M. KAYA BİLGEGİL (1921 - 1987)
01 Ocak 1970
M. Kaya Bilgegil küçük yaşlarından itibaren şiir yazmış, lise yıllarında mensur şiire yönelmiş “safi Türkçenin fikir yazılarını ifadeye yetmediğini görünce Osmanlıcaya dönmüş” (1977, s, 431) bir Türk dili ve edebiyatı araştırmacısıdır. 1966’da doçent 1970’te profesör oldu.
M. Kaya Bilgegit’in, şiir anlayışını, men sürelerini topladığı Cehennem Meyvesi kitabı içinde yer alan “Şiir ve Mabadı” başlıklı makalesinden öğreniyoruz.
A. Şiir Tarifi
Hegel’in “sanatın hayretten doğduğu’ düşüncesini kabul eden Bilgegil, buradan hareketle bir şiir tarifi yapıyor: “Şiir, iç dünyadan veya dış dünyadan gelen güzellik ihsasının doğurduğu hayret hissine lisanın güzelliğini kullanarak beden verme sanatıdır.” (1944, s. 9,10) Sonra bu tarifi biraz daha şümullendirme ihtiyacı duyarak ‘şiir, insan ruhunda geçen vakıalara lisan müzikalitesinden beden verme sanatıdır” (1944, s. 11) diyor. Biraz sonra “şiir, lisan musikisinde erimiş ben’dir” (1944, s, 15) şeklinde bir tarif yapıyor. Bilgegi in, şiirin farklı yönlerine dikkat çeken tarifleri makale boyunca yer yer devam ediyor. Poe tarafından ortaya atılan saf şiir kavramını ise şöyle anlıyor: “Saf şiir, sonu mücerret ilhama, susmağa varan bir lisan tasfiyesinin limitidir” (1944, s. 17)
“Şiir, rabbin hazinelerinde insan kalplerinde, kendi içimizde, mekân ve hayyiz kelimelerinin gerek mücerret, gerek müşahhas medlulleri içinde kazandığımız görgü ve duyguları kullanarak mısralar halinde yeniden imal etme sanatıdır.” (1944, s. 24) Hâsılı, “şiir bütün zihni melekelerin iştirakini isteyen bir faaliyetin mahsulüdür.” (1944, s. 24)
B. Şiir ve İbda
Şiir ibda mıdır, icat mıdır, halk mıdır? Bu soruların cevabını arayan Bilgegil, şiirin “mevcut bir varlıktan biçim vermek” demek olan halk olduğu kanaatine varıyor. ‘Şiire, mevcut bir varlıktan, yani lisandan beden verildiğine göre, o, ibda değil; halk edilmiş oluyor.” (1944, s. 10) Bu kanaatini daha da uç bir noktaya götüren yazar, “Allah’ın yarattığı Sevantes’i kimse tanımaz; fakat Servantes’in yarattığı Don Kişot’u herkes bilir” sözünü şiire tatbik etmeye mani görmeyerek; halk etmesini bilen insanın bazen Tanrı’nın halk ettiklerinden daha üstününü halk edebileceğini iddia ediyor. (1944, s. 10)
Esasında ibda, icad ve halk kelimelerinin Kur’an-ı Kerim’deki kullanılış biçimlerinden yola çıkan yazar, Kur’an-ı Kerim’e bihakkın vakıf olmadığından hataya düşüyor. Çünkü Allah Kuran’da kendisini “ahsehü’l-halikin” (yaratanların en güzeli, en üstünü) olarak tavsif etmiştir. (KUR’AN, 23.14; 37.125)
C. İlham ve Sebat
Saf şiir için yalnız başına ilham veya yalnız başına sebat kâfi değildir. İkisinin bir arada bulunması gerekir. “ilham şuuri veya gayrı şuuri surette kazanılmış intibalar muhassalası”dır. (1944, s. 19) “ilham bir güzel mısra getirirse, beraberinde hayli de molozları sürükler. Saf maden, filizlerin tasfiyesi ile elde olunur. İlham süzüldükten, beraberindeki ecnebi unsurlardan tecrid edildikten sonra mısraa kalbedilmelidir Bu ameliye de ancak zevk-ı selimle müşkülpesent kaidelerin müşterek kontrolü sayesinde icra olunabilir. Sözün kısası, ilhamın kontrolü lazımdır,’(1944, 5. 16)
