Asker dili konuşan Tayyip Erdoğan ve onun yanında saf tutan gazeteciler
Hasan Cemal 01 Ocak 1970
Erdoğan ve Arınç’ı dinliyorum. Yakın geçmiş geliyor aklıma; Ergenekon ve Balyoz operasyonları sırasında ‘asker’den hep aynı slogan yükselirdi: Komplo! Şimdi bakıyorum da Arınç’la Erdoğan o zamanki asker ağzı ile konuşuyorlar. Ne yargı bağımsızlığı var ağızlarında, ne kuvvetler ayrılığı…
Erdoğan’la saf tutan bazı meslektaşlarıma sormak istiyorum: Olanlarla ilgili olarak bir çift sözünüz yok mu? Yoksa kendinizi Başbakan’la birlikte yargının yerine mi koyuyorsunuz? Neyin yolsuzluk olup olmadığına artık yargıçlar değil de, Erdoğan’la birlikte siz mi karar vereceksiniz?
Önce Bülent Arınç’ı, sonra Tayyip Erdoğan’ı dinliyorum dün akşam vakti.
İkisinin de yüzünden düşen bin parça.
Çok yorgun gözüküyorlar.
Arınç, canının ne kadar sıkkın olduğunu belli ediyor. Bazı şeyleri ne kadar zoraki ya da kerhen söylediğini de pek öyle saklayamıyor.
Tayyip Erdoğan’a gelince...
Son derece gergin.
Adeta burnundan soluyor.
O an birini eline geçirse, paramparça edebilecek gibi bakıyor kameralara.
Göz bebeklerindeki ışıltılar korkutucu.
Bakışları öyle ki sanki insanı delip geçecek.
İkisini de dinlerken, yakın geçmişte yaşananlar gözümün önüne geliyor.
Ergenekon ve Balyoz operasyonları.
Gözaltı operasyonları dalga dalga devam ederken, ‘asker’den hep aynı sözcük slogan halinde yükselirdi:
Komplo!
Ve Amerika’ya işaret edilirdi:
Fethullahçı komplosu!
Tayyip Erdoğan ise hep aynı tepkileri verirdi:
Yargı bağımsızlığı...
Kuvvetler ayrılığı...
Şimdi bakıyorum, Arınç’la Erdoğan o zamanki asker ağzı ile konuşuyorlar:
Komplo!
Cemaat komplosu!
Ne yargı bağımsızlığı var ağızlarında, ne kuvvetler ayrılığı, ne de yargı sürecinin sonunu beklemek.
Hiçbiri yok.
Bülent Arınç, ‘hükümeti yıpratmaya dönük planlı psikolojik savaş’tan söz ediyor.
Ama bu arada hakkını yemeyeyim, Sayın Arınç, biraz da olsa zevahiri kurtarmaya çalışıyor.
Ama Erdoğan’da bu da yok.
Kuvvetler ayrılığı da dinlemiyor.
Yargıya aba altından da değil, açıktan sopa gösteriyor, adeta tehdit ediyor yargıyı...
Akıl alır gibi değil.
Muammer Güler ve koltuğu
Üç bakanın çocuğu gözaltında.
Ama bakanların kılı kıpırdamıyor.
Başbakan da onları görevde tutuyor.
Hele İçişleri Bakanı...
Onun vaziyeti daha vahim.
İstanbul’da ‘operasyon’u yöneten polis müdürlerini görevden alıyor. Beş polise, daha sonra iki emniyet müdür yardımcısı ekleniyor.
Herhangi bir demokraside bu olabilir mi?
Herhangi bir demokratik hukuk devletinde çocukları rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla gözaltına alınmış bakanlar koltuklarını koruyabilirler mi?
Tekrarlıyorum:
Gerçekten akıl alır gibi değil.
Operasyon ikinci ‘Gezi’ mi olacak?
Tayyip Erdoğan’ı dinliyorum.
Kirli operasyon diyor.
