Ve huzurlarınızda MHP'li Taha Akyol
26 Aralık 2007
Taha Akyol'u nasıl bilirsiniz? 25 yıl önce MHP Genel İdare Kurulu üyesi ve MHP'nin yayın organı Hergün yazarı Taha Akyol neler yazmıştı, ne düşünüyordu? Yanıtı bu metinlerde:
Milliyet Gazetesi yazarı ve CNN Türk Programcısı usta gazeteci Taha Akyol, 12 Eylül öncesinde MHP Genel İdare Kurulu üyesi iken, partinin yayın organı olan Hergün gazetesinde yayınlanan yazılarını bir kitap olarak yeniden yayınlattı.
Ünlü Türk sosyoloğu Prof. Dr. Erol Güngör'e ithaf edilen Tarihten Geleceğe adlı kitap Truva yayınları arasında neşredildi.
Yazıların kaleme alındığı yıllar, 12 Eylül öncesi: Taha Akyol'un sözleri ile "hür dünya, emperyalist dünya, komünist diktatörlük, halk demokrasisi" gibi kavramların üretildiği günlerdi. Ya da başka bir söylemle insanların düşüncesini haklı çıkartmak için birbirilerini vurmayı 'meşru' gördüğü günler...
O ortamda Taha Akyol ne düşündüğünü, neler yazdığını, noktasına virgülüne dokunmadan bu kitaba aktardı... Peki yazılarına neden hiç dokunmadan yayınlamayı tercih etti.
Yazar Taha Akyol, bu sorunun yanıtını haber 7'ye şu şekilde açıkladı:
"Çeyrek asır önce ne yazmışım, nasıl düşünüyormuşum? Bugünkü düşüncelerimle, yazdığım hangi düşüncelerim arasında devamlılık var?Hangileriyle bugünkü düşüncelerim arasında değişiklik var? Okuyucuya, kamuoyuna bunun hesabını vermek istedim.
1980 öncesinde MHP Genel İdare Kurulu üyesi, partinin yayın organı Hergün'ün yazarı Taha Akyol, bugün Milliyet gazetesinin yazarı ve CNN Türk'te program yapan Taha Akyol. Dün liberalizmden bahsetmeyen bugün liberalizmden bahseden Taha Akyol! Dün küreselleşmeden bahsetmeyen, bugün küreselleşmeden bahseden Taha Akyol! Hatta dün piyasa ekonomisinden bahsetmeyen ama bugün piyasa ekonomisinden bahseden Taha Akyol. Acaba, dün bunlara karşıyım da bugün bunlara mı döndüm? Bu sorunun cevabı var bu kitapta.
Artı dün yazdıklarımdan hangisi, benim bugün fiziki kişiliğimin içerisinde mevcut bulunuyor, bunun tablosunu ortaya koymak istedim.
Özetlersem; hızla değişmekte olan Türkiye'de bir örnek olarak bir yazarın çeyrek yüzyıl önce ne düşündükleriyle bugün ne düşündüklerimi okuyucuya sunulması ve takdirinin okuyucuya bırakılması"...
Önümüzdeki günlerde bir çok yazıya konu olacak ve bir takım tartışmaların odak noktasını teşkil edebilecek olan kitapla ilgili önerimiz, o gün yazılacak ve söyleneceklerin tutarlılığını tespit edebilmeniz için bu kitabı şimdiden okumanız...
Kitapla ilgili teknik bilgiler ve internet üzerinden sipariş şartları için bu linki kullanabilirsiniz...
Dikkat, bu röportajı kaçırmayın...
.....TAHA AKYOL HABER 7'NİN SORULARINI YANITLADI...
Taha Akyol ile hayli ses getirmesi beklenen son kitabının yayınlanmasından sonra ilk röportajı sitemiz adına Yaşar İliksiz gerçekleşleştirdi...
Her bir cevabı uzun uzun düşündürücek, alışılmış düşünce kalıplarının dışına çıkan düşüncelerle örülmüş ve sorulan her konuda geniş yankı uyandıracak sürpriz yanıtlar içeren bu röportaj Türkiye'de gelecek haftanın gündemini belirleyecek...
Kürtçülük uyarısı yapınca, dışlandı
Taha Akyol, 1980 öncesi Kürtçülük uyarısı yaptığında, Zeybek ve arkadaşları ile tartıştığını ve dışlandığını açıkladı. Akyol, neden Sıffin Savaşını sık sık hatırlattığını da şöyle açıkladı:
Yaşar İliksiz'in röportajı
> Kitabınızda yer alan "Milli Birliğin Sosyolojik temelleri ve çoğulcu Demokrasi" adlı makalenizde, "... Herkesin bu tür kimliklerden önce ve bu tür kimliklerin üstünde "Aynı milletten olma" şeklinde bir temel kimlik şuuruna ulaştığı, kültürel yapının böyle bir gelişme safhasına vasıl olduğu toplumlarda ise bu alt kültürler ve kimlikler çatışma ya da bölünmeye sebep olmuyor. Batı mezhep kavgalarında az mı kan akmıştı? Şimdi aynı durum yok" diye yazmışsınız.
> Orada sanayileşme sürecinde mezhep çatışmalarının keskinleştiğini izah ediyordum fakat isim vermesem de "Kürtçülük de karşımıza çıkabilir" demek istiyordum.
"ALEVİLERİN SOLA GİTMESİ ANLAŞILABİLİR SEBEPTİ"
> Bu öngörünüz neye dayanıyordu?
> 1980 öncesindeki sağ - sol çatışmasının bu kadar yaygın olmasının nedeni; ülkede sağcılık fikrinin solculuktan ya da solculuk fikrinin sağcılıktan çok yaygınlaşması kadar basit değildir. Bunun arkasında mezhep vardır. Aleviler anlaşılabilir sebeplerle sola gitmişlerdir. Çünkü bütün toplumlarda dini azınlıklar, toplumun dini çoğunlukla ifade edilmesine karşı çıkarlar. Mesela Protestanlar, Fransa'da solcudur ama ABD'de sağcıdır. Sebebi bu çoğunluk meselesidir. Türkiye'de Alevilerin o dönemde sola gitmesi anlaşılabilir bir nedendir.
