« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Oca

2014

O KADAR DA DEĞİL ARTIK

Ekrem Dumanlı 01 Ocak 1970

Hiç bu kadar karmakarışık bir zaman diliminden geçmedik. Yalan, iftira, tezvirat kol geziyor.
Gıybeti meslek edindi birileri. Yalandan medet umanlar günü kurtarıyor belki; ancak, ya geride bırakılan izler? Toplumun her kesiminde açılan derin yaralar? Husumetin bile bir ölçüsü vardır; olmalıdır. Heyhat! Değer yargıları zedelendi, kıymet hükümleri örselendi.
Bir insan (ya da bir kitle), bir anda alkış tufanına tutulurken, bir saniye gibi kısa bir süre içinde yerin dibine batırılabiliyor. Dolayısıyla ne insaf kalıyor ortada ne iz’an. Dengeler altüst olup tartılar bozulunca, insanlar hakkında kesilip biçilen hükümler “kahraman” ile “hain” yakıştırmaları arasında gidip geliyor. Topluca yapılan ve ilkel törenleri andıran kutsama ya da aforoz etmek ameliyesi, hem büyük haksızlıklara neden oluyor; hem de toplumsal barışı tehdit ediyor. “Halkı kin ve düşmanlığa sevk etme” diye bir suçun varlığı, hukukun sosyal barışı temin etme gayretidir. Nefret suçunun evrensel hukuktaki yeri ayrımcılığı, ötekileştirmeyi, şeytanlaştırmayı önlemek içindir ve acı tecrübelere dayanır...
Bu yazı, meselenin sosyolojik ve ahlakî yanı üzerine. Görünen o ki sağlam bir kriter olmayınca insanları karalamak, aşağılamak, ötekileştirmek çok daha kolay yapılabilmekte. Ben merkezli ölçülerin insanları ve kitleleri bir o yana bir bu yana nasıl savurduğunu anlamak için birkaç örneğe bakmak kafi.
AK Parti hükümetinde yaklaşık 6 sene Kültür Bakanlığı yapmış Ertuğrul Günay daha düne kadar el üstünde tutulan bir insandı. Hükümetin bazı icraatlerını içi yanarak eleştirince istifa etmek zorunda kaldı. Ve o saatten sonra kendisine söylenmedik ağır söz bırakılmadı. İdris Naim Şahin Bey, Başbakan Erdoğan’ın kader ve dava arkadaşı. Yıllarca beraber emek verdi partiye. Kamuoyu Şahin’in bazı huzursuzluklarının olduğunu “yolsuzluk ve rüşvet soruşturması” sonrasında öğrendi. “Niyetlerinden emin olunmayan bürokratik ve politik dar bir oligarşik kadro”dan şikâyet ederek istifa etti. Daha düne kadar başköşede müstesna bir yere sahip olan eski İçişleri Bakanı neredeyse ihanetle suçlandı. Başbakan Erdoğan’ın kader arkadaşlarından biri olan eski TOKİ Başkanı ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kendisine istifa metni imzalatılmak istendiğini ileri sürerek çok ağır eleştiriler yaptı ve partisinden istifa etti. Hatta bütün icraatlarını “Başbakan’ın talimatıyla yaptığını” söyleyerek hem milletvekilliğinden hem bakanlıktan ayrıldı. Arkasından söylenen söz (hele anında sosyal medyaya yansıyan haliyle) sokak kavgalarında bile söylenmeyecek kadar yerlerde sürünüyordu. Hakan Şükür de öyle. Türkiye’nin yurtdışında en bilinen markası eski gol kralı, bazı uygulamaları tenkit ederek partisinden istifa edince, ağza alınmayacak sözler, yazılmayacak yazılar ortaya çıktı.
Tersi de söz konusu! AK Parti’ye ya da Başbakan Erdoğan’a karşı çok ağır sözler söylemiş insanlar, iki adım öne atılıp Başbakan ve partiye övgüler düzmeye başlayınca akan sular duruveriyor, alkış seslerinden yer gök çınlıyor. Misali çok. Sadece kısa hatırlatmalar.
“Yolsuzluğun içerisine batmış bu hükümeti ... oyun dışı bırakacağız” ve “İşleri güçleri milletin dinini istismar etmek.” (29 Mart 2009) diyen Süleyman Soylu, AK Parti’ye dehalet edince her şey birden bambaşka bir hal alıyor. Süleyman Bey “Tayyip Erdoğan Türkiye’nin ilelebet ezeli ve ebedi başkanıdır.” diyebiliyor. Gerisi alkış tufanı! Numan Kurtulmuş “AKP’liler Harun olmaya geldiler ama yoldan çıkıp Karun oldular.” demişti. İsyan etti bu benzetmeye AK Partililer. Ama Numan Bey daha ağır laflar söyledi. “Biz AKP gibi Firavunlaşmayacağız. Bizim hırsımız olmayacak…”, “Erdoğan gibi Amerika’nın ve İsrail’in vagonu olmayacağız...” dedi. O günkü tepkilere bakınca Sayın Kurtulmuş’un ebediyen aforoz edileceğini(!) düşünmüştüm. Ama şimdi Numan Bey, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve her gittiği yerde alkışlanıyor, takdirle karşılanıyor.
Medya kısmına hiç girmek istemiyorum; çünkü oradaki örnekleri gazete sütunlarına sığdırmak imkânsız. Kürt açılımını eleştirdi diye işten atılıp sonra âkil adam olanı, yolsuzluklardan bahsettiği için dışlanıp yolsuzluk soruşturması ortaya çıktığında kendini kalkan gibi kullandıranı mı ararsınız; parti kapatma davasında kapatma tezini sonuna kadar savunan hatta kışkırtan yazarların daha sonra sıkı partici olanını mı ararsınız; vaktiyle demedik söz bırakmayan ama şimdilerde sakil övgüler içinde kendine bir alan açmış kalemleri mi ararsınız…
