Muz Cumhuriyeti
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
Devlet toplumun kalbi gibidir.O kalbin millete pompaladığı damarlarda pislikler varsa enfarktüse sebebiyet vermemek için temizlenmesi gerekir.
İşte yolsuzluk operasyonları bu minvalde.
Lakin Türkiye'de yargının kirli çıkar ilişkilerini ortaya çıkarması belli ki istenmiyor.
1- 5 polis şefinin görevden alınması
Bu polis şefleri savcılarla birlikte çalışan ve onların emirlerini icra eden adli kolluk sorumlularıdır.
Hiçbir hukuki ve idari gerekçeyle izah edilemeyecek bu tavır, yargıya açık ve ağır bir müdahaledir. Anayasa'nın 2. ve 139. ve 140. maddelerine aykırıdır.
Soruşturma savcılarının kollarını biçmek, eldeki delillerin ve sonraki aşamalarda bulunabilecek delillerin alenen karartılması demektir.
Düşünebiliyor musunuz, bu polislerin görevden alınmasını İçişleri Bakanlığı yapıyor?
Ve İçişleri Bakanı'nın oğlu da soruşturmada gözaltında.
Şaibe altındaki bir bakanlık tarafından savcıyla birlikte çalışan adli kolluk unsurları görevden alınıyorsa, adil yargıya açık bir müdahale yapılmaktadır.
Alınan polislerin yerine getirilen polisler hükümetten gizli yürütülmek zorunda olunan soruşturmanın tüm detay ve istikbalini savcıdan izin almadan gerekli yerlere bildirebileceklerdir.
Deliller artık kesinlikle güven altında değildir.
Belli ki soruşturmadaki bu polislere siyaset güvenmemiş, yeni gelenlere hukuku uygulayacaklarından değil, kesinlikle siyaseten kendi yanlarında olduklarından itibar etmektedirler.
2- Savcılara müdahale ve yeni savcılar
Ferhat Sarıkaya'ya, görevden alınan Erzurum özel yetkili savcısına yapılan hukuksuz müdahaleler, bugün bakanlara uzandığı iddia edilen yolsuzluk soruşturması savcılarına yapılmaktadır.
Soruşturma ekibine yeni savcı eklemek, bunlar arasında yeniden işbölümü yapmak demek.
Basına yansıyan bilgilere göre soruşturmanın Halk Bankası Genel Müdürü gibi kamu görevlilerine bakan yönü var.
İşadamlarına bakan yönü var.
TOKİ, ihaleler ve 4 tane bakana uzanan iddialarla ilgili bölümü var.
Bu yeni savcılar veya başsavcılık hangi kritere göre yeni bir görevlendirme yapacak meçhuldür.
Hakikatte soruşturmadaki savcı sayının yeterli olup olmayacağı başsavcılıkça işin başından tayin edilir.
Çünkü soruşturmanın çapı aşağı yukarı bellidir.
Hele Adalet Bakanı'nın İstanbul Başsavcısı'na baskı yaptığı iddiaları, işin ucunda bazı bakanlar hakkındaki yolsuzluk iddialarının olduğu bir serencamda, sonradan savcı ekibi değiştirmek veya savcı ilavesi yapmak yargıyı siyasete göre şekillendirme çabasından başka bir şey değildir.
Adli soruşturma kamuoyunun gözleri önünde fütursuzca karartılmaya, engellenmeye, durdurulmaya çalışılmaktadır.
3- Soruşturmadan bakanların veya Başbakan'ın bilgisi olmalı mıydı?
CMK 157 gereği adli soruşturma gizlidir. Doğal olarak hükümetten de gizlidir.
3628 Sayılı Kanun'a göre soruşturma izninin gerekmediği, savcıların kimseden izin almadan doğrudan soruşturma yaptığı bir suç tipolojisi söz konusudur.
Soruşturmanın içinde 3628 Sayılı Kanun'un 8. maddesinde sayılan kişiler ve kamu görevlileri varsa, savcı soruşturmaya gizlice başlar. Soruşturma başladığında o kişiler hakkındaki savcılık iddiasından atamaya yetkili üstlerini haberdar eder.
3628 Sayılı Kanun'un ilgili maddesi şudur:
Madde 19: Cumhuriyet savcısı 17'nci maddede yazılı suçların işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat soruşturmaya başlamakla beraber durumu atamaya yetkili amirine veya 8'inci maddede sayılan mercilere bildirir.
Yani savcı her halükarda soruşturmaya gizlice başlar.
Lakin basına yansıdığı kadarıyla soruşturulan kişiler, işadamları ve bakan çocukları, savcının atamaya yetkili amirlere bilgi vermesi gereken kişilerden değildir.
Dolayısıyla savcı bilgi veremez.
Bakanlarla ilgili iddialarla ilgili fezleke prosedürü ise rutin bir işleyiştir. Konu Meclis'e ve Anayasa'nın 148. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi'ne intikal edecektir.
4- Cemaat operasyonu mu?
Operasyona Cemaat hükümet geriliminin ürünü diyenler ceza hukukunu hiç bilmiyorlar.
Böyle bir iddianın ispatı mümkün değil. Doğru da değil.
Savcı görevini mi yapıyor, yoksa elinde hiçbir suç malzemesi olmadığı halde keyfi ve yönlendirmeyle mi hareket ediyor buna bakmak gerekir.
Zira savcılar elinde suç delili olmadan hareket edemez. Elinde suç delili olan savcının soruşturma açmaması da suçtur. Mecburen soruşturma yapacak. CMK 160 açıktır.
Velev ki şeytan bile savcıya gerçek bir suç delili verirse veya ihbarda bulunursa, savcı CMK'ya göre gereğini yapmak zorunda. (CMK 160)
Adli süreçler kanun ve delillere göre işler, siyasetin, cemaatlerin ve sosyal grupların arzu ve isteklerine göre değil.
Çünkü savcılar elinde suç izleri ve emareleri olmadan adım bile atamaz. Savcılık talepleri derhal mahkemeden geri döner. İddianame bile yazamaz. İtiraz mahkemeleri reddeder.
Yargıtay'dan, Anayasa Mahkemesi'nden, en nihayetinde AİHM'den geri döner.
Sanıklara yöneltilen ithamlar eldeki delil örgüsüne göre suç mu değil mi?
Suçsa gereği yapılmak zorunda.
Savcılığın elinde suç delili yoksa hiçbir işlem yapamazsınız.
Suç yoksa savcının adım atabilmesi mümkün değil. Hele böyle bir medya çağında.
Adli mekanizma elinde hiçbir suç emaresi ve delil yokken hayal kurarak mı hareket ediyor, yoksa bir takım suç malzemelerine mi ulaşmış buna bakmak zorundasınız.
Dünyanın ve tüm milletin gözleri önünde açık açık meydan okurcasına hukuk ve demokrasi yerle bir ediliyor.
Dün askerlerin tankları adaleti çiğnerken, bugün siyasetin tankları hukukun ve demokrasinin üstünden geçiyor.
Dün ceberut devlet hukuk ve demokrasiye tecavüz ediyordu.
Bugün yine aynı hukuk tanımaz ceberut devlet adaleti ezip geçiyor.
Bunlar hukuk devletlerinde, demokratik rejimlerde olmaz.
Bunlar otoriter ülkelerin klasik davranışlarıdır.
Belli ki hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku işliyor.
Evet, Türkiye maalesef bir Muz Cumhuriyeti.