galatasaray Lisesinde tamamladı (1931).Sonra Istanbul'da Mülkiye Mektebi'nde (1931-1935) ve Yüksek Ticaret Okulu'nda okudu. Yüksek öğrenimini tamamlamak için Paris'te Sciences Politiques'te sürdürdü (1938-1940). Öğrenimi sirasinda Paris Radyosu'nda Türkçe yayinlar spikerligi yapti.

2. Dünyü savaşı nedeniyle Türkiyeye döndü.1944 yilindan baslayarak Ankara'da Anadolu Ajansi, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalisma Bakanligi'nda çevirmen olarak çalisti. 1951 de Cavidan Tınaz'la evlenir.1954'te ağır bir hastalığa yakalandı felç geçirdi. Türkiye'de tedavisi sonuç vermeyince Viyana'ya götürüldü. 13 Ekim 1956'da orada bir hastanede öldü. Ankara'da toprağa verildi.
'Sanat için sanat' ilkesine bağlı kaldı. Ona göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Vezin ve kafiyeden kopmamış; ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır. Açık ve sade bir üslubu vardır. Çoğu gerçeğe bağlı olan mecazları, derin, karışık ve şaşırtıcı değildir. Uzak çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir. Zaman zaman bazı imaj ve sembollere başvurmuştur.

Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiş, nedense hep ölümün üstüne gitmiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur. Fransiz sairlerinden, özellikle Baudelaire ve Verlaine'den etkilenmistir.

Şairin önemli kitapları arasında "Otuzbeş Yaş", "Ömrümde Sükut", "Düşten Güzel" ve "Ziya'ya Mektuplar" sayılabilir.

1946 Cumhuriyet Halk Partisi Şiir Yarışmasında ödül aldı.

CAHİT SITKI TARANCI HAKKINDA YAZILANLAR

GİT, BÖYLE FERMAN ETTİ CAHİT / Şeyhmus DİKEN
'Efkâr ettiğimiz şey memleketin hâlidir
Sanmam hemşerim sanmam bundan acısı olsun'

Cahit Sıtkı Tarancı / DÜŞTEN GÜZEL


Vedat Günyol 9 Temmuz 2004 günü öldü. 93 yıllık ömrüne nokta koydu. Ölümü ile ilgili hakkında yazılanları gazetelerde okuduğumda gördüm ki, Vedat Günyol'un Kürt Cemilpaşa'nın torunu, annesinin de Cemilpaşanın kızı olduğunu en azından benim okuduğum hiçbir gazete yazmamıştı. Vedat Günyol, iki yıl kadar önce bir aylık çabam sonucu Diyarbakır'a, Kültür ve Sanat Festivali nedeniyle, 80 yıl aradan sonra gelmişti. Ve aşağıdaki yazıyı o günlerde yazmıştım. Arkadaşı Cahit Sıtkı Tarancı, onun yarı ömründe 46'sında gitti öte dünyaya. Kendisi Cahit'in iki ömrünü dolu, dolu yaşadı. Yazıyı kısmen güncelleyerek paylaşılsın istedim.


1970'li yılların başlarında daha lise öğrencisiyken surların içinde, dokuz odalı eski bir Diyarbakır evinde yaşardık. Okulum, surların hemen dışında yapılmış ve benden önce birçok ünlü Diyarbakırlıya da kucak açmış Ziya Gökalp Lisesiydi. Okula giderken ana cadde olan Gazi Caddesi yerine, kısa yolu tercih ederdim. Kısa ya da kestirme diye tabir ettiğimiz yol; iki bin yıllık yapı Ulucami'nin arka, kuzey kapısının tam karşısındaki sokağın yine eski bir Diyarbakır evi olan ama o tarihlerde (1970'ler) Trahom Hastanesi olarak kullanılan mekânının önünden geçerdi.

Bir gün okul dönüşü öylesine, merak nedeniyle hastane olarak kullanılan o evin kapısından içeri girip bakmıştım. Güzel ve genişçe bir Diyarbakır eviydi. Ama o günlerin Diyarbakır'ında çok yaygın olan trahom ve göz hastalıklarını tedavi amaçlı bir merkez olarak kullanılıyordu.

Yıllar, epeyce yıllar sonra o güzelim evin Pirinççizadelerden, Cahit Sıtkı Tarancı'nın evi olduğunu öğrenecektim. Tabii ki benim evle ilgili hikayeleri öğrenme serüvenim, evin müze haline dönüşmesiyle başlayacaktı.