Sözü uzatmaya gerek yok. İnsanları överken de onlara söverken de ölçüler şaşmış durumda. Destekliyorsanız sizden iyisi yok, eleştiriyorsanız ihanet ile başlayan onlarca yafta alnınıza yapıştırılmak üzere hazır bekletiliyor. Hal böyle olunca ölçüsüz sözler sarf ediliyor, o sözler tabana doğru indikçe çatışmalar ve zulümlere zemin hazırlanıyor. İnsanlar bir partiyi destekler, sonra desteğini çekebilir; ya da karşıdır sonra yanında yer alabilir. Bazen de desteğine genel manada devam eder ama bazı konuları eleştirebilir. Bu sadece siyasetin değil, hayatın bir gerçeğidir. Asıl önemli olan, sosyal barışın kitlelere yansıtılması, çoğulcu demokrasinin genel siyaset ahlakı haline getirilmesi ve yapıcı eleştirilerden yararlanarak bu ülkeye doğru bir rota çizilebilmesidir. Fanatik ve keskin söylemler hem toplumsal bir çatırdamaya neden olur; hem de siyasetin meşruiyetine halel getirir. Ve gerçekten ülkeye yazık edilmiş olur…
Denmemiş söz bu kadar kırıcı oluyorsa, ya ağır ithamlar?..
Televizyon programlarına pek katılmıyorum. Gerdikçe geriyor beni. Yanlış bir şey söylerim de insanları üzerim diye endişe de duyuyorum. Buna rağmen arkadaşların teşviki ya da ısrarı söz konusu olunca birikmiş mevzular hakkında bir şey söylemek sorumluluğundan da kaçamıyorum. Yine öyle oldu. S Haber’de Metin Yıkar’a misafir oldum.
Vicdanî kanaatlere tercüman olmaya gayret ettim. Son dönemde Fethullah Gülen Hocaefendi’ye karşı yapılan haksızlıkları, Camia’ya söylenen ve hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği ithamları dile getirmeye çabaladım. Aslında burukluğu ifade etmekte aciz kaldığımı düşünüyorum. Üzüntü o kadar büyük ki! İnsanlar, her gün sarf edilen “çete”, “in”, “paralel yapı” gibi laflardan fevkalade kırgın, dargın. Bu kadar ağır sözleri hak etmiyor bu güzel insanlar. Hele son söylenen “Haşhaşiler” lafı, tıpkı diğer temelsiz iftiralar gibi, hem tarihî gerçeklere uymuyor, hem de bahse konu edilen o güzide topluluğa atılmış bir çamur gibi duruyor. O çamur bu topluluğu kirletemez; bundan emin olun. Zira bu “camia”nın illegal hiçbir işe bulaşmadığı, bulaşmayacağı yüzlerce, binlerce testten geçerek perçinlenmiştir.
“Haşhaşiler” lafının yanlışlığını anlatırken tarihin kes-yapıştır mantığıyla bugüne taşınamayacağını söyledim. Siyasî merkezde bulunanların bazen sosyal merkezdeki dinamizmden rahatsız olabileceğini, bunun tarih boyunca sıkıntılara yol açtığını ve açabileceğini ifade ederek umera ile ulema arasında goygoycu bir zümrenin kimi zaman laf taşıyacağını, fitne çıkaracağını örneklerle arz ettim. Bu örneklerden biri de Yezid idi. Yezid’in goygoycular tarafından doldurula doldurula büyük bir suça itildiğini, Kerbela’ya kadar yaptıklarının heba olduğunu anlattım. Maksadım goygoycular; yani kraldan çok kralcılık yapıp kardeşi kardeşe kırdıranlar.
Gel gör ki kardeşliğin Kerbela’lar yaşamaması dileğiyle verdiğim bir örneği “Başbakan’a Yezid dedi” diye sundu birileri. Gel de üzülme. Ben hiç kimseye Yezid demedim. Hedefim goygoycuların çıkardığı ve sürekli harladığı fitne ateşi. İşte tam da bu söylediğim davranış biçimi (goygoyculuk) hükmünü icra etti ve söylenmemiş sözler üzerinden tevil ve tefsirlere başvurarak bir imaj çalışmasına başladılar. Goygoyculuk dediğimiz şey tam da budur!
Tabii bu arada olan, iki arada bir derede kalan masum kitlelere oluyor. İşte o masum kitlenin hüznü beni üzüntüye sevk etti. Demek ki söylenmemiş bir söz bile ne kadar kırıcı olabiliyor. Ya söylenmiş laflar? Çete, in, maşa, örgüt... Ve hepsinden acısı “Haşhaşiler”. Bu kadar ah almaya gerek var mı Allah aşkına!
Bakın Başbakan neler demiş
“Siz, arkanıza karanlık güç odaklarını almadınız. Siz arkanıza mafyayı, çeteleri, cuntaları almadınız. Siz, arkanıza Galata bankerlerini almadınız. Siz arkanıza hazineyi, siz arkanıza kamu bankalarının kaynaklarını almadınız. Siz ideolojiyle yürümediniz. Siz dayatmalara, baskılara, engellere boyun eğmediniz. Siz arkanıza sadece ve sadece milleti aldınız. Siz, arkanıza milleti aldığınız için, milletle yürüdüğünüz için büyüksünüz ve bu ülkeyi büyütüyorsunuz.”
TUSKON 4. OLAĞAN GENEL KURUL TOPLANTISI, MART 2012

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 32091

ulkucudunya@ulkucudunya.com