« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Kas

2013

Mehmet Ali AYNİ (1869-1945)

01 Ocak 1970

Son devir Türk mütefekkir, yazar ve idarecisi.



Manastır'ın Serfiçe kasabasında doğ­du. Babası Mehmed Necib Efendi, an­nesi Refika Hanım'dır. Ataları, Osmanlı İmparatorluğunun fetih ve yayılma dö­nemlerinde Konya'dan getirilerek Ru­meli'ye yerleştirilen Türkler'dendir. Bu sebeple ailesi Serfiçe'nin yerli halkı ara­sında "Konyar" diye anılırdı. İlk öğreni­mine Serfiçe'de başladı. Sekiz yaşınday­ken ailesiyle birlikte Selânik'e, oradan da İstanbul'a gitti, istanbul'da bir süre Çiçekpazarı Rüşdiyesi'ne devam etti. Ba­basının ticaret maksadıyla Yemen'e git­mesi üzerine San'a Askerî Rüşdiyesi'ne girdi, bu arada Fransızca öğrenmeye başladı. Ailesiyle tekrar istanbul'a dön­dükten sonra Gülhane Askerî Rüşdiye-si'ni bitirdi. Yüksek tahsilini ise Mekteb-i Mülkiyye'de tamamladı (1888). Bu ara­da Arapça ve Farsça yanında Fransızca'­sını da geliştirdi.



Mülkiye'den mezun olduğu yıl Hariciye Nezâreti Şehbenderlik Kalemi'nde me­murluk hayatına başlayan M. Ali Ayni, sırasıyla İstanbul Hukuk Mektebi'nde muallim yardımcılığı, Edirne İdâdîsi öğ­retmenliği, Dedeağaç İdâdîsi ve Halep Sultanîsi müdürlüğü. Diyarbakır Maarif müdürlüğü ve Maarif Nezâreti İstatis­tik Kalemi başkâtipliği görevlerinde bu­lundu. Sekiz yılı bulan bu eğitim ve öğ­retim hizmetlerinden sonra 1896'dan 1913 yılına kadar süren idarecilik haya­tı boyunca Kosova ve Kastamonu mek­tupçuluğu, Sinop mutasarrıf vekilliği. Taiz. Amâre, Balıkesir ve Lazkiye muta­sarrıflığı ile Yanya ve Trabzon valiliği yaptı. Bu son görevdeyken Talat Paşa'-nın emriyle emekliye sevkediidi. Aynı yıl devrin Maarif Nâzın Şükrü Bey'in teklifi üzerine İstanbul Dârülfünunu'nda fel­sefe müderrisliğine başladıysa da müf­redatını ve daha önceki hocaların öğre­tim tarzını beğenmediğinden bu göre­vinden ayrıldı. Bir süre sonra, Dârülfü-nun'da içtimaiyyat dersleri okutan Ziya Gökalp'in, felsefe derslerini de M. Ali Ayni'nin okutması gerektiği hususun­daki ısrarı üzerine 1914'te tekrar aynı göreve döndü. 1915'te Edebiyat Fakül­tesi Müderrisler Meclisi reisi, 1923'te Tedkîkât ve Te'lîfât-ı İslâmiyye Heyeti üyesi oldu. Bu arada Darülfünun Ede­biyat Fakültesi Mecmuasının nesrini sağladı; müderris Ahmed Naim Bey'le birlikte felsefe terimlerinin Türkçe kar­şılıklarını tesbit çalışması yaptı. Üniver­sitede felsefe ve felsefe tarihi dersle­rinden başka Çamlıca Kız Lisesi'nde ede­biyat. Medresetü'l-İrşâd ve İlahiyat Fa-kültesi'hde tasavvuf tarihi. Harp Oku-lu'nda ahlâk felsefesi, Harp Akademi-si'nde siyasî tarih, İslâm İlimleri Tetkik EnstitüsD'nde ordinaryüs profesör ola­rak dinler tarihi okuttu. 1935'te ikinci defa emekliye ayrıldıktan sonra 1937'de İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Komisyo­nu başkanlığı görevini üstlendi. 30 Ka­sım 1945'te vefat etti ve Zincirlİkuyu Mezarlıcjı'na defnedildi.