Diyarbakır'a her gelen, kentin sivil mimarisini merak eden ve Diyarbakırlıların ne tip evlerde yaşadıklarını görmek isteyenlere; ayakta kalmış birkaç örnekten biri olarak göğsümüzü gererek sunduğumuz evlerden biriydi Cahit Sıtkı Tarancı'nın evi... Hâlen de öyle.

Her defasında evleri gezen konuklar soracaklardı; 'Bu koca evlerde bir aile mi yaşardı?' Bıkıp usanmadan, biraz da gizlenmiş bir gururla 'evet' diyecektik. Ve anlatımın ayrıntılarına girecektik. Bu daha nedir ki, siz bir de Cemil Paşaların konağını görün demeye getirecektik.

Yaşı 92 olmuş ve daha 12 yaşındayken ayrıldığı şehrine 80 yıl aradan sonra gelmeye ikna ettiğim, anne tarafından Cemil Paşaların torunu olan Vedat Günyol'du bu kez şehrin konuğu.Vedat Günyol, daha havalimanında karşılama esnasında heyecanını hissettirmiş ve esprilere başlamıştı. Kendisine 'Hocam siz Büyük Otelde kalacaksınız' diyen genç rehberine! 'İstemem. Benimkisi küçük olsun!' diyecek kadar nüktedan davranmıştı. Maazallah sonradan yerleştirildiği tarihi Turistik Otelde kalacağı söylenseydi, herhalde 'Eh derdi. Bunca yıl şehrinden uzak düşene de bir turist gibi Turistik Otelde kalmak yakışır.'
Soldan sağa: Kaya Özsezgin, Şeyhmus Diken, Vedat Günyol ve Mıgırdiç Margosyan. Cahit Sıtkı Tarancı´nın evi ve özel eşyalarının sergilendiği odada.


Kaya Özsezgin, Mıgırdiç Margosyan ve Daver Cemiloğlu ile birlikte dolaştırmıştık Vedat ağabeyi. Doğrusu hiçbirimiz de sormaya cesaret edememiştik: Niyeydi bunca yıl bu şehirden uzak kalmak. Çocukluk anılarında da yer etmiş bu kadim şehirden bu denli uzun yıllar uzak durmanın yanıtı nerede gizliydi? Zaten kendisi de bizimle beraber ama yalnız gibiydi, sanki geçmişte yaşıyordu.

Önce Cahit Sıtkı'nın müze hâline dönüşen evini görmek istemişti, Vedat Günyol. Günlerden pazartesiydi ve tüm müzeler gibi şairin müze olarak kullanılan evi de tatil nedeniyle kapalıydı. Ama böylesine aziz ve ağır misafirler şehre gelince kapalı da olsa kapılar açılıveriyordu.

Tarancı'nın şimdilerde yalnızca haremlik bölümünün şairin evi olarak konuklara gezdirilebildiği ufacık kapılı koridorundan avluya girerken dudaklarımda Cahit'in 'Abbas' şiirinin şarkı tarzını mırıldanıyordum :

'Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun, işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı,
Dinsin artık bu kalb ağrısı.

Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce
Bas kırbacı sihirli seccadeye
Göster hükmettiğin mesafeye
Ve zamana
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan,
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.'

Konuklarla beraber evi dolaşırken hep kendi duyacağım bir sesle sürekli Haydi Abbası mırıldanıyorum. Aslında biraz da doğamda mı var ne? Sabah evden çıkarken bir şarkı ya da türkü dudaklarıma yerleşmişse, gün boyu sürer bu durum. O günün kısmetine düşen de öyleydi işte. Cahit'in Abbas'ı...

Sonrasında bir merak işte. Abbas'ı düşünmüştüm. Bunca isim arasında niye Abbas? Ve şairin 30 Temmuz 1944 tarihli Cumhuriyet gazetesine yazdığı Abbas'ın hikayesini okudum. Cahit Sıtkı Tarancı yedek subay olarak askerliğini yaparken, bölük komutanının isteği üzerine emir erini kendisi seçer. Bir dolu eratın arasından biraz da baba ve oğulun aynı adı taşımasındaki giz nedeniyle; Mardin ili, Midyat ilçesi Cobin köyünden Abbas oğlu Abbas seçilir emir eri olarak. 'Abbas demem kâfiydi. Sanki kayıbdan çıkar, gelirdi' der, Abbas için Cahit Sıtkı.

