Ümmü'l-Haseneyn Fâtıma bint Muhammed ez-Zehrâ (ö. 11/632) Hz. Peygamberin, soyunu devam ettiren kızı.
Bi'setten yaklaşık bir yıl Önce (m, 609), İbn Sa'd ile [1][706] bir kı¬sım tarihçilere göre ise Kureyş'in Kabe'¬yi yeniden inşası sırasında (m. 605) Mek¬ke'de doğdu. Bazı kaynaklarda Hz. Âişe'-den beş yaş kadar büyük olduğu kaydedildiğine göre [2][707] birinci görüş ağırlık ka¬zanmaktadır. Öz kardeşleri Zeyneb ile Rukıyye'den küçük, Ümmü Külsûm'dan büyük olduğu söylenmekteyse de Hz. Peygamber'in en küçük kızı olduğu gö¬rüşü daha doğru kabul edilmektedir [3][708]. Zehebî'nin belirttiğine göre künyesi "babasının annesi, anam" mânasına gelen "Ümmü ebîhâ" İdi. Bu künyeyi almasının sebebi, Fâtıma'yı an¬ne sevgisiyle seven Resûlullah'm kendi¬sine bu şekilde hitap etmesi olmalıdır. Lakabı "beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın" anlamında Zehra olmakla bera¬ber "iffetli ve namuslu kadın" anlamın¬daki Betûl lakabıyla anıldığı da görül¬mektedir. [4][709]
Kaynaklarda Hz. Fâtıma'nın çocukluk ve gençlik yıllarına dair pek az bilgi bu¬lunmaktadır. Bunlardan biri. Kabe'de namaz kılmakta olan Resül-i Ekrem'in secdeye vardığı sırada omuzlarına müş¬rikler tarafından bir devenin döl yatağı¬nın atılması üzerine genç Fatma'nın ko¬şarak babasının üzerindeki pislikleri te¬mizlemesi ve bunu yapanlara kızıp söy-lenmesidir [5][710]. Hicretten bir müddet sonra Hz. Fâtıma'nın. yanlarında Hz. Ali ile annesi Fâtıma bint Esed olduğu hal¬de Şevde, kız kardeşi Ümmü Külsüm ve Ebû Bekir'in ailesiyle birlikte Medine'ye hicret ettikleri bilinmektedir.
Fâtıma on beş yaşını tamamladıktan sonra onunla önce Hz. Ebû Bekir, ardın¬dan da Hz. Ömer evlenmek istemiş. Re-sûl-i Ekrem her iki teklife de olumlu ce¬vap vermemiş, bunun ardından Hz. Ali Fâtıma'ya talip olmuş ve bu talebi Re-sûlullah tarafından kabul edilmiştir [6][711]. O sıralarda fakir bir deli¬kanlı olan Hz. Ali mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Gazvesi'n-de ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak 450 dirhem gümüş ci¬varında bir mehir vermiştir. Hz. Fâtıma'¬nın çeyizi de kadife bir örtü. içine hur-ma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından ibaretti. Düğünleri Resûlullah'ın Hz. Âişe İle evlenmesinden dört buçuk ay sonra 2. yılın Zilkade [7][712] veya Zilhicce [8][713] ayında gerçek¬leşti. Hz. Fâtıma 3. yılın Ramazan ayın¬da [9][714] ilk çocuğu olan Hasan'ı, bir yıl sonra Şaban (Ocak) ayında Hüse¬yin'i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıl¬larda küçük yaşta ölen Muhassin ile [10][715] Ümmü Külsûm ve Zeyneb doğdu. Evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali ile Fâ¬tıma arasında küçük çapta bazı anlaşmazlıklar olmuş [11][716], ancak Resûl-i Ekrem'in.ara¬larını bulması ve Hz. Fâtıma'ya kocasına itaati tavsiye etmesi üzerine kırgınlıklar son bulmuş, Hz. Ali de artık eşini hiçbir şekilde üzmeyeceğini söylemiştir. [12][717]
Uhud Gazvesinde on hanımla birlikte gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fâtı¬ma aynı zamanda yaralıları tedavi etti. Bu savaşta Hz. Peygamber'in dişinin kı¬rılması üzerine yüzündeki kanları temiz¬lemeye çalıştı. Kanın dinmediğini görün¬ce bir hasır parçasını yakıp küllerini Re¬sûlullah'ın yüzüne bastırmak suretiyle akan kanı durdurmayı başardı. [13][718]
Resûl-i Ekrem Hz. Fâtıma'ya son has¬talığı sırasında Kur'ân-ı Kerim'i Cebrail ile her yıl bir defa birbirlerine okuduk-larını [14][719], bu sene Cebrail'in aynı maksatla iki defa geldiğini, bunun ise vefatının yaklaştığına işaret olduğunu söylemesi üzerine Fâtıma ağlamaya baş¬lamış: Hz. Peygamber'in, ailesinden ilk Önce kendisine onun kavuşacağını, ayrı¬ca onun mümin kadınların hanımefen¬disi olduğunu söylemesi üzerine de gü¬lüp sevinmiştir. [15][720]
Hz. Peygamber'e çok düşkün olan Fâ¬tıma babasının vefatından dolayı çok sar¬sıldı. Resûl-i Ekrem defnedildikten sonra gördüğü Enes b. Mâlik'e. "Resûlullah'ın üzerine çarçabuk toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl razı oldu?" diyerek ağladı ve daha sonra da günler¬ce gözyaşı döktü.
