Bugünlerde devlet kimin elinde?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Başbakan’ın elinde değil. Hatta işbaşındaki Hükümet’in heyet-i umumiyesi de devleti temsil yeteneğini kaybetti.
Devletin ayırt edici vasfı olan hâkimiyetin içinde mündemiç olan ayrıcalıklar, üstünlükler, zor kullanma yetkileri parça parça Hükümet’in taht-ı tasarrufunda; ama koca devlet makinesine ruh ve istikamet veren hikmet-i hükümet buharlaşıp yok olmuş durumda. Hükümet devletin sağını solunu dağıtarak eline geçirdiği elverişli parçalarla gırtlağına kadar saplandığı yolsuzluk bataklığından çıkmaya çalışıyor. Seyrettiğimiz bir “devlet olma” değil, suç işledikten sonra “devlete sığınma” durumu.
Devlet, barış içinde birlikte yaşama iradesinin kalıcı kurallar ve kurumlarla tecessüm etmiş halidir. Meşrû devlet cihazı, ortak iyinin, ortak çıkarın peşindedir. Başbakan’ın millî irade dediği devletin sahibi olan güç, 76 milyonun bugün ve gelecekteki ortak aklı ve fikridir. Bugünlerde Hükümet’in kullandığı devlet makinesinin böyle bir ortak paydayı temsil ettiğini söyleyebilir misiniz? Hükümet, kendisine yürütme-yasama erki ile kısmen teslim edilen egemenlik yetkilerini, yargı erkine tasallutta bulunarak ve sadece yolsuzluk soruşturmasını durdurmak ve üstünü örtmek için kullanıyor. Şöyle tasavvur etmeyi deneyin: “Son on yılda yapılan yolsuzluklar suç olmaktan çıkarılmıştır” cümlesinden ibaret bir kanunu Meclis’imiz çıkartmış olsa, savcıları-yargıçları ajan, polisleri çete ilan eden, HSYK paketi dahil yargıyı toptan iptal eden iddialardan hiçbiri gündeme gelir miydi? Devleti eczalarına ayıran fırtınalar yaşanır mıydı? Demek ki Hükümet asıl kendisini ayakta tutan meşruiyetini kaybediyor.
İlkelerle kişiler, politikalarla çıkar hesapları arasındaki farkı gözden kaçıranlar bana soruyor: Neden dün farklı bugün farklı şeyleri savunuyorsunuz? Farkında olmadan bu soru ile statükoya sarılanlar AK Parti’nin mevcut lider kadrosunun devlet iktidarı ile ilişkisinin nasıl değişip-dönüştüğünü kaçırıyorlar. Son iki-üç yılda AK Parti’nin çelik çekirdeğinin devlet ile ilişkisi köklü bir şekilde değişti. 30 yıl önce “devlet” dendiğinde Kaf Dağı’nın tepesindeki canavarın korkusundan ayaklarının bağı çözülenler, bugün devleti tapulu arazileri sanıyorlar. “Devlete şirk koşmayın” derken, dinî bir referansı kullanmaktan çok “tapulu arazimize başkası bina inşa edemez” demiş oluyorlar. Millî Görüş ve devlet geleneği birbirine zıt iki kutuptu, ortaya yeni bir sentez çıktı. Şimdi bu sentez, devlet cihazını kullananların suistimalleri altında ezilerek ömrünü tamamladı.
Bir de devlet cephesinden bakalım. Dün devletin varlığını sürdürebilmek için AK Parti ruhuna ihtiyacı vardı. Devletin halka dayanan meşruiyetinin, ekonomik seferberliğin ve Kürt sorununun çözümünün adresi AK Parti idi. Bugün, Türkiye aleyhine dönen bölgesel konjonktür, ekonomik kırılganlık ve “otonom” nitelik kazanan Kürt sorunu için yolsuzluk batağına saplanan mevcut iktidar elitleri ağır bir yüke dönüştü. Devlet 12 yıl önce yükselen yeni iktidar elitlerini içine aldı, özümsedi, ömrüne ömür kattı; karşılığında iktidar araçlarını verdi. Bugün bu iktidar araçlarını suistimal ederek palazlanan ve yeni statükoya dönüşen iktidar seçkinleri âhir ömrünü tamamlamış görünüyor.
Mevcut statüko, aslında AK Parti’nin elindeki meşrû iktidar araçlarını suistimal ederek, mevcut devlet egemenliği dışında kişisel güç, zenginlik ve iktidar yapılarından oluştu. Devlet rantı ile paralel bir ekonomi, hatta yolsuzluğu meşrulaştıran fetvalarla paralel bir hukuk düzeni ile gerçekte paralel devlet Hükümet’in elinde şekillendi. Bugün yolsuzluk soruşturmalarını yürüten meşrû polis ve yargı düzeni işte bu paralel devletin araçları ile engelleniyor.
Bugün devlet büyüklerinin emrindeki medya, yargı mensuplarına ve muhalif işadamlarına karşı yalın-kılıç saldırıyor ve yolsuzluk soruşturmalarını kapatmaya çalışıyor. Havuz olmasaydı, böyle bir medya ve bu medyada kılıç gibi kalem sallayan köşe yazarları var olabilir miydi?
Devlet artık statükoyu temsil eden iktidar seçkinlerinin hükümranlığı altında değil; olsaydı devlet bu kadar tartışma konusu olur muydu? Sadece mührü henüz teslim etmemiş devlet büyüklerimizle muhatap oluyoruz.