Ve yine her defasında imdada yetişen böylesine günlerden birinde 'kadeh üstüne kadeh yuvarlarken' şairin aklına, 'İstanbul ve ilk sevgilisi' gelir. Abbastan medet ummak pahasına;

'Sen İstanbulu bilir, göndersem gider Abbas, dedim.
Bilir, giderim komutan, der Abbas.

Sen İstanbul'a, Karaköy'e gidecek. Tramvay binecek, Beşiktaş'ta inecek. Ben sana adres verecek. Orada bir kız, benim sevgili. Ben onu çok seviyor Abbas! Sen onu kaçıracak. O kızı bana getirecek !'*

Abbas'tır bu, Türkçe'si yetersiz, Kürt. Ancak bu şekilde anlaşabilecektir şairle. Bir de Abbas da zaten karısını kaçırarak evlenmiştir. Bu işi de nasıl olsa becerir. Ertesi gün. Bir önceki gecenin tatlı rüyası olarak kalacaktır belki de bu anekdot. Ama şiir öyle mi? Bu günlere dek yaşayarak süre gelecektir. Peki şiirin asli öğesi, kahramanı, hani Beşiktaş'taki ilk sevgili. İşte hikaye tam da orada gizli.

Anlatıp durmuştu Vedat Günyol, şairle, Tarancıyla arkadaşlıklarını. Diyarbakır'da başlayan dostluk ve arkadaşlığın İstanbul'da, sonrasında da yaban ellerde, Paris'te sürdüğünü. Müze evde Cahit Sıtkı'nın el yazısı notlarını heyecanla, âdeta o günleri yeniden yaşayarak okumuştu. Geniş bazalt avluda oturup etrafa eskiden izler arayarak bakmıştı. Havuza biraz daha fazla mı bakmıştı ne? Cahit'n, Diyarbakır'ın kavurucu yaz sıcaklarında serinleyerek yüzmeyi öğrendiği bazalt taştan yapılma havuza bakarken neleri düşünmüştü kim bilebilir?

Odalara, duvarlara, bahçeye ve hemen evin girişinin üzerindeki sokağabakan şahnişinli odaya dakikalarca bakmıştı. Belki de o anda, şimdilerde Ankara'da yaşayan yazar Remzi İnanç'ın Cahit Sıtkı ile ilgili anılarında ifadesini bulan, 'Diyarbakır mevsimlerin de hakkını yeterince tanıyan bir şehirdir. Şehir değil âdeta bir ülkedir.' dediği ve 'Cahit, baba evinde, doğduğu odada, bu defa hasta olarak yatıyordu.'** diye telaffuz ettiği günleri düşünüyordu.

Vedat Günyol ve Şehmus Diken
Ana evi Cemil Paşa Konağının Selamlık Bölümünde


Vedat ağabeyi kendi dünyası ile baş başa bırakmanın adına, belki de o ânın büyüsü bozulmasın diye hiçbir şey sormak istemedim. Sonra ana evine, Cemilpaşa konağına gittik. Geçmişe dair ne hatırladığını sordum. Ailenin emektarlarından biriyle sokak aralarından korunaklı bir şekilde okula gidip geldiğini anımsadığını anlattı.

Sonra, o günün akşamı, Muhsin Kızılkaya anlatmıştı. Kendisine Vedat ağabeye de doğrulatmıştım. Beşiktaş'tan alıp getirilmesi gereken ilk sevgili, meğerse o ilk sevgili Vedat Günyol'un kız kardeşiymiş... Sırılsıklam âşıkmış Cahit Sıtkı, arkadaşı Vedat Günyol'un kız kardeşi Mihrimah hanıma. Hem de ne aşk... Sadece Abbas şiirinde değil, 'Karasevda'da da dillendirdiği gibi ;

'Bir kerre sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.
Âşık dediğin mecnun misali kör;
Ne bilsin âlemde ne mevsimidir.

Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana,
Ağladığım yer penceresi midir?'