Hz. Peygamberin vefatının ardından Fâtıma ile Abbas b. Abdülmuttalib Hali¬fe Ebû Bekir'e gelerek Resûlullah'ın mi¬rasından hisselerini istediler. Bu miras Fedek ve Hayber'deki hurmalıklarla Me¬dine'deki bir bahçeden ibaret olup Hz. Peygamber bu arazilerin gelirini amme işlerine, yolcularla misafirlere ve kendi ailesine harcamaktaydı. Halife onlara, Resûlullah'ın peygamberlerin miras bı¬rakmayacağına dair hadisini hatırlata¬rak onun mirasının söz konusu olama¬yacağını, fakat ailesinin geçiminin eski¬den olduğu gibi yine buraların gelirin¬den sağlanacağını, kendisinin bu araziyi Hz. Peygamber'in yaptığı şekilde bir mü¬tevelli gibi kullanacağını söyledi. Hz. Âişe ile diğer bazı sahâbtlerin bu hadisi tas¬dik etmeleri üzerine miras iddiasından vazgeçildi. [16][721] Ancak Hz. Fâtıma halifenin bu tavrına gücenerek vefat edinceye kadar onunla bir daha bu konu üzerinde ko¬nuşmadı [17][722]. Bir riva¬yete göre ise Ebû Bekir, Hz. Fâtıma'yı vefatından bir müddet önce ziyaret ede¬rek gönlünü almıştır. [18][723]
Hz. Fâtıma, Resûlullah'ın ölümünden beş buçuk ay sonra 3 Ramazan 11 [19][724] tarihinde vefat etti. Muham¬med el-Bâkır'ın belirttiğine göre Fâtı¬ma'yı Hz. Ali yıkadı [20][725]. Ölümünden sonra vü¬cudunu kimsenin görmemesi için vasi¬yeti üzerine onu Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekirin hanımı Esma bint Umeys'in yıka¬dığı da zikredilmektedir [21][726], Hz. Fâtıma, kadın cenazelerinin erkek-lerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde bulunmasından rahatsız olduğunu Esma bint Umeys'e söylediğinde Esma ona Ha¬beşistan'da cenazelerin tabut içinde ta¬şındığını anlatmış, bunun üzerine Fâtı¬ma kendi cenazesinin de böyle taşınma¬sını vasiyet etmişti. Nitekim onun cena¬zesi Esma bint Umeys'in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Cenaze namazı¬nı Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırdı. Vasi¬yeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü'l-bakî'a defnedildi.
