Peyami Safa
Cem SÖKMEN 01 Ocak 1970
15 Haziran 1961’de vefat eden Peyami Safa “20. yüzyıl Türk Düşüncesinde Kim var?” diye sorulduğunda ilk akla gelmesi gereken isimlerden biridir. Onun farklılığını daha iyi anlayabilmek için, bir gazeteden diğerine geçtiğinde binlerce okuyucuyu peşinden sürüklediğini bilmek yeterlidir sanırız. Bugünün Türkiye’sinde bunu gerçekleştirebilecek yazar veya yazarlar varmıdır acaba? Ülkemizde, 1960 yılı itibariyle latin harflerine çevrilmiş 18 bin kitabın bulunduğu ve bunlardan sadece 180 tanesinin Türk-İslam kültürüne dayalı olduğu düşünülürse, o devirde Peyami Safa’nın ve onun gibi büyüklerin yaptığı hizmetin değeri anlaşılabilir. “Üzerimde en çok tesiri olan yazar, Peyami Safa’dır” diyen Ahmet Selim, onu ‘vitrinin yalnız adamı’ olarak vasfediyor.
Rahmetli Galip Erdem ‘Hiç bir zaman tam bir huzura, refaha ve emniyete kavuşamadı. Peyami Safa’yı sevenler fazla olduğu gibi sevmeyenler de fazla idi, aleyhinde yazılanlar bir araya getirilirse birkaç cildi doldururdu’ diyor. Mehmet Niyazi ise onun için “Karmaşık bir meseleyi, kitaplık çapta bir konuyu, herkesin anlayabileceği bir şekilde, eksiksizce bir gazete makalesine sığdırırdı.” diyor. Peyami Safa deyince ‘dramını’ bilmeden hakkında söylenecek sözlerin eksik kalacağını düşünüyoruz. Küçük yaşta yetim kalan Peyami Safa 14-15 yaşlarında geçim derdiyle tanıştı, evlendi, hanımı felç oldu; biricik oğlu askerlik hizmeti sırasında vefat etti. Özel hayatında yaşadığı üzüntüler onun millet ölçeğinde düşünmesini engelleyemedi.
1930’lu yıllarda Kadro’culara karşı verdiği mücadeleden başlayarak ölümüne kadar Türkiye’yi meydana getiren değerleri anlamaya ve anlatmaya çalıştı. Peyami Safa, Türk Milletinin kendi şahsiyetiyle yaşama ve kültürüyle geleceğe kalma istidadının akılalmaz bir ‘akılcılık’ mesnediyle törpülendiği zamanın adeta vicdanı oldu. Batı insanının ‘Über Mensch’ geride kalanların ‘Mensch’ olarak birbirinden ayrıldığı, bütün dünyada ve Türkiye’de, Batı uygarlığının dışında bir insan modelini düşünmenin ve Batı’dan şüphe etmenin adeta delilik olarak görüldüğü bir ortamda o, mesuliyet şuurunu bir an olsun kaybetmedi.Yaşadığı devrin meseleleriyle uğraşırken, pür pozitivist-materyalist insan tipi, zihniyeti ve anlayışsızlıklarıyla mücadele ederken hiç yılmadı, bir köşeye çekilmeyi düşünmedi. Birçoklarının düştüğü cüz meseleyi esas haline getirme ve dolayısıyla tarih-dışı kalma yanlışına düşmedi. Hep en yerinde işleri yapmanın peşinde oldu. Çağıyla yüzleşti; fikrini, tavrını, duruşunu, bulunduğu her yerde net ortaya koydu. Kültürü ve tefekkürü ile var olduğunu, söyleyecek sözü olduğunu her daim hissettirdi. O, “Yarını bugünden daima daha müsait farzetmenin cezası, yapılması düşünülen işin asla gerçekleştirilememesidir.Yaşadıkça anlarız ki ne yapmak istiyorsak ne yapabileceksek şimdiden başlamalıyız. Ancak şimdiye hakimiz. Biraz sonra şüpheli, daha sonra çok şüpheli. İşlerimizin en mühimini şimdiye en yakın plana alalım. En mühim işimiz olan nefes almayı tehir etmediğimiz ve şimdi yaptığımız gibi.” diyerek bizleri yaşadığımız medeniyet krizi ve kimlik buhranı karşısında sorumluluk alarak gayret sarf etmeye çağırıyordu.
Tarihte kılıçtan geçirilmiş pek az millet vardır. Ancak yokolmuş çok millet vardır. Kılıçtan geçirilmeden yokoluşun sebebi bu milletlerin büyük kimlik kırılmasına uğramış olmalarıdır. Peyami Safa romanlarında, makalelerinde herşeyi rasyonaliteye bağlayan ve insanın değerlerini, kültürünü, ruhunu kısacası varoluşunu hiçe sayan zihniyetin insanlığı ancak felakete hiçleşmeye, götüreceğinin altını çiziyordu. ‘Eğitim-Gençlik-Üniversite adlı eserinde “Bir milleti yok etmek isterseniz askeri istilaya lüzum yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevi değerlerini, ahlakını soysuzlaştırmak kafidir.” diyor. Bugün küresel-hegemonyacılar özellikle kendilerine alternatif olma potansiyeli taşıyan coğrafyalarda bu ik cümleyi icraata geçirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ve biz onlara karşı ancak kendi tarihimizi, orijinalitemizi, süper güç iken neler yaptığımızı iyi bilirsek, iyi çalışırsak varlığımızı koruyabilir ve alternatif olabiliriz. Ancak Peyami Safa’nın “Okul kültür vermez, onun malzemesini verir. Okuldan kültürü beklemek bakkal dükkanını mutfak zannetmektir.” ifadesiyle ihtiyacını resmettiği, kültürü kendine has bir bakış açısıyla üreten ve taşıyan “şahsiyet”leri yetiştirebilirsek muvaffak oluruz...