Bir yandaşın gizli günlüğünden
Ahmet Turan Alkan 01 Ocak 1970
Sevgili günlük, canım benim; öyle günler yaşıyoruz ki duygularımı bütün çıplaklığıyla açabileceğim, içimi dökebileceğim kimse kalmadı. Sadece sana güvenebilirim; nitekim işte bu naçiz satırlarımı karaladıktan sonra bu defteri de kapatıp kasaya kilitleyeceğim.
Aslında bugünlerde evde kasa bulundurmak hiç de akıllıca bir hareket değil farkındayım ama benim kasa, ötekilerden değil. İçinde şimdiye kadar ödediğim elektrik, internet, telefon, havagazı faturaları, kredi kartı, emlâk ve taşıt vergisi makbuzlarını saklıyorum. Gören de sanki para, altın vesaire saklıyorum zanneder ama nerede?
Saçma gibi görünebilir fakat sevgili günlük, rahmetli dedem de sağlığında benim gibi yapmış ve “Dedeciğim niçin bu saçma sapan makbuzları saklayıp duruyorsun, at gitsin.” dediğimde acı acı gülümseyerek, “Oğlum, sen henüz tecrübesizsin, devletle oyun olmaz. Bir bakarsın geçmişe yönelik borç, zimmet çıkarırlar; benden sana dede nasihati, sen de öyle yap.” demişti. Şimdiye kadar lâzım olmadı, üstelik bütün kurumlarıyla şu an itibarıyla bizden yana gibi görünüyor ama bu işler hiç belli olmaz.
Sevgili günlük, şu satırlarıma samimiyetle inanmalısın ki birkaç aydan beri hiç tadımız kalmadı. Hep inanmadığım şeyler yazıyor fakat işin tuhafı bir süre sonra yazdıklarıma ben de inanmaya başlıyorum ama sadece ben değil, diğer yandaş arkadaşlar da aynı durumda; mecburuz günlük, anla artık.
Yazdıklarıma az önce şöyle bir göz attım, neredeyse bütün cephaneyi tüketmişim. Adamların ne paralel devletçiliğini bıraktık, ne de uluslararası şer çevreleriyle ortaklık ettiklerini, ne de devleti içeriden oyup ele geçirdiklerini... Neyse ki bazı tecrübeli abilerimiz eski defterleri ve kupürleri karıştırarak yeni malzemeler buluyorlar.
Sevgili defter, sen bilmiyorsun tabii; bu adamların hırsızlığı yok, yankesiciliği yok; bir abimiz akletmiş, heriflerin sabıka sicil kayıtlarını baştan sona taratmış. Yahu insan hiç değilse çocukluğunda hamamdan bir kalıp sabun, bakkaldan iki yumurta veya şekerciden bir baston çikolata olsun çalmaz mı? Yok, çalmamışlar. Canım defterim, bırak sabunu çikolatayı okulda kopya bile çekmemişler. Ne içki var ne sigara. Devlet malına zarar; kat’iyyen. Irza tasaddi, yankesicilik, evrakta sahtecilik, karapara aklama vesaire gibi kalantor suçları zaten hiç aramayacaksın.
Yukarıdan patron durmaksızın sıkıştırıyor, “Bulun bir şeyler, ipliklerini pazara çıkarın şunların; sokağa çıkamaz hale getirin.” diye bastırıp duruyor, “Kolaysa al sen yaz” diyeceğim, diyemiyorum; viran olası hanede evlâd ü ıyâl var sevgili defter; babamızın tarlasına dönüp çiftçilik etmeye kalkışsak cihana madara oluruz.
Senin anlayacağın, bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete azizim! Allah encâmımızı hayretsin. Bazılarının tamahkârlığı, görgüsüzlüğü, arsızlığı yüzünden aynaya bakacak yüzümüz kalmadı.
Yahu defter, bizim patron da bir tuhaf adam ha!.. Kardeşim, herif gözünü karartmış, çalmış çırpmış vesaire; ne demeye bunları arkalarsın be; bırak kanun ne diyorsa o olsun. Hırsızlığı, yolsuzluğu savunmak durumunda kalmak çok acı bir şey günlük. İnsanın içini çürütüyor içini. Bakma sen höt-zöt ettiğimize...
Vaktiyle ne güzeldi, kendimize göre bir arkadaş, yazar-çizer muhitimiz vardı. Bu işler başlayalı beri aradaki hukuk bıçak gibi kesildi. Ara sıra çarşıda pazarda, şurda burda karşılaştığımız oluyor, mecburen yol değiştirip görmemiş gibi yapıyorum. Yüz yüze geldiğimde ne söyleyeceğimi, yüzlerine nasıl bakacağımı kestiremiyorum çünkü.