"MHP BAŞLANGIÇTA ATATÜRKÇÜ BİR HAREKETTİ"
Beri tarafta ise milliyetçiliğin o dönemde daha fazla dindarlaştığı ve daha fazla Sünnileştiğini görüyoruz. MHP hareketi başlangıçta Atatürkçü, Türkçü bir hareket olarak ortaya çıktı. Fakat oy alma hareketi Anadolu insanı ile tartışma MHP'yi içinde İslami dozun fazla olduğu bir hareket haline getirmiştir. Bu ikisinin arasındaki elektrik akımı, çatılma potansiyeli karşılıklı mezhep duygularını keskinleştirdi.
"FAZLA İSİM VERMEK İSTEMİYORUM"
İşte böyle bir ortamda ben o yazıyı yazdım ve şunu söyledim: Sanayileşme döneminde geleneksel toplumda uyuyan alt kültürler karışı karşı gelirler ve çatışma süreci ortaya koyarlar. Sağ sol çatışmalarının derinliğinin bundan kaynaklandığını anlattım. Ayrıca orada Kürtçülükle karşılaşabileceğimiz iması vardır. O zaman bu kelime kullanılmadığı için bunu açıkça yazamadım ancak MHP içinde bazı arkadaşlarla benim arada kuvvetli tartışmalar vardı. Mesela Kemal Zeybek'le tartışma halindeydik biz.
"KAVİM - MİLLET TARTIŞMASI"
Kemal Zeybek ve arkadaşları, benimle ve arkadaşlarımla tartışma içindeydi. Fazla isim vermek istemiyorum. Eğitimciler grubu içinde çatışmalar vardı.
Ben diyordum ki Türkiye uluslaşma sürecindedir. Kavim ayrı şeydir, millet ayrı şeydir. Bu sizinde dikkatinizi çekmiş zaten. O arkadaşlarımız ise Türkiye Çiçi Yabgu zamanından beri, Orhun Yazıtlarından beri Türkler millettir. Bunun üzerine ben milletleşme kavramını izah etmek zorunda kaldım. Çünkü o zaman sözlerim "Türk milletini" inkar ediyor diye algılandı. Çeşitli hücumlara maruz kaldım. Oradaki yazılarımda uluslaşma kavim Türklerin göçebe olduğu konularında ifadeler var. İşte bu yazılar onlara verilmiş bilimsel cevaplardır.
"EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN GÖÇEBELİĞE ÇAĞRIDIR..."
O sırada rahmetli Erol Güngör ile konuştum. Bu tartışmaları anlattım. "Ben eleştiri sağanağı altında kaldım. Bilimsel doğrusu ne ise siz yazın" dedim. Erol Güngör sonradan yayınlanmış yazılarında, maalesef ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı yazılarında bu konuyu anlatıyor.
Hatta Bilge Kağan'ın "ey Türk kendine dön" sözünün göçebeliğe çağrı olduğunu dahi söylüyordu. Teknik detaylara girmeye lüzum yok, o da kavim ile milletin farklı şeyler olduğunu anlatan çeşitli yazılar yazdı.
O tartışmalar sırasında ben, "biz uluslaşma kavramını sosyal bir entegrasyon olarak algılayamadığımız ve bunu sadece Türklük duygusu gibi ortaya koyduğumuz sürece Kürtçülük duygusuyla karşılaşacağımızı" açıkça ifade ederdim.
SIFFIN SAVAŞI BİZE NEYİ ANLATIYOR?
> Bu kitabınızda da okuduğum için özellikle dikkatimi çekti. Bilim ve Yanılgıda da vardı. Yazılarınızda çok değindiniz hatta ekranlarda sizinle yapılan söyleşilerde de çok sık Hz. Ali ile Muaviye arasındaki Sıffin savaşının üzerinde duruyorsunuz. İnsanların bu olayda fark edebildiği takdirde sosyal çatışmalarda aspirin gibi kullanabileceği bir ince nokta mı var? Neden bu vakayı çok sık hatırlatma ihtiyacı hissediyorsunuz?
Hazreti Ali ile Muaviye arasındaki savaş son derece önemlidir. Birincisi: Müminler, müminlerin de savaşabileceğini görmelidir. Demek ki "ideal bir mümin şeması var, buna uyduğunuz zaman huzur olur, barış olur" görüşü yanlıştır. Çünkü insan ne kadar mümin olursa olsun, onun davranışlarını etkileyen sadece dini inançları değildir. Ekonomik, sosyal, kültürel, iktisadi sebepleri de vardır. Peygamberin arkadaşlarını, Sahabeyi Sıffin savaşında karşı karşıya getiren ekonomik, sosyal ve siyasi sebeplerdir. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Tarihe bakarken insanları sadece az dindar, çok dindar diye görmeyin, ekonomik, sosyal, siyasi nedenler var diye göstermeye çalışıyorum.
"TÜRK - KÜRT ÇATIŞMA İHTİMALİNDEN ALLAH KORUSUN"
İkincisi şu uyarıyı yapıyorum. Peygamberden 30 sene sonra, Peygamberin arkadaşları dini hiyerarşide evliyalardan daha üstün insanlar bile birbirlerini öldürdüler ve birbirlerini katlettilerse, biz bu tür çatışmalara daha kolay kayabiliriz. "Dikkat edelim birbirimizin gırtlağına sarılmayalım" diyorum. Türkiye'de bu uyarıya ihtiyaç var mı? Var. 1970'lerde sağ-sol kavgası olarak var. İşte bugün PKK terörü, Allah korusun Türk - Kürt çatışma ihtimali dolayısıyla var. Müslüman toplumda bu konuda insanları uyarabilecek en iyi örnek Hz. Ali Muaviye arasındaki çekişmede Sahabelerin kutuplaşarak birbirini öldürmesidir.
