Sabetay Sevi’yi Müslüman yapan Vanlı Hoca
Mustafa Armağan 01 Ocak 1970
Ilgaz Zorlu’nun “Ben Bir Selanikliyim” adlı kitabıyla hareketlenen “Dönmelik” tartışması, yakın geçmişimizin, üstü bilinçli olarak örtülmüş sayfalarını birer birer açıyor. Bu gidişle son 350 yılın saklı yüzlerini de deşifre edecek bir tartışma bu. Hayır, ben sadece Sabetayistler, yani Dönmeler açısından ele almıyorum olayı.
Bu tartışma, Osmanlı’yı Cumhuriyet’e bağlayan en güçlü damarlardan birisini ortaya koyacak ve Osmanlı geçmişine yönelik “redd-i miras” çabalarının ne kadar fuzuli olduğunu gösterecek niteliktedir. Bu kadarla da sınırlı değil bu tartışmanın faydası. Osmanlı tarihini de yeni bir gözle değerlendirme fırsatını sunacak bize. Osmanlı idaresinin sözüm ona “bağnaz” denildiği dönemde, kendisini Mesih ilan etmiş bir “sapkın”a nasıl bir hoşgörü şampiyonu gibi davrandığını ve meseleyi nasıl asıp keserek değil, bir uzlaşma, yani orta yol arayışı içerisinde çözmeye çalıştığını da görme imkânımız olacak. Nihayet Tanpınar’ın dediği gibi 17. yüzyılımızın bütün büyükleri kadar çok-renkli bir adamla, Vanlı bir hocayla karşılaşacak ve onun delişmen ruhunun macerasını zorlanarak da olsa sökeceğiz silik satırlardan.
Ama önce devrin “Süperstarı”ndan söz etmeliyim size. Bu “Süperstar”, Osmanlı tarihinin en dirayetli ve bilgili sadrazamlarından Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa’dır. O sadece bir yıldız gibi Osmanlı ufuklarında parlamakla kalmamış, etrafına yoğun bir yıldız yağmurunu da başlatmış adamdır. Niyazi-i Mısrî’yi Bursa’dan, Vani Mehmed Efendi’yi de ta Van’dan fark ederek başkente davet eden bu âlim sadrazam, siyasî ve askerî başarıları yanında bilim ve sanat patronluğuyla da göz alıcı bir döneme imza atmıştır. Sabetay Sevi, onun iktidarında Mesihliğini ilan eder, buna mukabil İzmir ve İstanbul Hahambaşılığı, yine onun devrinde Sevi hakkında idam fetvası çıkartırlar. Girit, yıllar süren bir kuşatmadan sonra nihayet fethedilmiştir ve bunun bedeli, devletin taşradaki kontrolünün zayıflaması olmuştur. O sıralar Yahudiler arasında Mesihçi fikirler iyice alevlenmiş olmalıdır ki, 44 yıl önce, 1622'de Meşhed Yahudileri de İran şahı tarafından zorla Müslüman yapılır. Bunlar “Yeni Müslümanlar” (Cedîdü’l-İslam) olarak bilinir ama çoğunluğu, gizliden gizliye kendi dinlerini yaşamaya devam ederler. İlginçtir, Osmanlı idaresi, hiçbir dinin etlisine sütlüsüne karışmadığı halde, mesele siyasi bir mahiyet arz etmeye başlayınca ve dinler arasında kurmaya özen gösterdiği dengenin sarsılmakta olduğunu fark edince duruma el koyar. Yani iş ayyuka çıkmadan ve bizzat Yahudi milleti içinden anarşi homurtuları yükselmeden müdahalede bulunmak ihtiyacını hissetmez. Hem Yahudi hahamların, hem de bir başka sahte Mesih’in ihbarı üzerine Sevi, Edirne’ye çağrılır. Kaynaklar Edirne Yahudilerinin Mesihlerini görmek için yollara döküldüklerini ve götürüldüğü sarayın etrafında toplandıklarını kaydediyor.
Sarayda bir odaya alınan Sabetay Sevi’nin karşısında Sadrazam Vekili Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkârizade Yahya Efendi ve Vanî (yani Vanlı) Mehmed Efendi oturmaktadır. Tabii bir de sahte Mesih iyi Türkçe bilmediği için ona tercümanlık yapan Yahudi Hekimbaşı Mustafa Fevzi Efendi (eski adıyla Moşe ben Rafael Abravanel) vardır aralarında. (Kuşkusuz oturumu padişah da kafes arkasından izlemektedir.)