Ama açamamış, açılamamış işte şair. Belki şairce duygusallığın, doğululukla vakurluğu da bu olsa gerek. Acaba ne derler, nasıl sonuçlanır diye. Bir yanda karasevda misâli ilk aşk, gönül yangını; diğer yanda memleketten süre gelen bir kadim arkadaşlık, bir kadim dostluk.Ya aşkın itirafı beraberliğe dönüşmezse, işte asıl felaket orda. Arkadaşlık da bitebilir. Bir de bilenler bilir ki; Diyarbakır'da arkadaşın kız kardeşine kendi kardeşin gibi bakacaksın. Başka gözle bakılmaz. Sevdalandın mı, sevdanı yüreğine hapsetmeyi bileceksin. Kuraldır bu. 'Arkadaşın bacısıdır ha!'

Yıllar sonra Paris'te anlatır Vedat Günyol'a Cahit Sıtkı Tarancı. Kız kardeşine âşık olduğunu ama itiraf edemediğini... Vedat Günyol, 'Eyvah!' der. Cahit, keşke söyleseydin. Mutlaka seninle evlenmesini isterdim. Ama iş işten geçti. Çünkü Mihrimah hanım artık Vedat Günyol'un anne tarafından akrabası doktor Diyarbakır'lı Cemil Cemiloğlu'nun eşidir.
İşte bugün Cami Kebir mahallesinin pek de gösterişli olmayan bir sokağında, üzerinde 'Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Müzesi' yazılı tabelanın hemen altındaki mütevazı haremlik kapısından o eve girdiğinizde, kendinizi koca bir evin şimdi sadece haremlik bölümü kalan anılarını, gizlerini, mekanı yaşayarak arayın. Geçmişin Diyarbakır?ını düşünün.


_____________________________________
Şükran KURDAKUL
Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, Şükran Kurdakul, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1999, s.634
Muhit ve Servet-i Fünun dergilerinde (1930) çıkan ilk şiirleri, temiz dili ve yeni buluşlarıyla dönemin edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırdı. Belli duyguları hece ölçüsüne bağlı olarak işlediği bu evresinde Ahmet Hamdi, Necip Fazıl etkileri taşırken, giderek XIX. yüzyıl Fransız şairlerinin dünyasına girdi. Özellikle Baudelaire'i, Verlaine'i severek okudu. Kimi şiirlerini dilimize çevirerek onların biçim güzelliği anlayışına yaklaştı. Daha sonra Varlık, İstanbul, Doğuş, Yaratış dergilerinde (1934-45) yayımladığı şiirlerde Garip hareketinin yönelişlerinden esinlendi. Hece ölçüsünde durakları atarak yeni uyumlar arama kaygılarına bağlı eski tekniği değiştirdi; biçimde daha serbest, konularda yaşama, gerçeğe daha açık şiirler yazdı. Her döneminde içten, Türkçe'nin olanaklarını kullanmada başarılı, 'şairane'ye kaçma eğilimini yendiği zaman etkili şiirleriyle kendisinden sonra yetişen kuşaklara yeni söyleyiş ufukları açan bir kimlik kazandı.'
_____________________________________
Sabahattin Kudret AKSAL
Geçmişle Gelecek, Sabahattin Kudret Aksal, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1978, s.176-179
'(')
Cahit Sıtkı için o yıllarda biçim, ölçünün uyağın sınırlamasıyla vardı. Ondokuzuncu yüzyılın Fransız şiiriyle kişiliğini oluşturmuştu. Aradan birkaç yıl geçince, o da ölçüsüz uyaksız yeni bir anlatımı şiirinde denemek istedi. Ama bu denemeden kazançlı çıktığını da söyleyemem. Diyebilirim ki Cahit Sıtkı ölçüyle uyağın yasağından yararlanarak duygusallığını önleyebilen, ancak bu yasaklarla yoğun dizeye ulaşabilen ozanlardandı. Bu yargıyı bir kınama sözü gibi anlamamak gerektiğini, ozanın kendine özgü bir tutumunu belirtmekten başka bir anlama gelmediğini eklemek isterim. Kendisi de bunu anlamış olmalı ki, bir serüvenlik zamandan sonra, şiirini ölçüyle uyağın sınırlarının ardına çekti. Gerçekten de öyle, Cahit Sıtkı'yı ölçülü uyaklı şiirleriyle düşünmek gerekir.Şimdi, aradan bunca zaman geçtikten sonra, en özgün, en yoğun, alışılmış duyarlıkların uzağında kalan, güçlükleri yenmeyi en çok denemiş şiirleri hangileridir diye düşünüyorum' Şiirimizden seçmeler yapsaydım ondan hangi şiirleri alırdım' Söyleyeyim: Bunlar, Sanatkârın Ölümü, Allahı Ararken, Şubat Günü, Gençlik Böyledir İşte, Serenad, Nedim'e Dair, Mezarlık adlı şiirleri olurdu.
(')
Her ozanın şiirinin kendine özgü nitelikleri vardır. Şimdi Cahit Sıtkı'nın şiirinin niteliklerinden en belirgininin hangisi olduğunu düşünsem ne diyebilirim' Öyle sanıyorum ki, önce, o şiirin doğanın gerçeğiyle uyumlu olduğunu, bu nedenle mantığın düzenini koruduğunu söylemek gerekir. Gerçeğe büyük bir duyarlılıkla öykünür, böyle olduğu için de o okurunu şaşırtmaz. Ahmet Haşim'le başlayan bizim yenilikçi şiirimizde bu türden bir ozan ya yoktur, ya da çok azdır. Ama Batıda da, bizde de, özellikle yenilenme döneminde, şiirin okurunu şaşırtması, sarsması diyelim dilerseniz, ondan beklenen bir nitelik değil midir' Cahit Sıtkı'nın şiirinin gene de şaşırtıcı bir niteliği vardır. Bence o da başarıya ulaştığı şiirlerinde, yukarıda adlarını saydığım, şimdi adlarını anımsayamadığım kimi şiirlerinde erdiği yetkinliktir.'
_____________________________________

