SATIR ARASI KURŞUN
Bahadır Bilge 11 Ekim 2007
SATIR ARASI KURŞUN
Ey yurdumun evde kalmış kız kadrosunun demirbaşları, şen dulları, zoraki feministleri, ezikleri, bezikleri…
Siz köşelerinizden barış, dostluk, demokrasi nutukları çekerken, teröristle masaya oturmaktan bahsederken başının üstünden geçmiyordu kurşunlar Mehmetlerin. Hayatının baharında nice hayallerini taşıdıkları yüreklerine saplanıyordu.
Sizin gibi zengin çocukları, Ali’nin, Veli’nin, onun veya bunun çocukları askere gitmemek için sahte çürük raporu aldıkları, askerliklerini evlerine 100 metre mesafedeki kışlalarda yaptıkları için orada “gariban çocukları” ölüyordu.
Gariban olanın gerçekleri göremeyen, Anadolu’ya yabancı, haline uzak, halkından kopuk zat-ı âlileriniz olduğunu bilmeyen sizler de “ben her şeyi bilirim” diye köşelerinizde savaşı bitiriyor, teröriste silah bıraktırıyordunuz. Bu halinizle de o “terörü ben bitiririm” diyen ve çok eleştirdiğiniz siyasetçilerden hiçbir farkınız kalmıyordu.
Hak adına bölücüye sahip çıkıyordunuz ama yine hak adına Türk’e sahip çıkmaktan korkuyordunuz. Türk lafına karşı olan alerjinizin gözünüzü kör etmesinin yanında, geceleri de uykularınızı kaçırıyordu.
Mehmet Güzel’in babasının `Kiminle savaştığımız belli değil. Çocuklarımıza yazık` dediğini yazıyorsunuz da kime karşı savaştıkları sorusuna cevap vermiyorsunuz. Yüreğiniz yetmiyorsa, gölgenizden korkuyorsanız ve en doğrusu bilmezden geliyorsanız ben söyleyeyim. Bölge üstünde emeli olan herkese karşı savaşıyoruz. ABD’ye, AB’ye, İsrail’e, bölücüye, ABD’den icazetli gazeteciye, AB fonlu yazara, feminizmi bile Kürtçüye destek haline çeviren kadınlara, insan haklarını bölücüye af isteme sananlara, terörist ölülerine bez örtme, araç tahsis etme hizmeti sunan zevata karşı.
Diyeceksiniz ki herkesi düşman ilan etmişsiniz. Biz birileri gibi teröriste kardeşim demeyi gurur sayanlardan olmadığımız için düşmanımızı açıkça söyleyebiliyoruz. İlan meselesine gelince de bu saydıklarım kendileri bizi düşman ilan etmişlerdir. Bizler de bu kavgadan (onursuz yapsalar bile) kaçmayacağız.
Biz ülke yönetiminde söz sahibi olmasak dahi uyku uyuyamıyoruz ama sizler kendinize has dünyalarınızda hala uyumaya devam ediyorsunuz. Gündüz gece farkı olmadan devamlı bir uyku halini sürdürüp, ara sıra da ipe sapa gelmez sayıklamalara girişiyorsunuz.
Bu sayıklamalarınızın bilinçaltınızdakiler olduğunu bildiğimiz için de sayıklamalarınızı, özellikle de o sayıklamalarınızı nasıl boyayıp, arasına kurşunları nasıl sakladığınızı, beyinleri fark ettirmeden nasıl yönlendirdiğinizi daha bir dikkatli inceliyoruz.
Sizler de biliyorsunuz ki Anadolu’da bir ananın dizi dibine oturup sorsak ki evladın gitse vatan için askere “vermem” diyecek kimse çıkmaz. Çıkar diye sallama yazı yazanlar sizin gibi kendi düşüncelerini Türk anasının düşüncesi gibi ifade etme gafletine düşenlerdir.