Saf şiir için mutlaka ilham gereklidir; sadece mısra imali” yeterli değildir Ancak şair, geçici ilhamlara aldanmamalı, hissin tamamen yetmesini, olgunlaşmasını beklemelidir. Eğer ilham muhtelif zamanlarda tekerrür ediyorsa, devamlı bir hissin şeraresi ise, şair onun hem devamlılığı hem de kendine aidiyeti konusunda mutmain olmuşsa, işte o vakit ilham tespit edilmeli, ondan sonra mısra haline konmalıdır. (1944, 5. 13)
D. Mısra İşçiliği
Bilgegil “en güzel şiirin ancak mısralarla vücuda getirilebileceği’ (1944, s. 43) kanaatindadır. “Mısra yapmak lazım, evet oldu” deyinceye kadar uğraşmak, kendini vermek. Hiç bir zaman “istediğim bu idi, yaptım” diyemedim: “Daha, daha” diye çırpınıp durdum. (...) Şair de nihayet insan, susacak kadar ilah olamıyor.” (1944, s. 16)
E. Müphemlik
Şiir nesir gibi, bir meramı doğrudan doğruya anlatma gayesi gütmemelidir. Şiir mutlaka bir şey söylemeli, fakat bunu söylerken dolaylı bir üslup seçmeli, hakikatleri, üzerine bir tül perdesi çekerek ifade etmelidir. Bu düşünceyi M. Kaya Bilgegil şöyle ifade eder:
“Şiir bir bakıma göre vuzuhtan firardır. Bu firar dalların yapraktan firarına benzetilebilir; mutlak yapraksızlık ağacın hayatıyetini kaybetmesiyle istihsal edilebildiği gibi; mutlak iphamiyet te susmağa müncer olur. Şair için işte bir rnüşkilat daha: Söylemek ve vuzuhtan sakınmak. Asla bu iphamiyet, mansızlık anlamına alınmamalıdır.”(1944, s. 22)
F. Şiir ve Musiki
Şiir birçok sanat dalıyla alakadar olmakla birlikte en ziyade musıki ile verimli bir alışveriş içindedir. Bilgegil sembolizmin; pozitivizmin mutlak hakimiyetine, sanat alanında bir tepki, “bir hasreti takip eden bir vuslat”, şiirin musiki ile yaptığı izdivaç olduğu görüşündedir. (1944, s. 9)
“Nesrin dilinden ari, musiki gibi yalnız kendine has, şiirden başka bir yerde kullanılmayan bir dil (1944, 5. 18) arayan yazar, önce musikiyi kıskanır, sonra da ona kin duyar. Valery ve başkalarının da aynı çileyi çektiklerini sonradan keşfeder.
En başta verdiğimiz, şiir tarifinde geçen ‘ lisanın güzelliği” tabirinden kasdı “lisanın doğurduğu musicalite’dir; ki, yalnız vezin ve asönansa kadar tahavvül eden türlü kafiye şekillerinin doğurduğu hariciT rytme değil: her kelimenin zihinde tedai ettirdiği iç müziktir.” (1944, s. 10)
G. Şiir ve Roman
Şiirimize, romana ait bazı unsurların sızdığından yakınan Bilgegil, artık şiirden, romana ait unsurların tasfiye edileceği günün geldiği görüşündedir. Şiirde tasvir ve tahlile çalışmak, onun lüzumundan fazla uzamasına ve en nadide mısralarla en perişan sözlerin aynı başlık altında sıralanmasına yol açmaktadır. Bu yüzden “ şiirde romana ait ne kadar unsur varsa onların çıkartılması lazım geldiği gibi; romandan da şiir? unsurların tecridi lazımdır.’ (1944, 5. 39)
Bilgegil, artık romanın bir edebi tür telakki edilmemesi, münhasıran didaktik bir gayeye hadim olması” gerektiğini savunur. Roman doğrudan doğruya psikolojiye ve sosyolojiye materyal hazırlamalı, heyetler tarafından yazılmalıdır. Hem roman istiklalini kazanmalı, hem de şiirden romana ait unsurlar çıkarılmalıdır.
