Gülen cemaatinin “sivil” kanadı
Ruşen Çakır 01 Ocak 1970
Geçen yıl nisan ayında Fethullah Gülen cemaati içinde etkin pozisyonlara sahip epey kalabalık bir grupla üç saati aşkın süren, benim deyimimle, “damardan” bir sohbet yapmıştık. Bu buluşmayı, ertesi günkü yazımda (Yıllar sonra Gülen cemaatiyle baş başa) şu cümleyle özetlemiştim: “Gülen cemaati içinde ‘sivil’ kanadın, dizginleri yeniden ele almakta olduğunu düşünüyorum ki bu herkesin hayrına bir gelişme.” Yazıdaki “Gülen cemaati içindeki ‘sivil’ kanat” tabiri çok dikkat çekti ve hâliyle tepki topladı. Cemaate mensup bazı kişiler “bizde kanatlar yok. Hele sivil/askeri gibi ayrımlar hiç yok” derken, kendilerini cemaate karşı konumlandıran bazıları da benim bu cümleyle Gülen hareketini hoş göstermeye çalıştığımı ileri sürdü.
Sivil ve sivil olmayanlar
Öncelikle şunu vurgulamalıyım: “Sivil” kanadın karşısına “askeri” bir kanat koyuyor değilim. Onları en iyi, “sivil olmayan kanat” olarak tanımlayabiliriz. “Peki kim bunlar?” diye sorulacak olursa şöyle bir farklılaştırma yapabiliriz: Bir yanda cemaatin okullarında, dershanelerinde, gazetelerinde, televizyonlarında, dernek ve vakıflarında görev alan, adlarını bildiğimiz, kendilerine kolaylıkla ulaşıp konuşup tartışabildiğimiz bir “sivil” kanat; diğer yanda cemaatin özellikle devlet içindeki kadrolaşmasını yürüten, bu kadrolar aracılığıyla değişik stratejileri hayata geçiren, kim olduklarını bilmediğimiz, dolayısıyla kendilerine ulaşma imkânımızın bulunmadığı “sivil olmayan kanat.”
Gülen cemaati üzerindeki tartışmaların yıllardır bir yere varamamasının en temel nedeni de bu zaten: Cemaatin şeffaf olmadığını ileri sürdüğümüzde bu ikinci “sivil olmayan kanat”a atfedilen bazı faaliyetleri esas olarak gündeme getiriyoruz ama cevap, büyük ölçüde şeffaf faaliyetler yürüten “sivil kanat”tan geliyor: “Daha ne kadar şeffaf olalım?” diye soruya soruyla cevap veriyorlar.
Komplolar kimin işi?
Tartışmayı somutlaştıralım: Ben dâhil birçok kişi, Hanefi Avcı’nın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in, sırf cemaatin özellikle emniyet teşkilatındaki kadrolaşmasıyla ilgili yazıp söyledikleri nedeniyle, bizzat suçladıkları kişilerin tezgâhladığı komplolarla mağdur edildiğine inanıyor. Cemaat medyasının da bu komploları meşrulaştırdığı hatırlandığında, en azından ilk aşamada cemaat içinde sivil/sivil olmayan ayrımına tanık olunmadı. Fakat kısa süre içinde bu kişilerin masumiyeti konusunda kamuoyunda büyük ölçüde görüş birliği oluşunca cemaatin sivil kanadında belirgin bir tutum değişikliği gözlendi. Ancak bu hiçbir zaman “Maalesef içimizde yanlış yapanlar var” gibi bir iç hesaplaşmaya dönüşmedi. Çok hassas konuları ele aldığımın farkındayım. Ancak dershane kriziyle birlikte iyice alenileşen ve giderek tırmanan hükümet-cemaat savaşını anlamak için bu konuları olabildiğince açık bir şekilde konuşup tartışabilmemiz lazım. Bu bağlamda, örneğin MİT krizi kritik bir önem arz ediyor. Başbakan Erdoğan’ın bu krizi üçüncü şahısların sırtına yüklemeyip cemaatin sorumluluk makamındaki kişileri, bu “fitne”ye yol açanları ayıklamaya çağırması olup bitenleri ve bundan sonra olabilecekleri daha iyi kavramamıza yardımcı olabilir.
Savaşın bundan sonrası
Savaşın bundan sonraki aşamalarında hükümetin, cemaatin “sivil olmayan” kanadına yönelik bazı adımları gündeme gelebilir. Böylesi bir gelişme karşısında cemaatin nasıl bir tutum alacağı, bu kişileri ne ölçüde sahipleneceğiyse kavganın geleceğini belirleyecektir. Pazar günkü yazımdan (http://haber.gazetevatan.com/hesap-vermeden-hesap-sormak/590551/4/Yazarlar/73) bir alıntıyla bu hayati konuyu şimdilik bitirmek istiyorum: “Gülen cemaati içinde genç ve orta yaşlı kesimde özgürlükçü, demokratik ve sivil damarın bazılarını şaşırtacak ölçüde güçlü olduğunu gözleyen biriyim. Beklentim, dershane kriziyle birlikte tamamen değişen Türkiye atmosferinde bu yaklaşımın öne çıkması ve cemaati, ülkedeki genel demokratikleşme mücadelesine taşımaları.”