"SAKININ DEMEK İSTİYORUM"
Sakının demek istiyorum. Ben bunu bir eğitim vazifesi olarak görüyorum. Sadece Sünnileri ve Alevilerin birbirine bakışı yumuşasın diye söylemiyorum. Sağın ve solun Türklerin ve Kürtlerin, Laiklerle İslamcıların arasındaki ilişkilerin yumuşaması için, 30 yıl önce peygamberle beraber olmuş, onun rahleyi tedrisinden geçmiş, İslami hiyerarşide evliyalardan da üstün olan insanların birbirlerini öldürmeleri çok önemli bir olaydır. Sık sık gündeme getirme sebebim budur.
Beni okuyarak şehit olan MHP'li yok
Taha Akyol, yazılarını okuyarak şehit olan MHP'li olmadığını söyledi. Türkeş'in Jak Kamhi ile nasıl kucaklaştığını anlattı ve PKK'nın sol terörizmin ürünü olduğunu savundu....
Yaşar İliksiz'in röportajı
Milliyet Gazetesi yazarı ve CNN Türk Programcısı usta gazeteci Taha Akyol, 12 Eylül öncesinde MHP Genel İdare Kurulu üyesi iken, partinin yayın organı olan Hergün gazetesinde yayınlanan yazılarını bir kitap olarak yeniden yayınlattı.
Ünlü Türk sosyoloğu Prof. Dr. Erol Güngör'e ithaf edilen Tarihten Geleceğe adlı kitap Truva yayınları arasında neşredildi.
Fırsattan istifade kitabı eksen alarak kendisiyle o günden bugüne Türkiye'de yaşanan siyasi ve sosyal olayları bir analiz edelim istedik... Akyol'un kitabı neden yayınladığını içeren sözlerini sizlere yansıtmıştık. (Bakınız: Ve huzurlarınızda MHP'li Taha Akyol)
Uzun süre iç mekanda çalışmaktan dolayı, şahsen kendimi röportaj konusunda bir hayli körelmiş buldum ama Taha Akyol'un tecrübesi ve bilgi derinliği ile bu açığı fazlasıyla kapattığına inayorum.
İşte Taha Akyol'un her bir cümlesinin bir hayli yankı bulacağına inandığımız o söyleşi:
> Önemsediğim bir yönünüzle başlamak istiyorum. Bilim ahlakı ve mantığını önemseyen, her fırsatta okurlarınızı bu noktaya davet eden nadir yazarlardansınız. İlk yazılarınızı içeren son kitabınızda da size göre mutlaka okunması gereken değerli pek çok fikir adamını geç tanımış olmanın üzüntüsünü vurguluyorsunuz. Ama görülüyor ki bilim mantık ve ahlakını temel aldığınız için bu zaman aşımı handikapa dönüşmüyor... Erol Güngör gibi değerli hocaların öğrencisi olmanın sağladığı bir kazanç sanırım bu.
> Evet, fiilen onun öğrecisi olmak anlamında değil ama kendimi onun talebesi kabul ediyorum, fikri bakımdan, sosyolojik bakımdan, manevi bakımdan...
SİYASİ AKIMLARDA GENEL BİR SEVİYE DÜŞÜKLÜĞÜ VAR
> Tabi buna birçok ismi de ekleyebiliriz. Bugüne gelirsek gerek eğitim alanında pek çok gelişme gerekse düşünce alanında pek çok açılım olmasına rağmen günümüz yazarlarının pek çoğunun bilimsel ahlak ve mantığı oturtamadığını görüyoruz. Acaba Milliyetçiliği dünü ile bugünü arasında bir fikirsel üretim farkı var mı?
> Diğer yazarlar hakkında herhangi bir yargıda bulunmak istemem. Ama Türkiye'de bugünkü Milliyetçi düşünce bir Erol Güngör'ün bir Mümtaz Turhan'ın, Bir Fuat Köprülü'nün bir Ziya Gökalp'in düşünce ve bilim düzeyinde değildir. Daha duygusal, daha politik, daha yaygın hale gelmiştir. Ama entelektüel, akademik ve bilimsel bakımdan seviye kaybetmiştir.
Bu Milliyetçilik için geçerli olduğu gibi İslamcılık için de böyledir. Bugün İslamcıların içinde bir Cevdet Paşa, bir Sait Halim Paşa düzeyinde seviye görmüyoruz. Aynı şeyi Batılılaşma için de söyleyebiliriz. Bugün Batılılaşma yaygın bir Moda özentisi, yaygın bir sosyete hayatı, magazin hayatı haline dönüşmüştür. Batılılaşma dediğimiz zaman Osmanlı Garpçılarındaki fikri seviyeyi görmüyoruz. Bu noktada Türkiye'nin genel bir kalite sorunu var. Ben bu genel kalite sorunun zamanla aşılacağı kanaatindeyim.
Bazen kalite önde gidiyor arkasından yaygınlık geliyor, bazen yaygınlık önde gidiyor içinden kaliteyi çıkartıyor ama bu sorunun zamanla aşılacağına inanıyorum.
> Bilimsel düşüncenin yaygınlaşması nasıl sağlanabilir?
Bilimsel düşüncenin bir hapı yok. Hatta madde 1, madde 2 gibi sıralanacak formülleri de yok. Bu ancak okumakla açılabilecek bir sorun... Bilim felsefesi okumak lazım. Herkes ilgi duyduğu alandaki konunda temel eserleri okuması lazım...
"MHP'LİYKEN BİLE PARTİZANLIK YAPMADIM"
> İlk yazılarınızı içeren son kitabınazda kavim olmakla millet olmak arasındaki farkı açıklıyor ve bu aşamaya vurgu yapıyorsunuz. Bu bağlamda milliyetçi düşüncenin millet aşamasından kavim aşamasına dönüşü gibi bir kaygı duyulabilir mi?
