Demokrasi, hukuk, vicdan
Ahmet Selim 01 Ocak 1970
Bazı tâlî derecedeki uygulama farklarına rağmen Batı’daki bütün demokrasilerin ilkeleri, esasları ve kurumsal dokuları aynı özellikleri taşır.
Yanlış bilinen bir husus var. Yargı bağımsızlığı, demokrasinin kuvvetler ayrılığı uygulamasıyla ilgili değildir ve kuvvet ayrılığı, yasama ile yürütme arasındaki ilişkilere ait bir kavramdır. Yargı her demokratik modelde bağımsızdır. Hatta adaletli olduğunu iddia eden demokrasi öncesi yönetim modellerinde de yargının bağımsızlığından söz edilmiştir ve bunların birkaçı da sahiden öyle olabilmiştir. Yani yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı demokrasiden önce de var olan bir idealdir. Demokrasilerde de tabii ki, daha gelişmiş haliyle var olacaktır ve “hukukun üstünlüğü”, “hukuk devleti” gibi kavramlarla pekiştirilmesi bundan dolayıdır.
Demokrasilerde yürütme ve yasama, demokratik hukuk dışında bir hukuk oluşturamaz ve yargının görevine müdahale edemez. Çünkü gerekirse yargı, yürütme ve yasama tasarrufları ve temsilcileri ile de ilgili yargılamalar yapar. Demokrasi varsa, bu da vardır.
Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı (tarafsızlığı) ilkelerinin dışına ne yürütme çıkabilir, ne de yasama. Yasama ve yürütme, onların işlerlik ve teminat tedbirlerini almak göreviyle yükümlüdür.
Bir yargıç suç işlerse, onu yine yargıçlar yargılar; yürütme ve yasama yargılayamaz. Yürütme ve yasama, sadece, yargının demokratik ve müessir işleyişini sağlayıcı statü tedbirlerini gerçekleştirmekle görevli ve yükümlüdür. Bu görevin ve yükümlülüğün gereklerini de anayasa çerçevesinde yerine getirir. Millet bile hakkaniyet ve hukukun üstünlüğü açısından yargıya müdahale edemez; mesela insan haklarına ait bir yargı konusuna referandumla müdahale edemez. Yargı öyle bir referandum sonucunu iptal edebilir. Bir kısım insanları siyasî haklarından mahrum etmeyi amaçlayan geçmişteki bir referandum düzenlemesi böyle bir uygulama girişimiydi ve iyi ki de amacına ulaşamamıştı. “Biz”den olunca “ölçüler” değişmemeli. Vaktiyle, Demokrat Parti iktidarda iken, 2,5 lira para cezasıyla Millet Partisi kapatılmıştı ve bu kararın siyasî baskıyla alındığı âşikârdı. DP’ye oy veriyorduk ama, bu haksızlığı gördük ve kınadık. Böyle bir şey olmazdı, olmamalıydı.
Görünürde haksızlıklar dolu bir dünyada yaşıyoruz. Fakat görünmeyen planda, bu haksızlıkların bedelini ödeten bazı çarkların değirmen taşları gibi dönüp durduğunu fark edemiyoruz. Evet “mutlak adalet” ahirette gerçekleşecek ama, oraya hazırlık niteliği taşıyan işleyişler de buradayken yaşanmıyor değil. Boş değil, tecellisiz değil bu dünya. Neyin nereden geldiğini anlayamayanlar öyle sansa da öyle değil. Boş değil, tecelliyatsız değil, sahipsiz değil bu hayat.
Takdirî konularda vicdan, hukukî açıdan da önemlidir. Kamu vicdanı ayrıca önemlidir. Yargı demokratik teminat ilkeleriyle ve kurumlarıyla bağımsızdır; fakat her yargıç, bağımsızlığın yanında aynı zamanda tarafsız olmak için vicdanına bağlı olmalıdır. Ayrıca yargının işleyişinden kamu vicdanı rahatsız olmamalıdır. Bir vicdanî murakabenin varlığı, demokratik açıdan da büyük önem taşır ve bu hakikatle ilgili fikrî meseleler aydınların meşguliyet alanlarında önemli bir yer tutuyor olmalıdır.
Vicdanî duyarlılıkların kaybolması yahut yetersizleşmesi, yazılı kurallarda ve statülerde belirtilmeyen, çok ciddî bir demokratik zaaf oluşturur. Sağlıklı bir demokrasinin en güçlü teminatı, ahlâkî ve vicdanî değerlere bağlılıkların sağlıklı olmasıdır. Bunu yıllar önce Prof. Ali Fuat Başgil büyük bir vukufla izah etmişti. Asli teminat, kural ve kişi tercihleriyle değil, ilkelere olan samimi ve vicdani bağlılıkla sağlanır.