Bazı telif ve tercüme eserleri dolayısıy­la zaman zaman merkezi idare İie uyu-şamamasına rağmen başarılı bir idare­cilik hayatı sürdüren M. Ali Ayni Halep, Yemen, Kosova, Diyarbakır gibi görev yaptığı yerlerdeki halkın sosyal, ekono­mik ve kültürel yapılarını da incelemiş; aşiretler arasında dolaşmıştır. Başta Bul­garlar ve Ermeniler olmak üzere bazı etnik grupların devlet ve ülkenin bütün­lüğü ve selâmeti aleyhindeki faaliyetle­riyle etkili ve şuurlu bir şekilde mücade­le etmekten de geri kalmamıştır. Genç yaştan itibaren başarılı memuriyeti ya­nında gerek telif ve tercümeleri gerek­se çıkardığı veya çıkartılmasına yardım­cı olduğu dergilerle, açtırdığı okullarla ilim ve kültürün İstanbul'un dışına çıka­rılarak ülkenin en uzak köşelerine ka­dar yayılmasına da büyük gayret sarfetmiştir.



M. Ali Ayni'nin felsefî eserler, maka­leler ve Özellikle tercümeler üzerinde dil muhteva ve fikir yönlerinden yaptığı ten­kitler, onun ilmî faaliyetlerinin önemli bir yönünü teşkil eder. Bir kısmını son­radan întikad ve Mülâhazalar (İstanbul 1339) adıyla topladığı makaleleri arasın­da, Fransızca'dan yapılan tercümelerde-ki felsefî terimlerin düzeltilmesi, Türki­ye'de materyalizmi yaymaya çalışan Ba­hâ Tevfik ve arkadaşlarından Süleyman Memduh ile Subhi Edhem'in tercümele-rindeki tahriflerin asıllarıyla karşılaştı­rılarak gösterilmesi, onun felsefeye ve felsefe diline hâkimiyetinin örnekleridir. Tenkit ettiği belli başlı eserler arasında Bohor İsrail'in Târih-i Feisefe'sı (İstanbul 1330), M. Şemseddin'in Felsefe-i Û/d'sı (İstanbul 1339), Rıza Tevfik'in Peyâm-Sabaiî'ta (1919-1920) neşredilen "Gül-şen-i Râz" tefrikası, İzmirli İsmail Hak-kı'nın Fenn-i Menûhic'l (İstanbul 1329), Mustafa Şekip'in Muhtasar İlm-i Rûh'u (İstanbul 1333), Subhi Edhem'in Bergson ve Felsefesi (İstanbul 1919i gibi çoğu kısmen veya tamamen Batılı yazarlar­dan tercüme edilmiş eserler yer alır. Böylece o. fikrî ve felsefî eserlere dair yaptığı ciddi tenkitlerle bir yandan ken­di ilmî ve tenkit gücünü ortaya koyar­ken diğer yandan bu tür faaliyetler üze­rinde bir ilmî kontrol vazifesi görmüş ve bu tür çalışmaların seviye kazanma­sına da yardımcı olmuştur.



Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında toplumun dinî hayatının zayıflamasın­dan büyük endişe duyan M. Aii Ayni. bu­nu önlemek için alınması gereken ted­birler arasında, yüksek seviyede din eği­timi ve öğretimi verecek olan İlahiyat Fakültesi'nin açılmasını büyük ve güzel bir faaliyet olarak görmüştür (Ergin, V, 1965). İlahiyat disiplinlerinin ilim sayıla­mayacağı iddiasıyla bu alanda fakülte açılmasına karşı çıkan pozitivist görüş­lü bazı yazarlara cevap vermiş, manevî ilimlerle desteklenmeyen müsbet ilim­lerin sonuçlarının insanî fikirleri kuru ve verimsiz bir alana sürüklediğini belirtmiş, geriliğin suçunu din adamlarına yükle­menin doğru olmadığını savunmuştur.