Böyle bir şey mümkün değil. Bu yanlış olur. Hayır, millet olma aşamasından kavim olma aşamasına dönüşten söz edilemez. Seviye kaybı, kalite azalması dediğimiz şey, geriye dönmek, dağın tepesinden aşağıya kaymak anlamında değil. Düşüncenin kalitesiyle ilgili, bilgi birikimiyle ilgili, kullanılan metotlarla ilgilidir.
> O dönem MHP'nin yöneticisiydiniz, bugüne gel...
> Buna rağmen dikkat ederseniz, yazdığım o yazıların hiçbirinde partizanlık yoktur.
> Yok, zaten partizanlık ithamı yapmadım.
> Hayır, hayır! Ben belirtme ihtiyacı hissettim. O dönemde ben MHP'li iken bile MHP'nin partizanın değildim. Şimdi bir çok MHP'li, "senin yazıların yüzünden biz şehit olduk" filan diyorlar... Benim yazılarım yüzünden hiçbiri şehit olmadı. Ben o dönemde de silahlı çatışmalara karşıydım ve bu tarz hareketlerin içinde olunmaması gerektiğini belirten, o tarz hareketleri eleştiren yazılar yazdım.
> O günkü MHP ile bugünkü MHP'ye bakarsak siyasi açıdan iyi ve kötü yönleri size göre nelerdir?
> Bu tür mukayeseler yanlıştır. Şu açıdan yanlıştır. Dünkü MHP ayrı şartlardaydı, bugünkü MHP ayrı şartlarda. Ame ben şunu ifade edeyim; bugünkü MHP, şiddete uzak durma konusunda daha bilinçlidir. Daha özenlidir, bu tarafını daha gelişmiş olarak görüyorum ve takdir ediyorum.
"TÜRKEŞ, JAK KAMHİ İLE KUCAKLAŞTI"
> Mukayeseyi yanlış buldunuz ama ben bunu iyi yön olarak almış olayım. Kötü yön...
> Dünkü MHP entelektüel çalışmalara, akademik çalışmalara fazla önem vermiyordu. Ben bugünkü MHP'nin de fazla önem verdiği kanaatinde değilim.
> Şöyle bir düşünüyorum da sanki rahmetli Türkeş, bütün o itici tavırlarına rağmen sanki ilim çevresine, bilim adamlarına sanki bugünkünden biraz daha yakındı gibi... Bugünkü MHP'ye baktığım zaman ekonomistlerin dışında Başbuğ'un çevresindekiler çapında aydın isimler göremiyorum.
> Türkeş, askerlikten geldiği için, kurmay subay olduğu için, uzun süre yurtdışında askeri ataşelik gibi görevlerde bulunduğu için sosyal bir insandı. Her çevreyle ilişki kurardı. Kendisiyle oturup konuşmak, Sohbet etmek çok kolaydı. Fıkra anlatırdı, şaka yapardı, kahkaha atardı.
Ve çok iyi hatırlıyorum Yahudiler 500. Yıl kutlamalarını yaptıkları sırada Dolmabahçe sarayında büyük bir tören düzenlediler. Türkeş o törene geldi. Ve jack Kamhi ile Türkeş kucaklaştılar. Kamhi çok değerli bir Türk vatandaşıdır, Bugün Devlet Bahçeli daha içe kapanık, daha asosyal bir görüntüde. Ancak Devşet Bahçeli siyasetin etik kuralları konusunda Türkeş'ten daha dikkatli. Bu yönünü takdir ediyorum. Ancak Türkeş daha sosyal daha açık, değişik kesimlerle daha kolay iletişim kurabilen birisiydi bu yönünü takdir olarak söylüyorum. Ancak Bahçeli, Türkeş'e daha içe kapanık, daha asosyal bir görüntü arz ediyor.
Hemen araya bir magazin sorusu sıkıştırayım. O dönem Mehter marşlarını dinlerken ne hissediyordunuz, şimdi dinlerken ne hissediyorsunuz?
O dönem Mehter marşı dinlerken, 20 yaşlarında 25 yaşlarında 30 yaşlarında bir insan ne hissederse onu hissediyorum, bu dönem de 60 yaşındaki bir insan ne hissederse onu hissediyorum Yani bugün daha bir tarih bilinciyle dinliyorum, o günlerde ise daha bir tarih coşkusuyla dinliyordum.
PKK'YI SOL TERÖRİST AKIMLAR ÜRETTİ...
Kitabınızdaki yazıların kaleme alındığı günlerde Kürtçülük akımının ismi bile yoktu. Bugüne geldiğimizde ise bu akım Türkiye'nin gündeminde hayli önemli bir yer işgal ediyor. Siz de şu an zaten bu konuda hayli hassas politikaya sahip bir yayın organında çalışıyorsunuz. 25 sene önce adı anılmayan bir söylemin, bu kadar kısa süre içinde, bu kadar gündemi işgal ediyor oluşu nasıl mümkün olabildi?
Potansiyel olarak vardı patlak verdi, onun için. Kürtçülük Türkiye'de 1980'lerde ortaya çıkıvermiş bir olay değil. Türkiye'de Kürtçülük ile ilgili ilk yazılar Osmanlı'nın son döneminde başlıyor. Cumhuriyet'in ilk döneminde 17 tane irili ufaklı, üç tane de büyük Kürt isyanı vardır. Şehirleşmenin, eğitimin gelişmesiyle, Kürtlük duygusuna sahip olan bir takım insanlar içlerinden entelektüel, okumuş yazmış sözcüler çıkardılar. 1970'lerdeki Doğu Devrimci Ocakları'na baktığımız zaman bunu kuranların aşiret insanları olmadığını görüyoruz. Bunu kuranlar ilkokul öğretmenleriydiler, bunu kuranlar avukattılar, bunu kuranlar politikacıydılar. Bunu kuranlar Cumhuriyet mekteplerinde okumuşlardı. Bunu kuranlar köylüler de değildi, şehirlerde oturanlardı.