Resûlullah'ın terbiyesiyle yetişen Hz. Fatma onun hem haya ve edep gibi Özel¬liklerine, hem de konuşma tarzından [22][727] yürüyüşüne kadar [23][728] birçok vasfına sahip oldu. Babasının uygun gör¬düğü hayat tarzını benimseyerek onun gibi sade yaşadı. El değirmeninde un Öğütmekten usanan Fâtıma ile kuyudan su çekip taşımaktan yorulduğunu söy¬leyen Ali bu hususta Hz. Peygamber'den yardım istemeye karar verdiler. Hz. Fâ¬tıma Medine'ye bir savaş esirinin geldi¬ğini duyunca babasına giderek ondan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi talep etti. Resûlullah da esiri, mescidde yatıp kalkan fakir müslüman-ların (ehl-i Suffe) ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna kar¬şılık yatağa girdiği vakit otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillah, Allâhüekber demesinin istediği hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi [24][729]. Bu güzel vasıfları se¬bebiyle Resûl-i Ekrem Fatma'yı görün¬ce sevinir, kendisini ayakta karşılar, eli¬ni tutarak yanaklarından öper, ona ilti¬fat edip yanına veya kendi yerine otur¬turdu. Babası kendi evine gelince Fat¬ma da onu aynı şekilde karşılayıp ağır¬lardı [25][730]. Hz. Peygamber sefere gider¬ken aile fertlerinden en son Fâtıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk ola¬rak onunla görüşürdü [26][731]. Kadınlardan en çok Fatma'¬yı, erkeklerden de Ali'yi sevdiğini söyle¬yen [27][732] Resûl-i Ek¬rem, "Fâtıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş olur" [28][733] ve, "Bana melek gelerek Fatma'nın cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi" de¬miş [29][734], cennetlik kadınların en faziletlilerini saydığı bir başka hadi¬sinde de önce Hz. Hatice ile Fatma'nın, sonra da Âsiye ile Meryem'in adlarını söy¬lemiştir. [30][735]
Hz. Peygamber'in Fâtıma'ya olan sev¬gisini gösteren önemli bir olay, Mekke'¬nin fethinden sonra Hz. Ali'nin Ebû Ce-hil'in kızı Cüveyriyye ile [31][736] evlenmek istemesi ve¬ya Ebû Cehİl'İn yakınlarının kızlarını Hz. Ali ile evlendirmek için Resûl-i Ekrem'in iznini talep etmeleri üzerine onun gös¬terdiği tepkidir. Bu vesile ile yaptığı ko¬nuşmalarda Fatma'nın kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini is¬temediğini, Resûlullah'ın kızı ile Allah düşmanının kızının bir araya gelemeye¬ceğini, Cenâb-ı Hakk'ın helâl kıldığı bir şeyi haram kılmamakla beraber bu ev¬liliğe izin vermeyeceğini, ancak Ali'nin Fatma'yı boşadıktan sonra bir başka kadınla evlenebileceğini söyledi [32][737]. Resül-i Ekrem'in bu konudaki has¬sasiyeti, Hz. Fatma'nın itidalini koruya¬mayacağı düşüncesinden kaynaklanıyor-du [33][738]. Diğer taraftan Hz. Peygamber'in konuş¬masına başlarken öbür damadı Ebü'l-Âs'ın kendisine verdiği sözde durduğu¬nu belirtmesi, Ebü'l-Âs'a Zeyneb'in üze¬rine bir başka kadınla evlenmemeyi şart koştuğunu hatıra getirmekte, aynı şe¬kilde Hz. Ali'den de böyle bir söz aldığı¬nı, fakat Ali'nin bunu unutmuş olabile¬ceğini düşündürmektedir. Bu olaydan sonra Hz. Ali Fatma'nın vefatına kadar bir başka kadınla evlenmediği gibi câri¬ye de edinmemiştir. Resûl-i Ekrem'in her fırsatta onların evine gelerek ikisi¬nin arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifa¬de etmesi onları birbirine bağlamış, hat¬ta zaman zaman her biri Resûlullah'ın kendisini daha çok sevdiğini ileri süre¬rek onun gönlündeki müstesna yerlerin¬den emin olduklarını göstermişlerdir. Fâ-tıma da fırsat buldukça babasının yanı¬na gider, ona hizmet etmekten zevk du¬yardı. Mekke'nin fethedildiği yıl Resûlul¬lah evinde yıkanırken Fatma'nın onu bir perde ile setretmeye çalışması [34][739] onların bu yakın¬lığının derecesini göstermektedir. Resûl-i Fâtıma ve Ali isimlerinin birlikte yazıldığı Muhittin Serin hattıyla Celî-ta'lik levha (Muhittin Serin koleksiyonu}.
Ekrem, Hz. Fâtıma İle Hz. Ali'yi ve ço¬cukları Hasan İle Hüseyin'i abasının altı¬na alarak, "Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl" diye dua etmiş¬tir. Hz. Fâtıma ile ilgili önemli hususlar¬dan biri de Resûlullah'ın neslinin onun çocukları vasıtasıyla devam etmiş olma¬sıdır.
