AK Parti’nin zayıf karnı
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Erdoğan mı, AK Parti mi? Bu ikilem, Erdoğan etrafında demirden duvar oluşturup AK Parti’ye savaş açanların oluşturduğu bir sorun.
Duvarlar korur, ama alanınızı da sınırlar. Duvarlara ihtiyaç var mı? Duvar olmak siyasette bir varoluş biçimi. Lider ne kadar güçlü ise duvar olmak da o kadar cazip. Aslında duvarlar kişileri korumak için değil, gireni çıkanı kontrol etmek için örülür. Neden? Çünkü aynı duvarların arkasında sağlam bir iktidar duruyor.
Çay Partisi AK Parti içinde yüksek bir duvar örüyor. Çay Partisi’nin, bütün siyasî partilerin varlık belirtisi olan “halka karşı sorumluluk” gibi bir endişesi yok. Bugünlerde, “Erdoğan’ı korumak ve kurtarmak” misyonu ile politika yapanlara neden “AK Partili” sıfatını yakıştıramayacağınızı bu ayırım gösteriyor. Başbakan’ı korumaya alanların neredeyse hiçbirinin ne geçmişte ne de bugün “AK Partili” kimliği yok. Seçime giren bir partinin seçmenlerine karşı bu kadar nobran davranabilmek zaten başka türlü mümkün değil.
AK Parti, partiler tarihinin en ilginç fenomenlerinden biri. Parti olarak 12. yılını idrak ederken, bu sürenin tam 11 yılını tek başına iktidarda geçirdi. Partiler biraz insanlara benzerler. Doğdukları şartlara ve uğraştıkları sorunlara göre kurumsal bir kişilik oluştururlar. AK Parti, toplumdan gelen yoğun talebin ürünü. Mevcut siyasî aktörler bütün itibarlarını tüketip siyaset sahnesini boşaltınca, demokrasi çare üretti; taze bir nefes olarak AK Parti boşluğu doldurdu. Büyük badirelerden geçti. Kendisinden beklenenleri yerine getirdi. Bir güven ortamı oluşturdu. Devlet içindeki iktidar mücadelesini, AB sürecini arkasına alarak meşru alana taşıdı ve 50 yıllık vesayet rejimini tasfiye etti. Bugün ancak özgüveni olan bir iktidarın göze alacağı riski üstlenip Barış sürecini kazasız-belasız götürüyor. Uzun süren siyasî istikrar döneminin son demlerini yaşıyoruz. Siyasî istikrar hem ekonomiye hem de topluma büyük kazançlar sağladı. AK Parti, bu uzun döneme damgasını vurdu. Bünyesinde giderek yoğunlaşan çelik çekirdek, bu uzun başarı hikâyesinin doğal türevlerinden biri.
Kısaca AK Parti Türkiye’yi değiştirdi; bu arada kendisi de değişti.
Bir lider ne kadar güçlü olursa olsun, siyasî partiler başlarında bulunan kişilere indirgenemez. Erdoğan’ın AK Parti’nin kurumsal kişiliği üzerinde derinlere işlemiş izleri var. Ancak partinin üstüne giydiği kişilik ondan sonra da devam edecek; çünkü işe yaramış, kendini kanıtlamış bir kurumsal yapı bu. Partiler genel kural olarak kolay kolay değişmezler, kurumsal yapılarını sürdürürler; çünkü gündelik politika partilerle değil kişilerle yapılır. Aynı şekilde iktidarlar etrafında oluşan dar çelik çekirdekler partiyi değil kişileri merkeze alır. Uzun yıllar Siyasî Parti Sosyolojisi ile uğraşmış biri olarak, sosyolojik bir olguyu basitleştirmekte zorluk çekiyorum. AK Parti, bir yandan seçim hazırlıklarını sürdürüyor; öbür taraftan başka partilerin seçmenlerine karşı değil, doğrudan kendisine sempati duyan ve oy vermiş kitlelere karşı bir savaş yürütüyor. Partiler demokrasisinin doğasına aykırı bir durum. Peki sebebi ne? Bu garip durum nasıl açıklanabilir? AK Parti içinde, halka değil sadece lidere karşı sadakat ve sorumluluk duygusu ile kayıtlı Türk muhafazakarlarının Çay Partisi’nin özgün varlık alanı dışında akla uygun bir açıklama bulamıyorum. 30 Mart’ta AK Parti’nin alacağı oya katkıda bulunmak, bu çelik çekirdeğin gündelik mesaisi içinde yer işgal etmiyor.
Kurumsal bünye tam olarak bu çarpıklığı gidermek için devreye girer. Şöyle bir soru soralım: Son tartışmalarda AK Parti’nin kayıtlı üyelerinden liderliğe kadar uzanan hiyerarşi içinde kurumsal bünyesinin ne kadarı Çay Partisi gibi uzlaşmaz ve ötekileştiren bir tavır benimsedi? Yüzde kaçı?
Kıssadan hisse: Çay Partisi’nin serencamı, bu seçimlerde AK Parti’nin zayıf karnını işaret ediyor.