Devlet içinde devlet gibi örgütlenmiş ‘çeteler’den söz ediyor.
“Geleceğimizi karartmak istiyorlar” diye ekliyor.
Hükümeti yıpratmaya yönelik siyasi mühendislik gibi cafcaflı deyimler kullanıyor.
Ve Gezi’ye dokunmadan edemiyor:
“Bu operasyon Gezi’nin devamıdır.”
Başbakan Erdoğan’ın bu sözü, Gezi’den demokrasi ve hukuk namına hiçbir ders çıkarmadığını gösteriyor.
Gezi nasıl ki bir kırılma noktası olduysa, bu operasyon da öyle olacağa benziyor.
Gezi sırasında Tayyip Erdoğan, devletin hoyrat gücünü acımasızca genç insanların üstüne süreceği yerde, onları dinleseydi, protestolarının bir demokratik hak olduğunu teslim edebilseydi, içeride ve dışarıda büyürdü.
Tam tersini yaptı.
Küçülmeye başladı Gezi’yle...
Bu ‘operasyon’u da soğukkanlı karşılayabilseydi, soruşturmanın selameti diyerek üç bakanın derhal istifalarını isteseydi, kuvvetler ayrılığını savunup yargı sürecinin sonuna beklemekten başka çare olmadığını vurgulasaydı, demokrasi ve hukuk adına puan kazanırdı.
Ama Erdoğan’dan makulu beklemek zor.
Siyaseti ancak ‘düşman’a karşı yapılan bir savaş gibi görüyor. Dün akşam konuşurken, göz bebeklerine oturmuş olan ışıltıların o korkutuculuğu galiba bundan kaynaklanıyor.
Düşman yaratmadan siyaset yapamıyor.
Karşısındakini ille de yok edecek!
Bu tarzı siyasete, tek adamlık zihniyetine ancak otoriterleşme yolunda hızla mesafe alan rejimlerde rastlanır.
Bu yolda yürüyen bir lider, sandıktan hangi güçle çıkarsa çıksın, gerçek gücünden kaybeder ve yönetmesi gitgide zorlaşır.
Bu sorular Erdoğan’la saf tutan meslektaşlarıma
Öte yandan, Tayyip Erdoğan’la sıkı saf tutan bazı meslektaşlarıma sormak ya da bir kez daha yinelemek istiyorum:
Yolsuzluk var mı, yok mu?
Kim karar verecek buna?
Başbakan mı? Yargıç mı?
Yürütme mi? Yargı mı?
Soruşturma başladı.
Bakanın oğlu da içeri alındı.
O bakan koltuğunda oturacak mı?
Oturmayacak mı?
Bakan koltuğunda oturmaya devam ederken, soruşturmayı yürüten polisler görevden alınacaklar mı?
Alınmayacaklar mı?
Yargı süreci başladı.
Başbakan, başbakan yardımcısı susup sürecin sonunu bekleyecekler mi?
Beklemeyecekler mi?
Susacaklar mı, susmayacaklar mı?
‘Kirli operasyon’, ‘devlet içinde devlet gibi çeteler’ diyerek yargıyı tehdit mi edecekler?
Hukukun gereğine uyacaklar mı?
Yoksa uymayıp sopa mı gösterecekler?
Gösterirlerse, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı kalacak mı?
Kalmayacak mı?
Arkadaşlar;
Bu sorularla ilgili olarak bir çift sözünüz yok mu?
Yoksa kendinizi Başbakan’la birlikte yargının yerine mi koyuyorsunuz? Neyin yolsuzluk olup olmadığına artık yargıçlar değil de, Tayyip Erdoğan’la birlikte siz mi karar vereceksiniz?
Cemaat konusundaki görüşleriniz şu ya da bu olabilir. Ama bu, kendinizi Tayyip Erdoğan’la bu kadar özdeş kılıp, yargının yerine bu kadar ahkam kesmeye kalkmanızı gerektirmiyor.
Ayıp!