M. Ali Ayni'nin tasavvufla olan müna­sebeti onun en önemli fikrî cephesini teşkil eder. Bu alanda yazdığı eserler vahdet-i vücûda taraftar olduğunu gös­termektedir. Ancak o, aynı tarihlerde ay­nı anlayış taraftarlarından İsmail Fenni ve Filibeli Ahmed Hilmi'nin aksine, çağ­daş ilim ve felsefeden destek alma lü­zumunu duymadan bir mürid edasıyla büyük mutasavvıflara bağlılık göster­miş, bu alanda herhangi bir tartışmaya girmeksizin bir inanç adamı olarak ya­şanılan tasavvuff hallerin gerçekliğine inanmakla yetinmiştir. İlmî ve fikrî sa­hadaki açıklama ve ispatları fizyoloji, biyoloji ve psikoloji âlimlerine bırakarak doğrudan doğruya, "bana benliğimi ve vazîfe-i insâniyyemi bildirmeye himmet eden büyük mürşidler" dediği tasavvuf ulularına yönelmiştir (bk. Haa Bayram Velî, s. 24). Ancak onun tasavvuf konu­sundaki bu yaklaşımı, hayatı boyunca takip ettiği aktif çalışma anlayışını hiç­bir şekilde etkilememiştir. Aksine o ma­neviyatçı felsefeyi benimseyerek mad­deci ve ateist fikirlere karşı açılan mü­cadelede ilmiyle, fikirleriyle ve kalemiy­le şuurlu bir şekilde yer almış, Türk in­sanının ve cemiyetinin buhrandan, bilgi­sizlikten ve yoksulluktan kurtulması ya­nında dinî ve millî kültür kaynaklarına dönülerek millî irfan ve şuurun gelişti­rilmesi, millî inanç ve düşüncenin taklit­ten arındırılması ve yükseltilmesi için ömrü boyunca çalışmıştır. Hacı Bayram Velî adlı eserini yazmaktaki maksadını açıklarken bazı ahlâkî ve ruhî meselele­re de temas eden yazar, bu meselelerin temelini materyalizm, pozitivizm ve as­rın en önemli hastalığı saydığı şüphe ve karamsarlıkta görmektedir. Ona göre çeşitli materyalist ve pozitivist görüşler insan ruhunu bunaltmakta, diğer felse­feler de ruha teskin edici bir çare geti­rememektedir. Büchner ve arkadaşları­nın kaba maddeciliğe dayanan velvele­leri kulakları doldurmakta, Darvvin'in "evrimci" görüşü insanı hayvan seviye­sine düşürüp ondaki manevî değerleri yıkmaktadır. Darwin'in "tabii seleksiyon" nazariyesi ahlâkta güçlünün zayıfı ezme­sini teşvik etmekte, yaşamak için sev­giden uzak ve daima kanlı bir mücade­le fikrini aşılamaktadır. Stirner ve Ni-etzsche'nin nihilist ve anarşist fikirleri ise aynı anlayışı daha da yaygın (aştırmış, yüksek ahlâkî ve manevî değerlerin yı­kılması tehlikesini ortaya çıkarmıştır.



M. Ali Ayni, Batı'da gelişen kötümser ve inkarcı akımların Türk toplumunu ve özellikle Türk gençliğini etkilediğini de görmüştür. Bu akımlar karşısında "genç­lerin fikrî selâmetini muhafaza etmele­ri için" yazdığını belirttiği Reybîlik, Bed­binlik, Lâilûhîlik Nedir (İstanbul 134 1 ] adlı eseriyle Tevfik Fikret'in Târîh-i Ka-dfm'inde (İstanbul 1321) ileri sürdüğü karamsar ve ateist fikirleri ilmî, felsefî ve ahlâkî bakımdan tahlil ve tenkit ede­rek bu fikirlerin yanlışlığını ortaya koy­muştur. Aynı maksatla kaleme aldığı Hayat Nedir (İstanbul 1945) adlı eseriyle karamsarlık ve inançsızlığın doğurduğu mutsuzluk ve intihar gibi kötü sonuç­ları incelemiş. Batı hayranı genç kızları kötümserlik ve inançsızlık aşılayan ede­bî eserler karşısında uyararak onlara hayata bağlılığı telkin etmiştir. Böylece o, bir taraftan felsefî sahada maddeci-mâneviyatçı mücadeleye katılırken di­ğer taraftan da Mehmed Akif in edebî sahada temsil ettiği aynı mücadeleyi fel­sefî görüşleriyle desteklemiştir.