1970'lerde Türkiye'de bir başka olay daha vardır: Terör Modası. Che Guevara modaydı, Latin Amerika gerillacılığı modaydı... Bubi tuzakları nasıl kurulur, suikastlar nasıl gerçekleştirilir, silah - bomba nasıl yapılır şeklinde kitaplar yayınlanırdı. 1970 Türkiye'sinde devrim kelimesi Kaleşnikofla sembolize edilmekteydi. İşte entelektüel ve orta sınıftan oluşan bu Kürtçülük hareketi o zamanki Türkiye'de moda olan sol terör hareketiyle bütünleştiğinde Pkk'yı üretti. PKK 1970'lerde değil de 1950'lerde ortaya çıksaydı silahlı bir hareket değil siyasi bir hareket olarak ortaya çıkacaktı. Nitekim 1947'lerde çeşitli Kürtçülük tutuklamaları vardır. Kürdistan haritaları bulunmuştur, Kürt devletinden bahseden Kürtçü neşriyat bulunmuştur ama bunların içinde silah yoktur.
Kürtçülük var olan ama suyun altında duran bir oluşumdu. 1970'lerde suyun üstüne çıkarken silahlı sol hareketlerle tanışarak terör unsurunu ithal etmiştir. Ve 1984'te patlak vermiştir. Bunda 12 Eylül'ün vebali de büyüktür onu da belirteyim.
Sizin bu kitabı yazdığınız yıllarda ben lise öğrencisiydim ve solcu militanlar PKK'ya karşı nasıl bir tavır alacakları konusunda kararsızdı. Aralarında destek verip vermeme tartışmaları yaşanırdı. Bugün enteresan bir şekilde o isimlerin bazıları merkez solda milliyetçi söylem sarf ediyor. Sol da genel olarak Türk Milliyetçiliğine kaymış bir görüntü arz ediy...
Solun milliyetçiliğin yanına kayması çok aşırı bir genelleme katılmıyorum. Eğer sol denilince CHP, Atatürkçü çizgi, Kemalist solu kast ediliyorsa onlar hiçbir zaman PKK ile birlikte olmadılar, hiçbir zaman Kürtçü hareketlerle beraber olmadılar. Ancak Ecevit'in dönemindeki CHP çok büyük bir parti olduğu için onun içinde bir takım Kürtçü unsular vardı. Demokrat Parti'nin içerisinde de vardı. Bunlar 1970'lerde CHP içinde kendilerini çok daha rahat ifade ettiler ve Ecevit de bunlardan çok rahatsızdı.
"TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ SAĞ BİR KAVRAMDIR"
Dolayısıyla solun Türk Milliyetçiliğine kaydığı görüşü doğru değil. Böyle bir terim kullanılamaz. Onların emperyalizme karşı kendi ulusal söylemleri var ama Türk Milliyetçiliği sağ bir kavramdır. "Ben Türk Milliyetçisiyim" diyen insanlar sağdaki insanlardır. MHP sağcı bir harekettir. Ama İlhan Selçuk solcudur.
"YA CHP YA MHP TAVRI LAİK BİR BİR İTTİFAKTI"
Konu buraya taşınca ve söz İlhan Selçuk'a gelince seçim öncesindeki "ya MHP ya CHP" tavrını nasıl yorumlamak gerekiyor o zaman?
O tamamen laiklik ittifakıdır. Milliyetçilerin birleşmesi değildir. AKP'nin Şeriat'ı getireceği korkusuna dayalı olarak Ak Parti'ye oy verebilecek insanlar başka hangi partiye oy verebilir arayışıdır. Akla gelen ilk isim MHP olmuştur. Eğer diri, dinamik görünen parti Demokrat Parti olsaydı "Ağar'a verin" diyeceklerdi. Bu tamamen sağcı milliyetçiler ile solcu Ulusalcıların Laiklik etrafında ittifak arayışıdır ve tutmamıştır. Abdullah Gül'ü yukarıya gönderen Devlet Bahçeli'dir.
Ha Samsun'a çıkma ha Cihat özlemi
"Atatürk çıkmıştı, biz de yeniden Samsun'a çıkacağız" demekle "Hz. Peygamber cihat yapmıştı, bugün biz de aynı şekilde cihat yapacağız" diyenler arasında fark yok..
Yaşar İliksiz'in röportajı
Taha Akyol ile yaptığımız söyleşinin bu bölümünde İttihat ve Terraki'ye bakışı ile kriz dönemlerinde tasavvufa yönelişin nedenleri yer alıyor...
> Türkiye'de bu konudaki genel eğilim ya övmek ya yermek şeklinde olduğu için İttihat ve Terakki konusundaki görüşlerinize de özellikle değinmek istiyorum. Çünkü onları genel eğilimlerin aksine yer yer eleştiriyor, yer yer övüyorsunuz...
> Evet doğru söylüyorsunuz. İttihat ve Terakki'nin komitacılığını, Abdülhamid'in tahtan indirilmesi kararının ona tebliğinde (bir süre sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasında fiilen, militan olarak rol alacak) azınlık unsularının bulunmasını eleştiriyorum. Üzücü bir olaydır diye ifade ediyorum. Beri taraftan da İttihat ve Terakki memlekete şu hizmeti yapmıştır diyorum.
"ŞABLONCU, AK KARA DÜŞÜNCE ALIŞKANLIĞINI KIRMAYA ÇALIŞIYORUM"
Buradaki bütün çabam şu: "Ak - Kara" düşünce alışkanlığını kırmaya çalışmak. Bizim düşünce geleneğimizde maalesef sadece "aklar" vardır. Abdülhamid, Ulu Hakan'dır. Ya da sadece "karalar" vardır. Neyi kötü görüyorsak onun içinde hiçbir iyi unsur olamayacağını düşünürüz. Bu yanlıştır. Hayatta hiçbir şey bütünüyle ak, bütünüyle kara olamaz. Kendi tercihlerimize göre bazı akımların ak tarafı bazı akımların kara tarafı arz edebilir. Ben bunu kırmaya çalışıyorum. Bilim ve Yanılgı kitabındaki bütün çabam da birkaç noktaya yönelmiştir, birisi budur, şabloncu ak-kara düşüncesini ortadan kaldırmak.
