HSYK
Gülay Göktürk 01 Ocak 1970
Bugün Türkiye'de hiç kimse devlet içinde konuşlanmış bir yapının seçilmiş hükümete ve ülkenin siyasi istikrarına karşı art arda operasyonlar yapmasını savunmuyor, tam tersine herkes böyle bir yapının tasfiyesinin demokratik hukuk devleti açısından olmazsa olmaz olduğunu kabul ediyor. Bu tasfiye hareketinin bir parçası da HSYK'da olabilir. Prensipte buna da kimsenin bir itirazı olamaz. Mesele, bu tasfiyenin nasıl yapılacağı ve yerine neyin getirileceğidir.
HSYK bundan üç yıl önce yine gündemimizdeydi. O zamanlar Kemalist bir kliğin hakimiyetindeki HSYK, askeri vesayetin yargı içindeki uzantısı gibi çalışıyordu. Bu Kemalist kliğin tasfiyesi 2010 değişikliğinin tek hedefiydi. Bu o kadar acil bir siyasi hedefti ki, yönteme aldırılmadı. Bakanlık bürokrasisinin tepesindeki bazı isimlerin örgütledikleri organize bir hareketle Kemalist klik tasfiye edilirken, HSYK'nın başka bir kliğin kontrolüne geçmesine göz yumuldu. Taa ki o klik iktidarı hedef alıncaya kadar...
Bir zümreden başka zümreye
Şimdi hedefte o zümre var. Bu defa da o zümre temizlenip yürütmenin kontrolü altında bir HSYK oluşturulmaya çalışılıyor. Ve böylece yine başa dönüyoruz. Böyle giderse, HSYK bu defa da bir başka siyasi gücün kontrolünde "siyasi" bir yapı olacak.
Oysa bir ihtimal daha var. (Ya da vardı mı demeliyiz?)
Tarihinde ilk kez HSYK'yı siyasi bir araç olmaktan çıkarıp hukuki bir kurum haline getirmeye çalışmak...
Bu, şu anda hükümetin yapmakta olduğundan bambaşka bir yol izlenmesini gerektiriyor. Hükümetin HSYK'yı yeniden tanzim için tek başına oturup bir yasa yaparak kendi kontrolüne almak yerine, Meclis'teki bütün partilerle işbirliğiyle ortak bir formül bulmaya çalışması şart. Bu konuda yıllardır uyarılarda bulunan sivil toplum kuruluşlarını, hukuk insanlarını işin içine katarak herkesi tatmin edecek kalıcı bir çözüm bulunması gerekiyor.
Siyasete sahip çıkalım derken...
Ben de birçok demokrat gibi, yaşadığımız olayın meşru hükümete karşı yargı içindeki mevziler kullanılarak yürütülen siyasi bir operasyon olduğunu görüyorum, siyasete sahip çıkmanın birinci mesele olduğunun farkındayım ve bunu sık sık dile getirdim.
Ama, ya o "sahip çıkılan" siyaset, büyük bir hızla hukuk devletini imha noktasına doğru gidiyorsa? Girdiği bu yolda ilerledikçe, tasfiyeye çalıştığımız derin yapının kontrolüne girme tehlikesi ile karşı karşıya isek? Despot devletin bütün yöntemlerini, bütün alışkanlıklarını, teamüllerini ve hoyratlığını kullanmakta tereddüt etmiyorsa?
Söyler misiniz, o zaman biz neye sahip çıkmış olacağız?
Başbakanlık Müşaviri Hamdi Kılıç'ın sosyal medyada dolaşan şu sözlerine bakın: "Bu ülkede devlet geleneği diye bir şey hâlâ var. Bunun ne olduğunu anlamak için biraz tarih okumak yeter. Devlet geleneğimizin kendini korumak için tarih boyunca geliştirdiği reflekslerin bir kısmı epeyce ürpertici, benden hatırlatması." (Sözcü, 2 Ocak 2013)
Meşru siyasete sahip çıkalım derken bu süreç içinde meşruiyetini yitirmiş bir siyasetle karşı karşıya kalma tehlikesinin farkında mıyız?
Kullandığınız araç sizi de dönüştürür
Hiç kimse, bu dönemin geçici bir dönem olduğu, olağandışı dönemlerde olağandışı uygulamalara başvurmanın mazur görülebileceği gibi gerekçeler yaratmaya çalışmasın. Fırtına bitip ortalık süt liman olduğunda yeniden "hukukun üstünlüğüne" dönülebileceği gibi hayallere kapılmasın.
Bir an için bu gidişin engellenemediğini, iktidarın ağır hukuk ihlallerini sürdürdüğünü ama buna rağmen halkın çoğunluğunun desteğini almaya devam ettiğini düşünün. Böyle bir durum, isterse evliya gibi insanlardan oluşsun, her iktidarı mahveder. Ne yaparsa yapsın halk desteğini arkasında bulacağını gören bir iktidar, neden hukuk devletine saygılı olmaya çalışsın ki? Neden kuvvetler ayrılığı diye bir "takıntı" yüzünden kendi elini kolunu bağlasın ki? Halkın çoğunluğu hukuk mukuk takmıyorsa, o neden taksın ki?
Bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Siyasetin, kendisini hedef alan bu siyasi operasyondan kurtulmasına yardım edilmelidir. Ama nasıl kurtulduğu, kurtulup kurtulamayacağı kadar önemlidir. Eğer iktidar bu operasyondan hukuka ve demokrasiye sarılarak çıkarsa hem kendisini kurtarır hem de Türkiye'nin önünü açmaya devam edebilir.
Ama mücadele yöntemi olarak bugün kullandığı araçları kullanmaya devam ederse, o araçlar onu da dönüştürür ve tanınmaz hale getirir. İşler öyle bir noktaya gelebilir ki, bir bakmışsınız ortada "korunmaya" değer bir şey de kalmamış.