Asıl ‘komplo’, örtbas etme ve dikkati dağıtma çabalarıdır
Semih İdiz 01 Ocak 1970
Başbakan Erdoğan öyle bir durumla karşı karşıya bırakıldı ki, batağa saplanan biri misali ne yapsa kendisi için kötü görünüyor. Dört bakanının ağır ithamlarla suçlanıyor olmasıyla ciddi şekilde sarsılan itibarı, polis şeflerinin alelacele görevden alınıp bu devasa yolsuzluk soruşturmasına müdahale edebilecek ek savcıların atanmasıyla iyice bozuldu.
“Adli Kolluk Yönetmeliği”nin hükümeti koruyacak şekilde apar topar değiştirilmesi ve Emniyet’in hükümet talimatıyla basına kapanması ise bu imaj erozyonunu sadece hızlandırmıştır. Yerli basının özgür kanadıyla yabancı basının konuyu bu açılardan irdeliyor olması bunu kanıtlamaya yetiyor zaten.
Bu gibi “kör gözüm parmağına” türünden adımların atılabilmesi, ancak hesap verme geleneğinin zayıf olduğu az gelişmiş demokrasilere has şeylerdir. Erdoğan’ın “ileri demokrasi” iddialarının da ne kadar boş olduğu bu sayede kanıtlanmıştır. AKP’nin doğal seçmen tabanının vicdanlı kesimlerinde bile bu hamlelerin sorgulanıyor olması gerekiyor.
Gezi olaylarında olduğu gibi Erdoğan konuyu yine iç ve dış güçlerin ortakça tertipledikleri bir komploya bağlayarak bu skandaldan sıyrılacağını sanıyor. Ekonominin ciddi şekilde sarsılması karşısında, fantastik teoriler üretmeye yatkın danışmanlarının da dürtmeleriyle, yine “uluslararası faiz lobisi” türünden argümanlara sarılacağını öngörmek için kâhin olmak gerekmiyor.
Bu gibi zamanlar için hazırlandığını son günlerde iyice açıkça belli eden ve bunun bir yolsuzluk skandalından ziyade hükümete karşı bir siyasi tertip olduğunu yaymaya çalışan hükümet yanlısı medya işin içine ABD ve İsrail’i soktu bile. Hükümet içinden de bunu destekler açıklamaların yapılması, Türkiye’nin zaten kötüye giden dış itibarına çok fazla bir şey katmayacaktır.
Ancak Erdoğan’ın telaşı şu anda bunları düşünmediğini gösteriyor. O, zaten birçok eksende böldüğü Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrasızlığa sürükleneceğini umursamadan, “dindaşı” da olsa yeni düşmanına karşı savaşa hazırlanıyor. Bunu yaparken de asıl amacının hükümeti sarsan yolsuzluk iddialarıyla ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemek olduğuna dair izlenimi pekiştiriyor.
Hükümet çevrelerinin bu skandalın “zamanlamasına” işaret etmelerinde haklılık payı olsa bile, buradaki asıl mesele bu değil. Asıl mesele dört bakanı Türkiye’de daha önce görülmemiş şekilde zan altında bırakan bu soruşturmadır.
Yoksa, ister ABD Başkan Nixon’u götüren Watergate skandalı olsun, ister bu yıl Yunanistan’da patlak veren ve eski Savunma Bakanı Akis Çohacopulos’un suçlandığı yolsuzluk davası olsun, “siyasi zamanlama” argümanı suçlananların geleneksel olarak sarıldıkları şeylerin başında gelir.
Oysa savcılık makamınca ortaya atılan ve delillere dayandığı belirtilen son derece ciddi suçlamalar öyle hafife alınıp yabana atılabilecek şeyler değil. Gerçek ve normal “ileri demokrasilerde” bu suçlamaların karşısında, bırakın ilgili bakanların derhal açığa alınmalarını, o hükümetin ânında istifasını sunmasını gerekirdi. Fakat burası bu tür geleneklerin yeşeremediği Türkiye olduğu için böyle bir şeyi beklemek saflık olur.
Sonuç olarak ortada hükümeti ilgilendiren bir “komplo” olduğu kesin. Bunun yetki kullanarak haksız kazanç sağlamayı amaçlayan bir “komplo” olduğu iddia ediliyor. Bu arada hâlâ gelişme sürecinde olan diğer komplo da hükümeti ilgilendiriyor.
O da yazının başında işaret ettiğimiz adımlarla ve yandaş medyayı kullanarak bu skandalın olumsuz etkilerini bertaraf etmeye dönük meşruiyeti son derece tartışmalı çabalardır. Asıl üzerinde durulması gereken “komplo”lar bunlardır.