"İTTİHAT VE TERAKKİ'NİN CİDDİ HATALARI VAR"
İttihat ve Terakki'nin ciddi hataları vardır. Militanlığı, askeri darbe yapmaları,acemilikleri ile iç çatışmaları bu militan tavırları yüzünden hızlandırmaları, İmparatorluğun dağılma sürecini hızlandırmaları, Birinci Dünya Savaşına girmeleri...
"İTTİHAT VE TERAKKİ DAĞILAN ORDUYA ÇANAKKALE'DE ZAFER KAZANDIRDI"
Ama bunun yanında İttihat ve Terakki 1912 Balkan Savaşı'nda utanç verici bir şekilde silahını bırakarak kaçan bir orduyu 1915'te Çanakkale'de zafer kazanan bir ordu haline getirmiştir. Bunu da unutmayalım. Çanakkale Savaşını kazanan ruhla Sakarya Savaşını kazanan ruh arasında çok büyük benzerlik vardır. Aynı değildir ama çok büyük benzerlik vardır. İttihat Terakki dağılan çok uluslu İmparatorlukta Türklere "Başımızın çaresine bakmamız gerekiyor" bilincini vermiştir.
Artı İttihat ve Terakki eğitim ve hukuk alnında çok büyük reformlar yapmıştır. 1917 Hukuki Aile Kararlarını çıkartan İttihat ve Terakki'dir. Dar'ül Fünun'a özerklik tanıyan İttihat ve Terakki'dir. Şarkiyat Araştırmalarını Ziya Gökalp'in gayretiyle Türkiye'de kuran İttihat ve Terakki'dir... Bunlar küçümsenecek şeyler değil.
ULUSALCILARLA SELEFİLERİN MANTIĞI AYNI
> İttihat ve Terraki'nin bu vasıflarını kendisinin temsil ettiğini öne sürerek ortaya çıkan bir oluşum var. Yeninden Kurtuluş Savaşı, Yeniden Samsun'a çıkma mantığı ile hareket eden bu unsurları nasıl yorumlamak gerekiyor?
> Bunlar İttihat ve Terakki olmasa da ortaya çıkabilecek unsurlardı. Nitekim bu tür hareketler İtalya'da da, Yunanistan'da da görüldü. Yunanistan'daki 9 Eylül örgütü aşırı Türk düşmanlığıyla da bilinen bir terör örgütüdür. İttihat ve Terakki'nin biz bütününe bakarak bugün olumsuz gördüğümüz taraflarının dönemlerinde ülkeye ne kadar zarar verdiğini görürsek bugün o davranışlardan o kadar uzak kalırız. İttihat ve Terakki İttihat ve Terakki'nin olumlu taraflarını, yani reformist yönünü görürsek bugünkü reformlardan daha fazla yararlanırız.
"Atatürk Samsun'a çıkmıştı, biz de yeniden Samsun'a çıkacağız" ya da ne bileyim "İttihat ve Terakki Balkan Komitacıları ile şöyle mücadele etmişti, biz de öyle mücadele edeceğiz", "Kuran Bayrak Silah üzerine yemin edeceğiz" demekle "Hazreti Peygamber cihat yapmıştı, bugün biz de aynı şekilde cihat yapacağız" demek arasında fark yoktur.
Bu zamanları birbirine karıştırmaktır.
> Peki, Selefi mantıkla -Tasavvufi mantığın çatışmasını da bu çerçevede görmek mi gerekiyor?
> Yok, o ayrı bir şey. Bir yerde iki şey çatışıyorsa, başka yerde çatışan iki şey arasına illa bağlantı olmaz. İttihat ve Terakki dönemindeki çatışmalar başka şeydir, bütün İslam tarihinde görülen tasavvuf çatışmaları veya Selefi hareketler ayrı olaylardır.
"BÜTÜN TOPLUMSAL HAREKETLER SOSYOLOJİKTİR"
> Tasavvufi oluşumların kriz dönemlerinde güçlenip, içe kapanma mantığı getirdiğini belirtiyorsunuz. Bugün baktığımızda etkileri hâlâ süren bir kriz döneminin içindeyiz ve tasavvufa olan ilgi de artıyor. Mesela Mevlana'ya hemen her kesimden her zamankinden daha yoğun bir eğilim var, diğer tarikatlar da bir açılım sürecine girdiler. Bu olağan bir sosyolojik oldu mu yoksa bazılarının dediği gibi siyasi bir vaka mı?
> Bütün toplumsal hareketler ister atılım içinde olsunlar, ister problematik olsunlar, sosyolojiktir. Bütün toplumsal hareketler sosyolojiktir. Hz. Mevlana'nın Hacı Bektaşi Veli'nin, Yunus Emre'nin ilk çıktığı dönemi düşünün, Moğol istilasından sonra yaşan büyük fetret döneminde insanlara ruhani bir ferahlama getiren, hayattan ümidini kesmiş insanları birbirine bağlayan, yaşama sevinci veren hareketlerdir. Böyle bir ihtiyaç toplumda bulunduğu için onlar bunu İslami olarak çok güzel ifade etmişlerdir.
Ankara savaşından sonra yaşanan Fetret devrinin arkasından biz bir taraftan medresenin geliştiğini bir taraftan da Şeyh Bedrettin olayının patlak verdiğini görüyoruz. Şeyh Bedrettin'in kendisi Sünni Bir ulemadır, Fakihtir. Ama etrafına bin kişi toplayıp hareket eden biri değildir, etrafına çok büyük kalabalıklar toplayabilen birisidir. Ve bu kalabalıkların çok büyük bir kısmı da Balkan Türküdür. Anadolu'dan götürülmüş göçebe. Yeni yerleşik hayata geçirilmiş fakat tam yerleşik hale gelmemiş kriz içerisinde yaşayan insanlar.