Hz. Fatma'dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup tamamı Kütüb-i Sitte'de yer almakta, bunlardan ikisi hem Şahîh-i Buhârî hem de Şahîh-i Müslim'de bu¬lunmaktadır. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan ile Hüseyin, Hz. Âişe. Ümmü Se-leme, Hz. Peygamber'in hizmetkârı Üm¬mü Râfi'in karısı Selmâ, Enes b. Mâlik ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin'in kızı Fatma'nın ve daha başka râvilerin ondan mürsel ri¬vayetleri vardır.
Kaynaklarda Hz. Fatma'ya nisbet edi¬len bazı şiirler ve beyitler bulunmakta [35][740], bunları Hz. Pey¬gamber'in vefatından sonra söylediği be¬lirtilmektedir. Zehebî, Fatma'nın Resû-lullah'ın vefatı dolayısıyla söylediği ileri sürülen, "Başıma gündüzü geceye çevi¬recek büyük musibetler geldi" şeklin¬deki beytin ona ait olmadığını kaydet-mektedir. [36][741] Fâtımîler, Hz. Fatma'nın soyundan geldik¬lerini iddia ederek kurdukları hanedana ona izafeten bu adı vermişlerdir.
Şiî Kaynaklarına Göre Fâtıma. Şiî kay¬naklan. Hz. Fâtıma'nın bi'setin 2 veya 5. yılında doğduğunu iddia ederler. Hatta Hz. Hatice'nin Fatma'ya isrâ ve miraç hadisesinden sonra hamile kaldığını ile¬ri süren kaynaklar da vardır. Bu tür rivayetlerde, Hz. Peygamber'in mi'racda bulunduğu sırada kendisine ikram edi¬len cennet meyvesinden yediği, Fatma'¬nın bu meyveden hâsıl olduğu, Resûl-i Ekrem'in o meyvenin kokusunu özledik¬çe Fâtıma'yı öptüğü kaydedilir. Hz. Fâtı-ma'nın miraç olayından çok önce doğ¬muş olması bu tür rivayetlerin tutarsız¬lığını ortaya koymaktadır [37][742]. Yi¬ne aynı nitelikteki rivayetlerde Fâtıma1-ya hamile olduğu sırada annesinin onun¬la konuştuğu, doğacağı esnada Sâre, Âsi¬ye, Meryem ve Şuayb peygamberin kızı Safûrâ'nın yardıma geldiği, doğar doğ¬maz kelime-i şehâdet getirerek babası¬nın kim olduğunu, kocasının kim olaca¬ğını söylediği ve oradakilere adlarıyla hitap ettiği, doğumuyla birlikte olağan üs¬tü hadiselerin meydana geldiği anlatıl¬makta, daha sonra da Cebrail'in Resûl-i Ekrem'e gelerek Fâtıma'nın Hz. Ali ile evlenmesini Allah'ın münasip gördüğü¬nü, eğer Ali olmasaydı yeryüzünde ona bir denk bulunamayacağını haber ver¬diği iddia edilmekte ve bu düğünün gök ehli tarafından da kutlandığı abartılı ifa¬delerle anlatılmaktadır [38][743]. L. Veccia Vaglieri. Hz. Fâtıma'nın dünya ve âhiret hayatına dair Şiîler ta¬rafından nakledilen menkıbevî haber¬lerin geniş bir özetini vermektedir (El? |Fr.|, II, 865-868).
Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma hakkın¬daki abartılı bilgilerden biri de onun isim¬leriyle ilgilidir. Sünnî kaynaklarında Fâ¬tıma'nın sadece Zehra, bazan da Betül lakabından söz edildiği halde Şiî kaynak¬larında çeşitli âyetlerle zoraki bir ilgi ku¬rularak onun ayrıca Sıddîka, Mübâreke. Tâhire. Zekiyye, kendisine ilham gelen ve meleklerle konuşan anlamında Mu-haddese, hayız ve nifas sıkıntısı çekme¬yen anlamında Betûl. bakire anlamında Azrâ gibi isimleri olduğu iddia edilmek¬te, hatta, "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoş¬nut olarak rabbine dön" [39][744] mealindeki âyette "râziye" ve "mar-ziyye" kelimeleriyle onun kastedildiği ile¬ri sürülmektedir. [40][745]
Hilâfetin Hz. Ali ile onun soyuna ait olduğu iddiasının önemli dayanakların¬dan biri, kocası Ali ile soylarından gelen on bir imam gibi Hz. Fâtıma'nın da günahlardan korunmuş olduğu görüşüdür. [41][746] Ehl-i sün¬net âlimleri, Resûl-i Ekrem'in Hz. Ali, Fâ¬tıma, Hasan ve Hüseyin'i abasının altına alarak. "Ey Ehl-i beyt! Allah sizden sa¬dece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" [42][747] mea¬lindeki âyeti okuduğunu kabul etmekle beraber [43][748] bundan onların masumiyetinin anlaşıla-mayacağını, böyle yapmakla Hz. Peygam-ber'in onları Allah'ın emirlerine uymaya çağırdığını, ayrıca ismet sıfatının sade¬ce peygamberlere mahsus olması sebe¬biyle onların masum sayılamayacağını belirtirler. [44][749]
Şiî kaynaklarında, Hz. Fatma'nın mev¬cut Kur'an'dan tamamen farklı ve onun üç misli büyüklüğünde bir mushafa sa¬hip olduğu belirtilmektedir. İddiaya gö¬re bu mushaf, Resûl-i Ekrem'in vefatın¬dan sonra Hz. Fâtıma'nın yaşadığı za¬man zarfında Cebrail'in onu teselli mak¬sadıyla söylediği sözlerin Hz. Ali tarafın¬dan kaydedil m esiyle meydana gelmiş¬tir. Bu mushafın içinde şer'î hükümlerin -özellikle cezaların- ayrıntılı bir şekilde bulunduğu, kıyamete kadar gelecek bü¬tün idarecilerin adlarının ve meydana ge¬lecek olayların kaydedildiği söylenmekte¬dir. Mutedil Şiî âlimleri ise Fâtıma mus-hafını kabul etmekle beraber bu musha¬fın bir Kur'an olmadığını ve eldeki Kur'-an'da noksanlık bulunmadığını belirtir¬ler. Bundan başka Hz. Fatma'nın elinde bulunan, kendisiyle Hz. Ali'nin ve daha sonra gelecek vasîlerin adlarının yer al¬dığı bir sayfadan da söz edilmektedir. [45][750]
Fedek arazisinin Resût-i Ekrem'in şah¬sî mülkü olduğunu, Ebû Bekir'in bu ara¬ziyi Fatma'ya vermemekle ona haksız-lık ettiğini ileri süren Şiîler, peygamber¬lerin miras bırakmayacağına dair riva¬yetin Süleyman'ın Davud'a mirasçı oldu¬ğunu belirten Kur'an âyetine [46][751] ters düştüğünü iddia ederler. Halbuki bu âyette sözü edilen mirasın mal mülk değil peygamberlik olduğu, ba¬zı âyetlerde miras kelimesinin ilim ve hikmet için kullanıldığı bilinmektedir. Öte yandan geride birçok çocuk bırak¬mış olan Davud'a sadece Süleyman'ın mirasçı olduğu düşüncesinin ilâhî hik¬mete uygun düşmeyeceği açıktır. Ayrıca Hz. Ali'nin de halife olduktan sonra Fe¬dek arazisini Hz. Ebû Bekir gibi kullanması, Resûlullah'ın ilk halifesinin isabet¬li hüküm verdiğini göstermeye yeterli¬dir. [47][752]