H. Tabiat Tasviri
Saf şiirde saf tabiat levha ve hadiselerinin mevzu oluşu nadirdir.” (1944, s. 32) diyen yazar, klasik edebiyatı, pastoral tasvirlere yer vermemiş olmakla suçlayanlara karşı bu edebiyatı savunur ve eski Türk entellektüellerinin eşyayı atalet kanunu tesirinden kurtararak ona ruh verdiklerıni, bütün varlıkları şiirde insana yükselttiklerini söyler.
“Edebiyat tarihçisi geçinen bazı zevatın divan şiirinde mücerret ve münhasıran tabiat tasvirleri ve levhaları bulunmadığı halde, halk şiirinin bu bakımdan eksiksiz olmasını ileri sürmeleri tamamen indi ve kabli bir mütalaadır. Eski Türk entellektüelleri için bir nakise telakki edilen bu keyfiyet, bana göre bir kemaldir.’ (1944, s. 32)
İ. Şiirde Tefekkür ve Tefelsüf
Bilgegil, öğretici gaye taşıyan manzumeleri şiir saymamaktadır. Poe’nin, şiiri, aralarında derece farkı bulunan bir takım unsurlara ayırmasını ve ikinci plana alınmak kaydıyla şiirde doğru ve hakikiye yer verilebileceği görüşünü de kabul edilemez bulur: ‘ Bana göre, aralarında derece farkı bulunan ve inşadan sonra da hissedilen unsurlar yok, bizzat şiir vardır. O, unsurlarına ayrılmıyan bir vahdettir; onda, her türlü zihni hallerimizin benzerini veya isteğini bulmak mümkündür: Fakat bu hallerin hiç birisi de onun kendisi değildir. O, teemmülün bedii bir ikazıdır. Yahut bediinin teemmülü ve idrakidir. Bir bütündür: Ahenk unsuru, fikir unsuru diye unsurlara ayırmak, ancak öz şiirden ayrı olan manzumeler için yerinde olabilir.” (1944, s. 37)
Ona göre nasıl ki bir meyvayı, içindeki bilmem hangi vitaminden istifade etmek için değil, tad almak için yersek; şiir de böyledir. Tefekkür şiirde tabii olarak vardır. Ancak bir düşünceyi açıklamak için şiir yazılmaz. Çünkü şiir saf ve bedii bir tefekkürdür (1944. s. 37) Nesir ise labediidir. Ani bir seziş isteyen şiir, “tefekkür ve teemmülün ta kendisidir; şiir, fikir dalgalarının ölçüler derununda ikamet için, şairin zevk ve cehdine teslimiyetidir.” (1944, s. 36,37)
K. Şiirde Ölçü
M. Kaya Bilgegil şiirin hiç bir zaman ölçüsüz olamayacağını, ölçülü davranmanın insanın şanından olduğunu söylemekte ve “ÖlçüIü davranmalar, bize insan olmak haysiyetinin verdiği bir imtiyazdır: Bu imtiyazı, tefahurla yaptığımız bedii yaratmaya niçin tatbik etmeyelim’” (1944, 5. 40,41) demektedir. Çünkü san’atkar olmak bir takım kayıtları baştan kabul etmek demektir.
“Şiir-i mahz için veznin lüzumu”na inanan yazar, kitabını mensur şiirin vücude getirilmesinin imkanını kabul edişiyle hazırlamağa başladığını, en güzel şiirin mutlaka nazımla inşa edilebileceği kanaatına vardığı gün neşr olunduğunu belirtiyor. Anlaşlan vezin konusunda önce yeni arayışlara girmiş, sonunda başladığı noktaya dönmüştür: “An’anevi şekilde olmasa bile, her ruh halinin riyazi bir beyan kisvesi bulması; şiir için şarttır.” (1944, s. 44)
“Sanatın suni ihtiraslar meydana getirerek insanı meşgul ettiğine” (1944, 5. 27) inanan ve “şair, susmağı inmeğe daima tercih etmelidir (1944, s. 18) diyen M. Kaya Bilgegil, şiir sanatı üzerine bunca düşünce üretmesine karşılık çok az şiir söylemiştir.
KAYNAKLAR
KUR’AN-I KERİM
BİLGEGİL, Kaya, 1944 . Cehennem Meyvası. Yeni Türk Matbaacılık A.Ş. İSTANBUL
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi - 1 (Devirler, İsimler, Eserler, Terimler). Dergah Yayınları. İSTANBUL