"GÜNÜMÜZDE TASAVVUFA İLGİ NEDEN ARTIYOR?"
Osmanlı İmparatorluğunun gerileme döneminde de tarikatların eskisine göre daha fazla güçlendiğini görüyoruz. Günümüzde bu tür tasavvufi hareketlere ilgi duyulmasında da kimlik krizlerinin rolü var, hızlı sosyal gelişmelerin meydana getirdiği kimlik arayışlarının rolü var. Sevgi arayışlarını rolü var. Bir de Müslüman olmanın ruhani iç huzurunu yaşamak isteyen insanların katı medrese kurallarını yerine daha hoşgörülü bir Müslümanlık arayışlarının çok büyük rolü var.
CENAZE NAMAZI KILMAK İSTEYEN KADINLAR
İnsanlar kendilerini Müslüman hissetmek istediklerinde, kocasının cenazesine katılıp cenaze namazını kılmak isteyen kadınlar, namaz kılmasını yasaklayan imamın tutumu katı ve sert buluyorlar. Böyle olunca dünkü kadın kocasının namazını kılamamaktan dolayı ayrı bir üzüntü duymazken, bugünkü kadın kocasının cenaze namazını kılmak istiyor. Oğlunun cenaze namazını kılmak istiyor. İmam ona "siz geriye çekilin" dediği zaman da ona reaksiyon gösteriyor. Kadın dininden de vazgeçemez. İşte bunu söyleyen inamın temsil ettiği din yorumu yerine daha toleranslı daha hoşgörülü, Allah'ın merhamet sıfatını daha fazla sorgulayan bir din anlayışına sığınıyor. Mevlana'nın yeniden bu kadar gündeme gelmesi, Yunus Emre'nin yeniden bu kadar gündeme gelmesi, Diyanet'in sürekli bu istikamette sevgiyi ön plana çıkartması, kadınlara yer verin diye açıklama yapması da bundan...
Cumhuriyet, Kınalızade Ali kafası!
Taha Akyol'a göre Cumhuriyet gazetesi ile Osmanlı Şeyhülislamı Kınalızade Ali Efendi aynı kafayı taşıyor. Said Nursi ve Ziya Gökalp ise aksi istikamette görüş birliğindeydi.
Yaşar İliksiz'in röportajı
12 Eylül öncesinde bir MHP yönetici iken kaleme aldığı yazıları Tarihten Geleceğe adıyla kitaplaştıran Taha Akyol ile o gün yazdıkları üzerinden yola çıkarak yaptığımız söyleşinin son bölümünde Müslümanların ekonomik tavrı ve Türki Cumhuriyetlerin geleceğini konuştuk. İşte söyleşimizin son bölümü:
> Kınalızade Ali Efendi'nin görüşlerini eleştiren bir bölüm var kitabınızda. Türklerin sadece savaşçı ve köylü olmasını isteyen zihniyeti eleştiriyorsunuz. Günümüzdeki Taha Akyol'a baktığımız zaman dünden bugüne aynı noktada olduğunuzun en net ortaya çıktığı konu bu diyebiliriz.
Türkiye'de bugün ekonomik açılımlardan kaygı duyan, dış sermayeye karşı çıkan, yerli sermayenin rengini tartışanlar bir anlamda bu geleneğin devamı olabilir mi?
> Sermayeye bu kadar tepki duyanların bir kısmı bu geleneğin devamıdır. Mesela Cumhuriyet Gazetesi dindar görülen insanların ticaretle uğraşmasını 'din tüccarlığı' diye niteliyor. Bu tam Kınalızade Ali Efendi kafasıdır. Cumhuriyet gazetesinin Müslüman tarifine göre demek ki Müslüman'ın köşeye çekilip, 'Bir lokma bir hırka' demesi lazım.
"ORTAÇAĞ İKTİSAT AHLAKI İSLAM SANILIYOR"
Ticaret hayatına girmek istediği zaman, zengin olmak istediği zaman, yatırım yaptığı zaman, hanlar apartman yaptırmak istediği zaman Cumhuriyet Gazetesine bu turum ters gelmektedir. Bu eski görüştür. Bu Sabri Ülgener'in dediği eski Ortaçağ iktisat ahlakının İslam zannedilmesidir.
"BU BİR İMPARATORLUK İDEOLOJİSİDİR"
Beri tarafta ticareti teşvik eden İslam da var. Tarihte biz bunun ikisini de görüyoruz. Tarihte Kınalızade Ali Efendi gibi ticareti kötüleyenler de var, İmam-ı Azan gibi ticareti övenler de var. Kınalızade Ali Efendi dini yanlış anladığı için böyle söylemiyor. Kınalızade bir imparatorluk insanı. Bir imparatorluğun şeyhülislamlığına kadar yükselmiş, İstanbul Müftüsü. O İmparatorluğu temsil ediyor. Bütün imparatorluklarda ticaret kötü, tarım ve askerlik iyi görülür. Osmanlı'da da böyleydi, Bizans'ta da böyleydi, daha önce Roma'da da böyleydi. Romalılar da tüccarları hor görüyorlardı. Romalılar da köylüleri, askerleri yüce görüyorlardı. Tüccarlar hor görülüyordu. Bu bir imparatorluk ideolojisidir.
İslamiyet'in gerileme döneminde tasavvufun olumsuz etkisiyle dünyadan uzaklaşma eğilime paralel olarak imparatorluk ideolojisi ortaya çıkınca, dünyadan uzaklaşma ideolojisi, ticarete hor baktı, imparatorluk da aynı açıdan baktığı için birbirini teşvik etti.