Hz. Fâtıma'yı alet etmek suretiyle Hz. Ömer'i karalamak için uydurulan ve gü¬venilir hiçbir kaynakta görülmeyen bir iddiaya göre Fâtıma ve kocası Ebû Be¬kir'e biat etmeyip evlerine çekilince Ömer onları biat etmedikleri takdirde evlerini yakmakla tehdit etmiş, hatta evlerini basıp kapıyı kırmış, içeri girdiği sırada kapı ile duvar arasına sıkışan Fâtıma'¬nın kaburgaları kırılmış ve bu sırada ço¬cuğu Muhassin'i düşürmüştür [48][753]. Seyyid Mukarrib Ali en-Nekavî el-Hüsey-nî tarafından en-Nârü'I-hâtıma li-kâ-şıdi ihrâkı beyti Fâtıma [49][754] adıyla bir kitap yazılmasına sebep olan bu iddia, muhtemelen Hz. Ömer'in hilâ¬fet konusunda Hz. Fatma'yı ikaz etme hadisesinin tahrif edilmesinden kaynak¬lanmıştır. Rivayete göre, Ebû Bekir'in hi¬lâfetine henüz gönülleri yatmamış olan Hz. Ali ve Zübeyr'in Fâtıma ile bu konu¬yu birkaç defa görüştüklerini haber alan Hz. Ömer, çıkabilecek bir fitneyi önle¬mek maksadıyla Hz. Fâtıma'yı ziyaret et¬miş ve ona dünyada en çok Resûlullah'ı, sonra da onun kızını sevdiğini söylemiş, ancak bu sevginin "hilâfet konusunu ka¬rıştırıp duran" kimselerin onun evinde toplanması halinde bu evi onlar içeride iken yakmasına engel olmayacağını be¬lirtmiş, Hz. Fâtıma da onlara Ömer'in bu sözünü naklederek artık bir daha hilâ¬fet meselesini kendisine getirmemele¬rini istemiştir. [50][755]
Bazı Şiî kaynaklarında Hz. Fatma'nın faziletleri hakkında pek aşırı ifadelerin kullanıldığı görülmekte. Ehl-i beyte da¬hil diğer dört kişi gibi onun da nurdan yaratıldığı, kıyamete kadar olmuş ve ola¬cak her şeyi bildiği, soyundan imamlar ve vasîler geleceğini Cenâb-ı Hakk'ın ona bildirdiği, hatta Hz. Ali ile evlenmesini mi'racda Allah Teâlâ'nın kararlaştırdığı ve onun tarafını tutanların cehennem azabından kurtulacağı ileri sürülmekte¬dir. [51][756]
Şiîler'in. Hz. Fâtıma ile Ehl-i beytin mevkiini ve üstünlüğünü belirtirken üze¬rinde önemle durdukları hususlardan bi¬ri de mübâhele olayıdır. 10 (631-32) yı¬lında Medine'ye gelen Necran hıristiyan-larının Hz. îsâ'nın ilâhlığı konusunda ısrar etmeleri üzerine nazil olan Âl-i İmrân süresindeki âyetlerden birinde ifade edilHz Fâtıma'nın da içinde bulunduğu Ehl-j beyt'e dahil olanların adlarını ihtiva eden Kazasker Mustafa izzet Efen¬di 'nin Celi-SUİÜS levhası (Muhitim Serin koleksiyonu)
diği gibi (âyet 61), her iki tarafın başta kendileri olmak üzere çocuklarını ve ka¬dınlarını çağırarak Allah'tan yalancılara lanet etmesini istemelerinden ibaret olan bu olayda Şiîler, Hz. Peygamber'in arkasına Fâtıma'yı (bazı rivayetlere göre onun arkasına da Ali'yi), yanına Hasan ve Hüseyin'i alarak Necranlılar'ın karşısına çıktığını ve böylece Kur'an'daki "kadın¬larımız" ifadesiyle sadece Hz. Fâtıma'nın kastedildiğini ileri sürerek onun masu¬miyeti ve yüceliği etrafındaki iddialarını güçlendirmek istemişlerdir. Mübâhele olayından bahseden bazı Sünnî kaynak-larında Hz. Fâtıma'dan söz edilmezken [52][757] bir kısmında Hz. Fâtıma'nın da orada bu¬lunduğu kaydedilmektedir [53][758]. Kasım Kufralı İslâm Ansikio-pedisi'ne yazdığı Fâtıma maddesinde (IV, 520) mübâhele olayında Hz. Fâtıma'-nın da hazır bulunduğu hususunu bü¬tün müslümanlar kabul ediyormuş gibi göstermekte ve iddiasına kaynak ola¬rak Hâzin ve Beyzâvf tefsirlerini vermek¬tedir. Halbuki Hâzin, olayı rivayetin za¬yıflığını gösteren bir ifade ile naklet¬mekte, Beyzâvî ise mübâhele konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir. Louis Massignon, La Mubahala de Medine et YHypeidulie de Patıma [54][759] adıyla yaptığı küçük çaplı ça¬lışmasında ve "La notion du voeu et la dĞvotion musulman â Fâtıma" [55][760] adlı makalesinde bu olayı ve bazı dinî grupların Hz. Fâtıma hakkındaki aşırılıklarını ele almaktadır.