‘Darbecilik’ ciddi bir ithamdır, biliyorsunuz değil mi
Cafer Solgun 01 Ocak 1970
Geçen cumartesi günü Başbakan Erdoğan’ın topladığı bazı gazeteci, yazar, akademisyen ve STK temsilcisi sıfatı taşıyan kişilere yaptığı açıklamalardan anlıyoruz ki, iktidar partisinin Erdoğan öncülüğündeki “istiklal ve istikbal savaşı” devam edecek.
Nitekim 17 Aralık soruşturmasının ikinci dalgası, aralarında Bilal Erdoğan’ın da bulunduğu şüphelilerin ifade vermeye gitmemeleri nedeniyle engellendi. Erdoğan, Suriye’ye “devlet sırrı” taşıyan TIR’ın ihbar üzerine aranmak istenmesini de “komplo”nun (ya da “darbe”nin, “milli iradeye suikast”in, “uluslararası tezgâh”ın vb.) bir parçası olarak gördüğünü açıkladı. Böylece aklı başında herkesin bir “devlet krizi” olduğunu dillendirdiği mevcut durum, daha da enteresan bir hâl aldı. Bu gelişmelerin ardından doğrudan veya dolaylı olarak iktidar partisiyle ilgili herhangi bir iddiayı soruşturmak için harekete geçecek kaç tane yürekli savcı kalmıştır bilemiyorum, ama olanların sözlerini geçirecekleri bir “kolluk kuvveti” kalmadı gibi görünüyor.
Erdoğan’ın Ergenekon ve Balyoz davalarının yeniden görülmesiyle ilgili girişimlere “sıcak” bakması, belli ki, yaşanan krizin giderek önem kazanacak gündemlerinden biri hâline gelecek. Madem yargıda “cunta” var ve bunlar orduya da “kumpas” kurmuşlardır, bu davaların avukatlarının harekete geçmelerinde şaşacak bir şey yok. Üstelik Başbakan Erdoğan ve “direnişçi” arkadaşlarının açıklamalarından oluşan “kapı gibi” delilleri var.
Soruşturmanın ilk şokunu atlattıktan sonra kaleme sarılıp alışkanlıkla “Ergenekon- Cemaat ittifak yaptı” analizleri döşenenler olmuştu. Şimdi bu arkadaşlardan Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarında ne gibi haksızlıklar, adaletsizlikler, “kumpaslar” olduğuna dair ufuk açıcı analiz ve “şok” açıklamalar bekliyoruz. Utanacaklarını sanmam. Alışmışlardır.
Meselenin gözden kaçtığını düşündüğüm bir boyutu da yürüttükleri soruşturma dosyaları ellerinden alınan savcılar ve oradan oraya sürülen, “kızağa” çekilen yüzlerce Emniyet mensubu ile ilgili. Bu devlet memurları, çok ciddi bir “şaibe” altında bulunduklarının farkında mıdırlar acaba? Hükümete yönelik iç ve dış mihrakların el ele vererek düzenledikleri “komplo” ve “darbe girişimi”nin ilk şüphelileri, öyle görünüyor ki bu yurttaşlar. En azından “paralel devlet” veya “devlet içine yuvalanmış gizli örgüt mensubu” oldukları düşünülüyor. Devlet (“orijinal” olanı) durup dururken, üstelik de acilen ne diye hallaç pamuğu gibi savursun atsın bunları? Bir şey var demek...
Ve sorun da bu: Bilmek hakkımız. Ne var?
Malum, “fişleme devri bitti” sanıyorken bu fişleme işlerinin tam gaz devam ettiği ortaya çıkmış ve iktidar partisinden gelen açıklamalarda “Eski alışkanlıkla yapılmış, yoksa bu fişlerle bir şey yaptığımız yok” (Hüseyin Çelik) denmişti. Tam da öyle değilmiş demek. Ve tasfiyenin devam edeceği anlaşılıyor. Bizzat Başbakan ilan etti, “İnlerine kadar gireceğiz, çökerteceğiz, temizleyeceğiz” vb.
Görevlerinden alınan veya görev yerleri değiştirilen devlet memurları en hafifinden “gizli örgüt mensubu” olmak şaibesi altında olmayı taşıyacaklar mıdır, bilmem. Bildiğim, bu iddianın kanıtlanması ve bizim de bu sözlerin takipçisi olmamız gerektiğidir.
Erdoğan, “İşadamlarının kişiliği, onuru zedelendi” demişti. Rüşvet, yolsuzluk gibi yüz kızartıcı bir suçlamaya haksız yere maruz kalmak, kuşkusuz, zedeleyici bir şeydir. Ama aynı şey “paralel devlet”, “darbe girişimi”, “cunta” gibi suçlamalar için de geçerlidir.
Bu suçlamaların kanıtlanması gerekmektedir. Ergenekon, Balyoz defterlerini kapatmaya hazırlanıyor da olsanız, “darbecilik” ciddi bir suçtur çünkü. Ve suçlamaların kanıtlanması için de parti bünyesinde oluşturulan “özel” birimler değil, meşru, yasal prosedürler esas alınmak, yasaların ve hukukun imkân ve gerekleri işletilmek durumundadır.
Tabii hâlâ yasa ve hukuktan bahsedebiliyorsak...