SAİD NURSİ VE ZİYA GÖKALP'İN BULUŞTUĞU NOKTA
Kınalızade Ali Efendinin söylediği bir imparatorluk ideolojisidir. Said Nursi'nin de bir eleştirisi vardır: "Bugünkü Müslümanlara bakın, ya askerdir ya köylüdür. Gayrı Müslimlere bakın, bunlar ticaret yapıyorlar zengin oluyorlar. Müslümanlar da artık ticaret yapmalıdır" diyor.
Said Nursi'nin bu sözleri 1908-1914 arasındaki tartışmaların yansımasıdır. Bu yıllar arasında İttihatçıların başlattığı bir milli iktisat kampanyası vardır. Bunu ideolojik öncülüğünü Ziya Gökalp gibi sosyologlar, hukukçular, düşünürler yapıyor. Beri tarafta İslamcılar bunlara katılıyor. Onlarda İslamiyet tarafından ticaret ve sanayinin mergup yani rağbet edilir olduğunu Ayet ve Hadislerle açıklamaya çalışıyorlar.
Bu tartışmayı siz 17. Yüzyılda görmezsiniz, 18. Yüzyılda da görmezsiniz. Ne zaman ki sanayi ve ticaret yakıcı bir problem olarak Türklerin önüne gelmiştir. Ve Türkler de bakmışlardır ki kendileri ya devlet memuru asker bürokrat yahut da köylüdürler. Ama gayrı Müslimler, Avrupalılar ticaret yaparak güçleniyorlar öyleyse biz de sanayi ve ticarete sarılalım demişlerdir. Bunu kitlelere benimsetmek için, kendileri de Müslüman olduklar için bu maddi ihtiyacın gerekçesini İslamiyet'te aramışlardır. Ve bu defa Kuran'da Hadis-i Şerif'ten ticaretin dünya nimetleri için çalışmayı, sanayiyi, dünyada güçlü olmayı teşvik eden noktaları ön plana çıkartmışlardır.
Bu Ayet ve Hadis-i Şerifler yüzyıl önce de vardı ama onlar ön plana çıkmıyordu. Ne ön plana çıkıyordu, cihat ayetleri ön plana çıkıyordu. Niye Osmanlı İmparatorluğu bir fütuhat devleti olarak cihat ayetlerine o yıllarda daha çok ihtiyaç duyuyordu. Ne zaman ki sanayiye, ticarete, bilim ihtiyaç duyuldu, bu defa ticaretle ilgili, bilimle ilgili Ayet ve Hadisler öne çıktı. Said Nursi de ıo dönemin düşünürü olduğu için, o dönemin İslamcısı olduğu için o da o dönemde Ziya Gökalp ne söylüyorsa onu söylüyor. Ziya Gökalp de aynı şeyi söylüyor. Biz asker ve köylü olduğumuz için geri kaldık tüccar ve sanayici olmamız lazım diyor. Said Nursi'nin sözleriyle Gökalp'in, "Bir ülke ki çarşısında dönen sermaye Türk'ündür" sözü arasında ne fark var? İkisi aynı dönemin adamları birsi İslami olarak söylüyor, öteki Milliyetçi olarak söylüyor.
> Yazıları kaleme aldığınız dönemde SSCB'nin varlığı söz konusu ve Türklerin çoğu onun hakimiyeti altındaydı...
> Evet, esirliğe giden tarih diye bir bölüm var kitapta.
> Bugün SSCB yok bağımsız Türkiye Cumhuriyetler var. Bunlar gerçi ekonomik açıdan özlenen düzeyde değil, birbirinden kopuk, gerçi henüz kendilerine gelebilecek bir zaman süreci de geçirmediler ama ileriye yönelik olarak baktığımızda bunun sinyalleri de verilmiyor açıkçası. Yani ben en azından kısa vadede biraz karamsarım o geçmişte bilim adamları yetiştirip dünyayı aydınlatan Türk cografsasından. Neden böyle oldu, biraz açar mısınız?
> O makalemde ben Uluğ Beyler yetiştiren Türk İslam Orta Asya Medeniyetinin nasıl karanlığa gömüldüğünü, nasıl bir cehalete gömüldüğünü anlatıyorum. Böyle cehalete gömülmüş bir toplumun tabii ki sanayi ve ticaret yapamayacağını, bir ordu kuramayacağını belirtiyorum ve "o yüzden Ruslar geldiler, aldılar" diyorum. Öbür tarafı da İngilizler geldiler aldılar, Fransızlar geldiler aldılar.
Yine orada Sovyet ekonomisinin tıkandığını anlatıyordum. Tıkanan Sovyet ekonomisinin reform yapması gerekiyor ancak bu reformlar SSCB'yi dağıtacak ve bağımsız Türk cumhuriyetleri ortaya çıkacaktır, diyordum.
SSCB gerçekten de din için, milliyetçilik için yapılan ayaklanmalardan dolayı yıkılmadı. Ekonominin tıkanması reformları gerektirdi, o reformlar yapılınca da makine dağıldı ve Türki Cumhuriyetler ortaya çıktı.
"TÜRKİ CUMHURİYETLER ZAMAN İÇİNDE GELİŞECEK BUNA İNANIYORUM"
Bunlar, her millet gibi geçmişlerini milli tarih olarak algılıyorlar. Mesela Özbekistan'da Uluğ bey milli simgelerden biridir. Halbuki Uluğ Bey kendisinin milli bir simge olduğunu düşünmüyordu. Ama bugün onlar geçmişe baktıklarında Uluğ Bey'i milli bir simge olarak algılıyorlar. Ayrıca bu milletlerin geçmişinde Ceditçilik denilen bir modern milli uyanış dönemi vardır. Ben zaman içinde bu toplumların gelişmeleriyle daha kendi kültürlerine sahip bilim hayatını geliştiği, bilim hayatını geliştiği, sizin sorduğunuz anlamda ileri derecede bir ekonomik, kültürel ve siyasi hayata ulaşacaklarına inanıyorum.