Yurt dışında düzenlenen bazı kongre­lerde Türkiye'yi temsil eden M. Ali Ay­ni, Eyiül 1926'da Harvard Üniversitesi'n-de toplanan Milletlerarası VI. Felsefe Kongresi ile Eylül 1930'da (Mord'da top­lanan Milletlerarası VII. Felsefe Kongresi'-ne katılmış ve bu kongrelerde birer teb­liğ sunmuştur. Son kongrede tanıştığı bazı yabancı meslektaşlarının sorularını cevaplandırmak üzere La Philosophie en Turquie adlı bir risale kaleme almış, bundan başka 1938'de Brüksel'de top­lanan Milletlerarası XX. Müsteşrikler Kongresi'ne gönderdiği "La Langue Tur-que â Bagdad au XI eme Siecle" başlıklı tebliği de kongre tutanakları arasında yayımlanmıştır. Türkiye içinde ve dışın­da yaptığı fikrî ve felsefî çalışmaları sa­yesinde Batı dünyasında da tanınan ve bunun sonucu olarak 1927'de İngiliz Fel­sefe Araştırmaları Enstitüsü. 1931'de Milletlerarası Felsefe Kongreleri Düzenle­me Komitesi ve 1935'te L. Massignon'un da dahil olduğu bazı tanınmış müsteş­riklerin teklifleri üzerine Paris Asya Ce­miyeti aslî üyeliklerine seçilmiştir.



Şeyft-i Ekber'i Niçin Severim (İstan­bul 1339! adlı kitabının önsözünde, millî kültürümüzde büyük insanların biyogra­filerinin azlığından yakınan ve bu duru­mu önemli bir eksiklik sayan M. Ali Ay­ni'nin ilmî çalışmaları arasında, daha çok ünlü mutasavvıflara dair olmak üzere çeşitli monografiler geniş bir yer tutar. Carra de Vaux'nun Gazdlf sini örnek ala­rak yazdığı Hüccetü'I-îslâm İmam Gaz-zâlî 1327'de (1909) İstanbul'da, "Türk Azizleri" ana başlığı altında kaleme al­dığı İsmail Hakkı (Bursalı) 1923'te Pa­ris'te (Fransızca), 1944'te de İstanbul'da yayımlanmıştır. Şeyh-i Ekber'i Niçin Se­verim, Abdülkâdir Geylânî (Paris 1939), Haa Bayram Velî (İstanbul 1343), Mu-allim-i SânîFârâbî (İstanbul 1332), Tüiİ Mantıkçıları (İstanbul 1928) ve Türk Ah­lâkçıları (İstanbul 1939) gibi çalışmaları da aynı seridendir.



M. Ali Ayni'nin telif ve tercüme eser­lerinin sayısı kırka yakın olup yukarıda zikredilenler dışındaki belli başlıları şun­lardır: Nazarî ve Ameli İstatistik (İs­tanbul 1306); Ma'lûmât-ı Nâüa-i Fen-niyye (Halep 1308); Küçük Umumî Ta­rih (Ernest Lavisse'ten, Kastamonu 1317); Darülfünun Târihi (İstanbul 1927); İlim ve Felsefe (Ch. Bourdel'den, İstanbul 1331); Ruhiyat Dersleri (E. Ribeau'dan. İstanbul 1331]; Ahlâk Dersleri (İstanbul 1930); Tasavvuf Târihi' (İstanbul 1341); Târîh-i Felsefe (İstanbul 1330); La Quin-tessence de la Philosophie d' îbn Ara­bi (Paris 1935, Şeyh-i Ekber'i Niçin Seue-rim adlı eserinin Ahmed Reşid Bey tarafın­dan yapılan Fransızca tercümesi); Hükm-i Cumhur (İstanbul 1327); Demokrasi Ne­dir (İstanbul 1938]; Milliyetçilik (İstan­bul 1944),

M. Ali Ayni'nin felsefe, tasavvuf ve pe­dagoji gibi sahalara dair inceleme ve ma­kaleleri Darülfünun Edebiyat Fakülte­si Mecmuası, Darülfünun İlahiyat Fa­kültesi Mecmuası, Millî Mecmua ve Fağfur gibi dergilerle Yenigün, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımlan­mıştır.

Ziyaret -> Toplam : 125,19 M - Bugn : 71951

ulkucudunya@ulkucudunya.com