Mehmet FUAT
Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi 1. Cilt, Memet Fuat, Adam Yayınları, İstanbul, 2000, s.198
Şiir üzerine düşünen, özellikle Baudelaire'i, Verlaine'i iyi bilen bir şairdi. Hece ölçüsünü yeni uyumlara, Türkçe'nin değişik seslerine açtı. Duraklarla oynadı.Yalın bir konuşma dilini işledi. Serbest ölçüyü biçime, yapıya önem vererek uyguladı.'
____________________________________
Behçet NECATİGİL
Türk Edebiyatı Tarihi Cilt II, Atilla Özkırımlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2004, s.1211
'Ömrümde Sükût'un ilk şiirlerinden birindedir şu mısra: 'Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem!' Sık sık bir dua gibi tekrarladığım, en sıkıntılı zamanlarımda Hızır gibi imdadıma yetişen bu kurtarıcı mısradaki üzgün dileği, işte şimdi iki yoldan gerçekleşti: Önce başkalarının ancak sonradan duyacakları, görecekleri,yürüyecekleri bir kapı açtı; hayata giden yolları, yaşamanın güzelliğini gösterdi, peşindekileri o yana çağırdı, Otuz Beş Yaş şiirindeki acı, kötümser ama geçici havanın rağmına her doğan günün bir dert değil, hayır, ne olursa olsun bir nimet olduğunu işaret etti. Sonra yadelde kimsecikler duymadan bu sefer, tekneyi sarmış dalgalar arasında, çok eskiden bir ara ümitlerini bağladığı ölümün kapısına yöneldi, bu kapıyı açıp gitti.'
_____________________________________


