Bin yıl sürecek sanmışlardı...
Mümtazer Türköne 01 Ocak 1970
“Kar Mûsıkîleri”, Yahya Kemal’in kasvetli şiirlerinden biri. “Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. /Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.” diye, aruzun ahengini kuvvetle hissettirerek başlıyor.
Varşova büyükelçisi iken, 1927 yılında kaleme alınmış. Mısralardan anlaşıldığı üzere, bir manastırda dışarıda kar yağarken koronun seslendirdiği uzun bir ayine katılıyor. Sıkılıyor, hem de çok fena sıkılıyor. Dışarıda yağan kar da, dinlediği mûsıkî de ona hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. “... Zevk almadım Islav kederinden” diyerek içinde bulunduğu kasvete itiraz ediyor ve hayallerini kanatlandırıyor. Zihninde Tanbûri Cemil Bey’i dinliyor ve “İstanbul’un en özlü sesi”ni işitiyor. Ve o manastırda, kasvetli ve soğuk Varşova akşamında Körfez’de olduğunu hayal ediyor. Şiir, kasvete noktayı koyan müthiş bir hayal ile sona eriyor: “Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,/Uykumda bütün bir gece Körfez’deyim artık!”
Bu satırları, İstanbul’un görülebilecek en güzel manzaralarından birine, yarımadanın o güzelim siluetine bakarak yazıyorum. Varşova’da İstanbul özlemi ile yanıp-tutuşan Yahya Kemal’le birlikte insan, İstanbul’a bakarken bile İstanbul’a özlem duyuyor. Bu özlemin altında galiba insanın içini kemiren geçicilik duygusu yatıyor. Bir güzelliği seyrederken bile hissettiğiniz, “ya bir daha göremezsem” duygusu. Muhteşem bir anı yaşarken içinizi kemiren “ya biterse” korkusu.
İstanbul elbette olduğu yerde kalacak; ama hepimiz bir gün sadece İstanbul’u değil, hiçbir şeyi göremeyecek halde olacağız. Bu “fena” duyguyu bastıracak veya dengeleyecek en güçlü müsekkin ise iktidarın sağladığı güç olmalı. Şöhret veya güç, geçicilik duygusunu unutturacak kadar etkili oluyor. Bu yüzden iktidar sahipleri yeryüzünde “küçük tanrılar” edasıyla, kibirle dolaşıyorlar. İktidarlarının öldükten sonra da devam edeceğine, belki de hiç ölmeyeceklerine inanıyorlar.
28 Şubat “bin yıl sürecek” zannını, bugünden geriye bakarak değil, o gün bastıkları yeri titreterek dolaşan generalleri gözümüzün önüne getirerek hatırlamalıyız. Bu güzel ülkenin üzerine, sadece gücün egemen olduğu kirli ve boğucu bir hava çökmüştü. Darbeciler, siyasetçiler, sermaye sahipleri, üçkâğıtçılar-soyguncular, mafya özentileri bir ipe dizilmiş ve ülkenin üzerine çöreklenmişti. Hiç kimsenin onuru ile hayatını idame ettirme imkânı kalmamıştı. Sonra ne oldu? İp koptu. Güç ve iktidar sahipleri birbirine düştü. “28 Şubat bin yıl sürecek” lafını eden generalin, “Bir general” hakkındaki atıp tutmalarını hatırlayın. İktidar ipine dizilen her müttefik, doymak bilmez bir iştah ile önlerinde açılan devlet kapılarından içeri girdiler ve yağmaya giriştiler. Ülke ekonomisini çökertince, iktidar koltuklarını da devirmiş oldular. Bugün aralarından açık alınla yürüyebilen birini tanıyor musunuz? Hâlbuki o gün gerçekten bin yıl süreceğine hepsi inanmıştı.
28 Şubat günleri hepimize “bin yıl sürecek zannedilen kar sesi” gibi gelmiş ve o günü bırakıp gelecek güzel baharın hayaline kendimizi vermiştik. Sonunda o günler de geldi. İktidarın fosilleşmiş sert ipi, bu sefer hayatları ve hayalleri ellerinden alınan güzel insanları bir araya getirdi. Türkiye akıl, feraset ve sabır ile o karanlık ve soğuk dönemi kapattı, kapısına da sağlam bir kilit astı. 12 Eylül 2010’da sadece 28 Şubat süreci değil, 50 yıl devam eden karanlık bir dönem sona erdi. Demek ki hem iktidarlar hem de insanlar için zeval olmasaydı adalet de olmayacaktı. O ip bugün tekrar koptu. İp kopunca dökülenlerin gürültüsü, Tanbûri Cemil Bey’in o eski taş plaklarda kalan sesi gibi, gönlümüzden yükselen mûsıkîyi bastırdı.
Devletin bir anlamı da “saadet”tir; inananlar için Cenab-ı Allah’ın lütfudur. Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat sadece beş yılda ömrünü tamamladı. Demek ki bütün iktidarlar, bu fani dünya gibi geçici ve baki olan sadece Allah.