Ne oldu AKP’ye?
İhsan Dağı 01 Ocak 1970
AKP’nin sorunu, kendi ‘kuruluş felsefesi’nden uzaklaşması; demokrasi diyerek yola çıkan bir partinin giderek otoriterleşmesi, yasaklara son vermeyi hedeflediğini ilan ederken yasakçı hale gelmesi, bir konuşmasından dolayı hapse atılan liderinin artık ifade özgürlüğüne tahammülünün kalmaması... Ne oldu AKP’ye? ‘Orijinal’i nerede?
Mutlak iktidar çürüttü. Denetimsiz, alternatifsiz olmak, devlet gücünü fütursuzca kullanmak, halkı kendine mahkûm görmek, gerekirse inşa ettiği medyayı bir propaganda makinesi gibi kullanıp halkı manipüle edebileceğini düşünmek AKP iktidarını çürüttü. Bir zamanlar generallerin yaptığı yanlışların aynısını yaptılar; devleti, milleti, hazineyi kendi kişisel malları gibi gördüler. Böyle bir ‘görüş’ biçimi demokrasiye değil, otoriter bir rejime çevirdi Türkiye’nin yönünü. Demokrasiyi sandığa indirgediler, insanların temel hak ve özgürlüklerini, kuvvetler ayrımını, hukuk devletini unuttular. En ulusalcı kesimin iç düşmanlar ve komplolar söylemine savruldular.
Düne kadar demokrasi, ifade özgürlüğü talepleriyle gelen ve yıllar içinde otoriterleşen, farklı düşüncelere tahammülü kalmayan bir parti var sanıyorduk ve bu eğilimi eleştiriyorduk.
Bugün biliyoruz ki sorun sadece otoriterleşme değilmiş; otoriterleşen bir iktidarın geçmişteki bütün iddialarının ve duruşunun aksine yolsuzluklar karşısında da duramaması noktasına kadar gelmiş. Kendisine “AK” diyen bir partinin, programında yolsuzlukla mücadeleyi ana hedeflerinden biri olarak açıklayan bir partinin, iktidara neredeyse bütün diğer partileri tüketen bir yolsuzluk dalgasından sonra gelen bir partinin ortaya atılan iddia ve belgeler karşısında hukuka, vicdana ve de siyasal akla uygun davranması beklenirdi.
Tam tersi oluyor. Yolsuzluklarla mücadele için yola çıktığını söyleyen bir parti, yolsuzlukları soruşturan, belgelerini ortaya çıkarıp yargıya gönderen savcı ve kolluk görevlileriyle mücadele yapan bir partiye dönüşüyor…
Bu, tam bir kopuş. Gerçeklerden, geçmiş başarılardan, kendinden ve de toplumdan kopuş hali. Yolsuzluk iddialarının, belgelerinin ve hepsinden önemlisi hukuk sürecinin üzerine gitmek yerine, Gezi’de uygulanan stratejinin aynısını devreye sokarak yargı sürecini komplolarla savuşturmaya çalışmak hiç de akla yatkın değil.
Dün Cengiz Çandar’ın Radikal’deki analizi AKP’ye çok önemli bir hatırlatmada bulunuyor: “Konu ‘yolsuzluk ve rüşvet’e dayanırsa; ‘siyasi komplo’, ‘hedef Tayyip Erdoğan’, “amaç ‘Yeni Türkiye’nin önünü kesmek, Türkiye’nin dünyada bir güç olarak ortaya çıkmasını önlemek” gibisinden her biri adeta ‘eşanlamlı’ olarak kullanılan kavramlar ile süslü argümanlar tutmaz. Çünkü ne yapsanız, böyle yaptığınız takdirde, ‘yolsuzluk’un üzerini örtmeye çalıştığınız izlenimini verirsiniz. Kamuoyu vicdanında ‘temyizi olmayacak’ şekilde ‘mahkûm’ olursunuz. ‘Ahlak’ namına söylevleriniz, ‘yetim hakkı’ konusundaki vurgularınızı kimse dinlemez artık… Zira, ‘yolsuzluk’, halkın en hassas olduğu ve o hassasiyetiyle hiç kül yutmadığı ve dünyanın her yerinde iktidarları mahveden en büyük virüstür.”
Sanırım AKP ve Başbakan, siyasi hayatlarının en büyük hatasını yaptılar; yolsuzlukların üzerine gitmek yerine kapatmaya çalışır bir görüntü verdiler. Dahası, aldıkları bu pozisyonla içinde bugün bilmediğimiz bir dolu yolsuzluk, rüşvet ve usulsüzlüğün bulunduğu ‘sistem’e kefil oldular; sadece mevcut iddiaların muhataplarının değil sistem içinde çıkması muhtemel tüm usulsüzlüklerin şimdiden savunucusu konumuna düştüler.
Böyle bir ‘genel kefalet’, bu kadar geniş bir alanda savunma kurmak siyaseten pek rasyonel değil. İddiaların doğru çıkması durumunda geri adım imkânı tanımıyor çünkü bu pozisyon. Geriye tek bir seçenek kalıyor; iddiaların doğrulanmasının yolunu kapatmak... Soruşturma ve yargı sürecini kısa vadede durdurmak mümkün ama uzun vadede imkânsız.
Sonuçta milletin önüne üç ay sonra bir sandık konulacak, millet de kararını verecek. İnşallah sandık yarışı ‘adil ve özgür’ olur ve inşallah birileri sandıktan çıkana da ‘komplo’ demez...