Ahmet Hamdi TANPINAR
Türk Edebiyatı Tarihi Cilt II, Atilla Özkırımlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2004, s.1211
İlk şiirlerinde kendi şuuraltını alaca karanlık bir âlem gibi yoklayan Cahit Sıtkı Tarancı'da daha bu devirden itibaren saz ve tekke şairlerinden gelen bir taraf vardır. Genç yaşta ölümüne çok acıdığımız bu şair ikinci devre şiirlerinde (CHP Şiir Mükafatını kazanan Otuz Beş Yaş) Verlaine'in kıvrak lirizmine varmasa bile, ona çok yakın bir duruşa erer.
Tarancı'nın şiiri daha ziyade üstü örtülü bir merhametin ifadesi olan intimisme'in, bir iyileşme sıtmasına benzeyen küçük ihsasların ve saadet hülyalarının şiiridir. Bu intimisme ve ürpermeler ölüm düşüncesile yazdığı şiirlerde bir çeşit büyük ses kazanır, hatta denebilir ki, ilk şiirlerinden biri olan ve halk şiirimizle temastan doğmuş hissini veren Sanatkârın Ölümü manzumesinden beri onun şiiri ölüm aynasında küçük ve dağınık tuşlarla bütün hayatı ve insan kaderini toplar.'
____________________________________
ADNAN KAYHAN
Cahit Sıtkı Tarancı'nın en çok sevdiğim ve kim bilir kaç yüz kere okuduğum şiirlerinden biri, 'Otuz Beş Yaş' şiirlerinin hemen başında yer alan 'Gün Eksilmesin Penceremden'dir.
'Ne doğan güne hükmüm geçer, / Ne halden anlayan bulunur; / Ah aklımdan ölümüm geçer;/ Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur. / Ve gönül Tanrı'sına der ki: / -Pervam yok verdiğin elemden; / Her mihnet kabulüm yeter ki / Gün eksilmesin penceremden!' Cahit Sıtkı'yı, onun dünya serüvenini bu dizelerden daha güzel ne anlatabilir' Belki onun bir başka şiirinde geçen şu dizeler: 'Öldük, ölümden bir şeyler umarak. / Bir büyük boşlukta bozuldu büyü. / Nasıl hatırlamazsın o türküyü, / Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,/ Alıştığımız bir şeydi yaşamak.'
Şüphe yok, Cahit Sıtkı bir aşk adamıydı. Şu dünyada mes'ut yaşamaktan başka arzusu da yoktu. Şikayetin yalnız ölümden olduğu bir dünya istiyordu. İdeolojisi de hayali de buydu. Onun bütün yazdıklarında, şiirinde, düzyazılarında, mektuplarında ve nihayet hikayelerinde, bu aşk adamının hülyalarını ve yaşama arzusunu buluruz. Hikayelerinde diyorum, doğrusu bu ya, Cahit Sıtkı'nın öykülerinden haberdardım; ama ne yazık ki bugüne kadar hiçbirini okuma şansım olmamıştı. Can Yayınları, şairin bütün hikayelerini (toplam 43 adet) ilk kez bir arada yayınladı. Başta, Faruk Duman, kitabın yayınlanış macerasını anlatıyor; ardından da M. Sadık Aslankara'nın Cahit Sıtkı hikayeciliği hakkındaki incelemesi geliyor. İtiraf etmeliyim, eski bir Cahit Sıtkı okuru olarak kıymet biçilmez bir tatil hediyesi oldu bu kitap benim için. Günlerce, birer öykü okuyup kapatarak kitabı elimden düşürmedim. Her hikayede şairin çoğu ezberimde olan şiirlerini hatırlayıp gençlik yıllarıma doğru uzun yolculuklara çıktım. En önemlisi de leziz bir Türkçe buldum bu hikayelerde. Hikâyelerin dili, Türkçenin o selasetli zamanlarına mahsus o zarif dil. Kitabı hazırlayanlar hiçbir kelimeye dokunmayıp kitabın arkasına bir 'sözlükçe' eklemeyi yeğlemişler ki, bu çok isabetli olmuş. Genç nesillerin bu dili ve kelimelerini tanımaya, öğrenmeye ve onların içinden daha uzak denizlere yol almaya ihtiyacı var.