Patronun durumu tam, “bir ok attım kebap oldu” hikâyesine döndü. Adam ne söylese, İbrikçibaşı Mehmet Efendi gibi tasdik etmek, desteklemek, hatta zayıf taraflarını yamamak için kırk dereden su getirene kadar alnımız çatlıyor.
Geçen gün patronun yakın çevresinden bir danışman telefon etti, diyor ki, “Bu adamların Paris’te suikasta kurban giden üç PKK’lının katlinden sorumlu olduğu yolunda bazı duyumlar aldık; siz de araştırın, konuyu besleyecek şeyler yazın.” diye talimat veriyor aklınca. Kendi kendime “Yuh yani yuh be.” dedim; aslında bu cümleyi o danışman arkadaşın yüzüne söylemek isterdim ama mümkün mü sevgili günlük! Zaten üç gün önce bizim gazetede suya sabuna dokunmadan durumu idare etmeye çalışan birkaç zararsız, temiz niyetli arkadaşı içimiz kan ağlayarak kovmak zorunda kaldık; öyle üzüldüm ki anlatamam.
Biz de insan evladıyız günlük, biz de kalp taşıyoruz.
Bir onlara bakıyorum, bir de patronun danışman diye çevresinde tuttuğu, adam yerine koyduğu sözde yazar-çizer tayfasına bakıyorum; bir gariplik var bu işte günlük. Normal şartlarda bizim patron, değil bunlara bir şey danışmak, onlara doğru hapşırmaya bile tenezzül etmezdi; şimdi nerdeyse sır kâtibi gibi itibardalar. Birader iki sene önce adama demediğinizi bırakmadınız, aleyhinde bulundunuz, şimdi hangi yüzle... Yüz değil bunlardaki günlük, köseleden maske nerdeyse...
İnan ki yirmi gündür, hırsızlık iddialarını örtbas edip milletin dikkatini başka yönlere çekmek için yapmadığımız şaklabanlık kalmadı günlük. Ötesi yok, resmen utanıyorum yahu!
Karşı taraftaki arkadaşlara nasıl imreniyorum bilsen... Adamların yanında evet, dağ gibi hükûmet yok belki ama, haklı olmanın verdiği bir vakar var ki, işte ona sahip olamamak, hele hele böyle dar bir zamanda onların değil de hırsızları sahiplenen tarafta duruyor olmak kalbimi kanatıyor.
Ah şu çoluk çocuk olmasaydı ben yapacağımı bilirdim ama...
Bu iş böyle gitmez aziz günlük; patron kendince akıllı adam, hemen cayırtı koparıp dikkatleri başka yönlere çekmeye çabaladı, birazcık başardı da ne onun içi rahat, ne de bizim. Şakası yok; aksini savunuyoruz, hatta yürütülmekte olan mahkeme sürecini etkilemek için ne kadar numara varsa çekiyoruz ama güneş de balçıkla sıvanmıyor. Bazı arkadaşları fiskos ederken duydum, “Deliller buz gibi sâbit.” diyorlar. Hakimler patronun cayırtısından tırsıp bir şeyler yapmazlarsa iş yaş yani!
Eninde sonunda mukadder âkıbet gelecek günlük; bu saltanat bitecek, hissediyorum; gerçekleri daha fazla sislemek mümkün değil, tabiata aykırı.
Hayır, varsayalım ki bunların CIA mensubu, Mossad işbirlikçisi, şeytanın mesai arkadaşı, Vatikan’ın avukatı, PKK’lı kadınların katili, İsrail’in ajanı olduğuna –biz inanmasak da şahsen- herkesi inandırdık velâkin bu isbat açığa çıkan hırsızlıkların mahiyetini değiştirmez ki?
Âmiyâne tabirle yazıyorum sevgili günlük, bizim bu ayaklar ayak değil; gidişat gidişat değil. Moralim öyle bozuk ki, bundan sonra sana hangi tarihte ne yazabileceğimi bile kestiremez haldeyim.
Bak aklıma ne geldi şimdi: İki işçi gökdelende cam silme işinde çalışıyorlarmış; Dursun 50. katta, temel 20. katta cam siliyor. Derken 50. kattaki Dursun’un ayağı kayıyor başlıyor düşmeye. Tam 20. katın hizasından geçerken Temel bunu görüyor,
- N’aber Dursun, eyi misun?
Dursun ne cevap verse beğenirsin:
- Valla şimdilik işler fena değil Temelcuğum diyor, “Ama az sonra ne olacağını bilmeyrum!”
Bizim halimiz tam bu fıkrayı andırıyor günlük; şimdilik işler yolunda lakin...