Felfellemek
Ahmet Turan Alkan 01 Ocak 1970
Siyaset biliminin, hukukun kavramları kifâyet etmiyor. O zaman fizikten misâl vermek lâzım.
Çocukken tahta topaçlarla oynardık. Topaç, ilk safhasında ilk kendi ekseni etrafında pek kımıldamıyormuş gibi görünür; çünkü kütleye uygulanan ilk döndürücü kuvvet, topaca düzgün bir momentum verir; ne var ki kuvvet, termodinamiğin ikinci kanunu uyarınca ilânihaye devam edemeyeceğinden eksendeki kararlılık bozulmaya başlar, topaç önce sarsılır, yalpalar ve...
Bu harekete biz çocukken “Felfellemek” derdik; mahallî tâbir sanıyordum; değilmiş, “Eski canlılığını yitirmek, afallamak, şaşırmak, dönen, devinen bir cismin durmadan önce hızını yitirmesi” mânâsı veriliyor sözlüklerde.
Şu sözleri duyduğumda kulaklarıma inanamadım, kontrol etme ihtiyacı duydum: “Yargıya sesleniyorum: Yürütmeye bunu söylüyorsunuz, siz de içinizdeki kirlileri temizleyin. Siz de öyle pırlanta, tertemiz değilsiniz. Bizim de bildiklerimiz var.”
Bir ülkenin seçilmiş Başbakanı, bağımsız ve tarafsız yargıya, “tertemiz değilsiniz; bizim de bildiklerimiz var” diye hitab edince akla hemen şu sorular geliyor: “Bu iddia doğru mu?”, “Niçin mesela bir hafta önce değil de şimdi söylemek ihtiyacı duydunuz?”, “İddianız doğruysa yargıdan ne bekliyorsunuz?” ve en mühimi, “Bildikleriniz nelerdir; bildiklerinizi açıklayacak mısınız, yoksa vaktini mi bekliyorsunuz?”
Bu sözler, devam etmekte olan bir soruşturma ve yargı sürecine açık müdahale değilse nedir?
“Buradan sermaye çevrelerine sesleniyorum. Boşuna oynuyorsunuz. Siz kaybedersiniz siz. Medyaya sesleniyorum. Siz kaybedersiniz siz. Yalanlarla, iftiralarla iktidarı yıpratmaya çalışıyorsunuz.”
İş dünyasını tehdit, basını tehdit, yargıyı tehdit! Emniyet bürokrasisi zaten içine fil girmiş zücaciye mağazası görüntüsünde, yalınkılıç tayinlerle “benim polisim-onların polisi” diye fiilen ikiye ayrılmış durumda.
Sadece Adli Kolluk Yönetmeliği’nin alelacele değiştirilmesi bile tek başına skandal; üst dereceli kolluk amirini doğrudan hükümete bilgi vermekle görevlendirmek, eminim ki bir hafta önce Başbakan’ın bile aklından geçmeyen bir aşırılıktı. AB hukukuna uymak konusunda bir günde başlangıç safhasına döndük. Eh Kenan Paşa da olsa böyle yapardı!
Bu telâşın, asabiyetin, heyecanın sebebi ne? Yolsuzluk soruşturmasına daha ilk anından itibaren hukuka saygılı bir mesafeden bakılmış olsa, bunca gürültüye gerek kalmayacaktı. Bu kriz pekâlâ yönetilebilirdi. Şimdi herkesteki kanaat, “Neyi önlemeye çalışıyorlar” sorusunun kezzap gibi derine işleyen tesiridir.
“Eğer elinizde sadece bir çekiç varsa, her problemi çivi gibi görmeye başlarsanız.” demiş birisi. Gezi’deki göstericileri polisin çekici ile dağıtmak, belli ki değerlendirme hatasına yol açmış. Yolsuzluk yolsuzluktur ve hukuk çerçevesinde işlem görmelidir. Çekici çekice vurmaya kalkışmak pek basiret eseri gibi görünmüyor. Belki de bu feryad çekici, kazaen ele vurmanın tezahürü!
Fizik dünyasına dönelim: Hiçbir topaç ilânihâye dönmez, atılan hiçbir taş havada kalmaz; devridaim makinesi diye bir şey yoktur. Çevreden alınan işaretler, bir kapalı sistemin ömrünü uzatabilir (di ama çok geç!). İşte topacın ekseni kaymaya, âhengi sarsılmaya başladı; alâmetler çok güçlü. Üstelik felfelleme giderek artmakta.
Vallahi üzülüyorum; onca güzel hizmetin, parlak icraatın âkıbeti böyle olmamalıydı. Birilerinin yüksek özgüvenine mağlup düşmenin cezasını aslında Türkiye ödeyecek.