Evladını davul zurna ile uğurlayan anaların “kınalı koçları” onlara Allah’tan emanettir. Onlar da bilirler ki bu emanetler onlara teslimdir sadece. Günü geldiğinde ve emr-i hak vaki olduğunda sahibine teslim etmekte tereddüde düşmemeleri gerektiğine inanmışlardır. Bu sebepledir ki “evladımın hakkı helal değildir” veya “hakkım helal değildir” demezler. Bun düşünme gafletinde olanlar da yine evladın emanet olduğunu hatırlamak mecburiyetindedir. Bir ananın üç tür hakkını helal edip etmeme imkânı vardır: “Evladına analık hakkı”, “Eşine kadınlık hakkı” ve insanlara “kul hakkı”. Oğlu şehit düşen bir ananın kul hakkına bir saldırı olmadığı için bu haklardan en yakını olanı da böylece ortadan kalkar.
Yazdığı yazılar ile birilerine bedel ödemek durumunda olanlar için milliyetçilerin bedel ödeyip ödemediği durumu tabi ki muallâk olacaktır. Öyle ise milliyetçilerin asker, polis, öğretmen veya vatandaş olarak her türlü bedeli ödediğini kendisine belirtelim. Bunu anlayamıyorsa Güneydoğuda gezdiğinde rastladığı Türk milliyetçileri kendilerine bunu açıklayacaktır.
Türk milliyetçiliğinin Kürtçülüğün aksine ayrılıkçı değil bütünleştirici olduğunu bilememenizin doğallığı ile tevil götürmeyen zırvalarda bulunmanız tabi ki normal. Her ne kadar normallik sizin gibi yazarlar için bir hakaret olsa da durum bu.
Masa başında oturup da devlet bunu yapsın, asker şuraya gitsin, demokrasi buraya gelsin, insan hakları kapıda beklesin az sonra alacağım içeri diyen sizin gibilerin sunacağı çözümden daha güzelleri bu memleketin bağrından çıkacaktır elbet. Şüphesi olan varsa bütün şüpheleri itina ile giderebiliriz.
Buraya kadar söylediklerimiz sadece bir girizgâhtı. Şimdi zat-ı muhteremlerin asıl karın ağrılarına cevap verme zamanı geldi
`Kiminle konuşulacaksa konuşulsun bu iş halledilsin.`
Bunu Şırnak'takiler de söyleyecektir, İzmir'dekiler de. Bunu Diyarbakır'dan dağa oğlunu yollayan anne de söyleyecektir, Edirne'den oğlunu askere yollayan anne de:
`Kim affedilecekse edilsin, kim konuşacaksa konuşsun ve bu ölümler bir son bulsun.`
Kendisi bu cümleye kadar zararsız ve herkesin ilgisini çekecek, herkese kadın haklı dedirtecek ifadeler kullanıp biraz da şehitler üstünden duygu sömürüsü yaptıktan sonra asıl fikrini açıklıyor.
Diyor ki “Ey vatandaş! Artık teröristle oturup konuşma zamanı gelmiştir. Ya dağdaki ile ya ovadaki temsilcisi ile masaya otur. Dağdaki teröristi tanı. Askerine kurşun sıkanı affet. Oğlunu öldüreni affet. Üstte ben oğluna gariban dedimdi ama boş ver o sadece ekran koruyucuydu. Benim asıl istediğim af, af, af. Farkındaysanız liberal arkadaşlarım da İslamcı arkadaşlarım da af diyor artık. Onu affet, Barzani ile kucaklaş diyorlar. Askere, vatandaşa ne mi olacak. Ne olacak kardeşim, onlar zaten buradalar. Var mı başka gidebilecekleri bir yerleri.”
İşte böyle aziz vatandaşım. Sen uyurken ve seni uyutanlara alkış tutarken yazarı, çizeri uyumuyor. Senin üstünü çizmek pahasına elinde şehit kanı olana af istiyor, elinde öz kardeşinin kanı olanla kucaklaşmaktan bahsediyor. Sen ise hala uyuyorsun.
Merak etme yakında yatak odamıza girdiklerinde açılır uykun. O zamana kadar sen de böyle süklüm püklüm oturursan her şey müstahak sana.
Bahadır Bilge