Ne var bu hikâyelerde' Şehirli bir 'küçük adam'ın günübirlik dertleri, rastlantıları, acıları, hayalleri, sevme ve sevilme ihtiyacı ve illa ki baş belası parasızlıkları, borçla yaşama sıkıntısı' Bir tek şey var özenilen, arzulanan, gıpta edilen: aile saadeti. Öykü kahramanları, yalnız, daima yalnız. Ama bir gün gidilecek ya da sokakta karşılaşılacak bir lise arkadaşı, bir eski tanıdık mutlaka vardır. Daha olmadı, zor ve imkansız bir anda sokakta yürürken omzuna bir el dokunacaktır, kurtarıcı bir dost eli... Dost canlısı hikaye kahramanımız, çirkin bir kızı bahtiyar etmek arzusuyla ona arkadaşlık etmeyi düşünecek kadar da iyi niyetlidir. Şiirlerinden birinde 'Paydos bundan böyle çılgınlıklara' diyen şairin öykü kahramanları da sıcak bir yuva özlemektedir. Tıpkı şairin zaman zaman Diyarbakır'da, Cami-i Kebir Mahallesi'ndeki o bahçeli, havuzlu evdeki mesut günlerini ve annesini özlediği gibi. Bu özlem kimi zaman da 'başını koruyacak bir melek' yani bir sevgili ve eş özlemidir.
Ah şehirli küçük adam, saadetlerin adamı. Asla kin tutmayan, saf gönüllü, sanatkâr mizaçlı; aylaklığı, gezip tozmayı seven adam. Sevgililerine Fransız şairlerden dizerler okuyan aşk ve hayal adamı' O kadar ki, bazen gerçeğin yerini bütün bütün hayaller alır ve 'Balayı Saadeti' hikâyesinin sonunda, bir Fransız şairinin cümlesinden aktardığı gibi, 'Tasavvurları tahakkuk ettirmek, niye' Madem ki tasavvur aslında kafi bir haz teşkil ediyor'' demekten çekinmeyecektir.
Cahit Sıtkı az buz değil, adam akıllı bir 'durum' hikâyecisi. Bu yönüyle Sait Faik'i andıracağını düşünenler yanılacaktır. Şahsi hayatındaki ve muhitindeki benzerliklere, edebiyat anlayışındaki yakınlığa rağmen, Otuz Beş Yaş şairinin hikayelerinde Sait Faik'inkilerle benzerliğe rastlamak güçtür. Hatta en yakın arkadaşı, can dostu, sırdaşı Ziya Osman Saba'nın hikayelerine de benzemez onun yazdıkları. Tıpkı şiiri gibi nev-i şahsına münhasır'
Bana sorarsanız Cahit Sıtkı'nın hikâyelerindeki en büyük ustalık, son derece doğal ve bir o kadar da ilginç 'giriş'lerdir. Selam verir gibi giriyor öykülere, öyle doğal, öyle yalın' Mesela: 'Gazetenin birinci sayfasındaki mühim siyasi haberleri okumuş, iç sayfalardaki müteferrik haberlere göz gezdiriyordum. (Pencerelerden Korkan Adam), 'Bazı sabahlar vardır ki insan yataktan diriliyormuşçasına kalkar.' (Kolalı Yaka) 'Geceydi, dışarıda kar yağıyor. İçeride soba yanıyor, radyoda bir facia oynanıyordu.' (Bir Kış Gecesi) 'Besleme olarak bize geldiği zaman ben henüz mektebe gitmeye başlamamıştım.' (Vicdan Abla'nın Kedileri), 'Gene bir kış gecesiydi, sofradaydık, çorbalar içilmiş, et ve sebze yenmiş sıra tatlıya gelmişti.' (Taş Bebek) 'İnsan düşmanını bile affettirecek kadar güzel bir mayıs günüydü.' (Hayat)
Şunu açıkça söylemeli. Cahit Sıtkı iyi bir şair ve şimdi bu kitabı eline alan her okur öğrenecek ki aynı zamanda iyi bir hikâyeci. Şaşırtıcı olan, bu iyi hikâyeci, o iyi şairden hiçbir şey çalmıyor. Daha açığı, Cahit Sıtkı hikâyelerinde şairaneliğe sapmıyor, dosdoğru hikâye anlatıyor. Bu demek değil ki hikâyeleri ile şiirinin benzeyen, örtüşen yanları yok. Elbette var. Bir kere o şiirleri söyleyen açık yürekli, temiz kalpli nedametler içindeki genç adam, hiç şüphe yok bu hikâyelerde konuşan adam' Konular, yine Otuz Beş Yaş şairinin konuları; ama şiirde şiirin hikayede hikayenin gerektirdiği dili kullanabilme yeteneğine sahip bir yazar/şair Cahit Sıtkı. Zaten bir insanın bütün ömründe yazdığı eserlerin tamamı tek bir kitaptan başka nedir' Ne yazarsa yazsın insan, tek bir kitabı yazıyor değil midir'
Türkçenin bu mütevazı, ve fakat bir o kadar da işini, yani şiiri, yazıyı ciddiye alan; onda muvaffak olmayı hayatının biricik gayesi sayan iyi kalpli şairi aramızdan ayrılalı 50 yıl oldu. Onu ölümünün 50. yılında anmanın öykülerini bütün olarak yayınlamaktan daha güzel yolu olabilir miydi. Böylece, Cahit Sıktı portresi tamamlanmış oldu. Her zaman, her çağda, her yaşa hitap eden, gerçek bir edebiyat tadı veren bu hikayeleri okumadan geçmemeli. Ve o duayı tekrarlamalı: Gün eksilmesin penceremden!...

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 25427

ulkucudunya@ulkucudunya.com