Önce bir Mesih testine tabi tutulduğundan söz edilir Sevi’nin. Kendisine üç adet ok atılacak, eğer hakikaten bir Mesih ise bu oklar vücuduna işlemeyecek, böylece Mesihliği test edilip onaylanacakmış. Bu ürkütücü testi reddeden Sevi’nin önüne bir seçenek daha konulur. Bizzat hahamların ölüm fetvası tepesinde sallanırken, Sabetay Sevi’ye canını kurtarması ve muhtemelen Yahudi milleti içerisinde İslamiyet’in yayılmasına hizmet etmesi ümidiyle Müslüman olması teklif edilir. Bu formülün Vani Mehmed Efendi’nin eseri olduğu anlaşılıyor. Çünkü bazı kaynaklar, Vani Efendi ile Sabetay Sevi’nın kıyasıya bir ilmî ve dinî tartışmaya giriştiklerini, onun bu formülü, karşısındaki zeki ve bilgili insanı kurtarmak için ortaya attığını ve divanda kabul gördüğünü söylerler. Nitekim Sabetay Sevi’nin Müslüman olmayı kabul etmesi üzerine ona kelime-i şehadet getirten ve imanın şartlarını (âmentü) tekrarlatan zat yine Vani Mehmed Efendi olmuştur. Sonradan bazı Sabetayist kaynaklar, biraz paparazzicilik gayretiyle -o zamandan iliklerine işlemiş demek ki!- bu değerli âlimin, güya karısına aşık olduğu için Sabetay Sevi’ye yumuşak davrandığı ve onun canını kurtardığı iftirasını atmışlardır ki akla zarar bir ihtimaldir. Hele Vani Efendi’nin sert mizacı göz önüne getirildiğinde bu iddianın ne kadar gülünç kaçtığı görülecektir. Görünüşte Müslüman olan Sevi’nin takipçileri, Sabetaycılar Osmanlı’nın zengin dokusu içerisinde benzeri görülmemiş bir kültür ve hayat tarzı, giderek bir ideoloji geliştireceklerdir. Böylece Osmanlı idaresi, hem bünyesindeki dinî bir krizi kansız bir şekilde halletmiş, hem de Yahudiliğin geleceğini kurtarmıştır. Nitekim Yahudi tarihçi Avram Galanti, Yahudilerin bu hizmetlerinden dolayı padişaha şükran borçlu olduklarını, zira onun, dinlerini bir facianın eşiğinden döndürdüğünü söyleyecektir. Aynı yıllarda Fransız Katoliklerinin bırakın diğer din mensuplarını, Protestanları bile nasıl “rosto” yaptıklarını anlattırmayın bana şimdi…
Vanlı hocanın Türkçe Kur’an tefsiri!
Sufi şair Niyazi-i Mısrî’nin en büyük hasmı olan Vani Mehmed Efendi, Sultan IV. Mehmed’in nezdindeki itibarını kullanarak onu sürgünden sürgüne göndertmiş, böylece divanına ve “Mevâdü’l-İrfan” adlı tasavvufî eserine kadar girmeyi başarmıştır!
Mısrî, bozguna uğrayacağımız 1683 Viyana Seferi’ne çıkılmaması için ne kadar çalışmışsa, Vani Efendi de çıkılması için o kadar propaganda faaliyetinde bulunmuş ve sefer sırasında ordu vaizliği yapmıştır. (Ne dersiniz, padişah Niyazi-i Mısrî’yi dinlese miydi?)
İsmail Hami Danişmend, Vani Efendi’yi “Türkçülük bayrağını tefsir ilminin tepesine diken yegâne Türk âlimi” ilan eder. Dayanağı ise “Arâisü’l-Kur’an ve Nefâisü’l-Furkân” adlı tefsiridir. Danişmend’in aktardığına göre bu eserde Kur’an-ı Kerim’de geçen Zülkarneyn’in aslında “Oğuz Han” olduğu yazılıymış. (Merak eden ilahiyatçılar Danişmend’in “Türklük Meseleleri” adlı kitabının 110.
sayfasına bakabilirler.)
Boğaziçi’nin en güzel semtlerinden birisi olan Vaniköy, adını Vani Mehmed Efendi’ye, yani bir Vanlı medrese hocasına borçludur.