Dış mihrak bulamadık 'imam hikayesi' verelim!
Adem Yavuz Arslan 01 Ocak 1970
Bir önceki yazıda 'Hükümet medyası'nın yalanlarına cevap vermeye kalksak her gün ilave bir gazete vermek gerekecek' demiş ve hükümetin kendi eliyle, özel yasa yaparak kurtardığı Kentbank'ın hikâyesini anlatmıştım.
Biz 'doğrusu bu' demekten yorulduk ama onlar 'senaryo yazmaya' devam ediyorlar.
Geçtiğimiz pazar günü, Star'da imzasız bir manşet ve Elif Çakır'ın köşesinde 'yeni bir senaryo' vardı.
'Yeni' diyorum çünkü düne kadar 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarını 'Dış mihraklar, faiz lobisi ve İsrail uzantılı örgütler yaptı' diyorlardı.
Tıpkı Gezi'deki 'faiz lobisi'nin bulunamaması gibi 'dış mihrak' ile ilgili elle tutulur bir bilgi/belge olmayınca bu kez yeni bir 'dış mihrak' bulundu.
Star'ın manşetinde ve Elif Çakır'ın köşesinde hayli uzun yer alan 'yeni senaryo'ya göre: "Türkiye'deki paralel yapı, Pakistan'da geçen yıl denenen 'İmam Darbesi'ni örnek almış ve dini lider Kadri, yargı ve ordu desteğiyle hükümeti düşürmek istemiş, başbakanı tutuklamaya çalışmış fakat hükümet direnerek kazanmış."
Yazarımız, İmam Tahir-ul Kadri'yi muhtemelen ilk kez duyduğu için ayakları yere basmayan bir hikâye yazmış.
Tehlikeli kıyas
Onlara göre, Pakistan'da İmam Kadri ne ise Türkiye'de Fethullah Gülen o.
Türkiye ile Pakistan arasında kıyas yapmak mümkün ama bunun için biraz bilgi sahibi olmak lazım.
Çünkü bu hikâyedeki tek ortak nokta her ikisinin de din adamı olması ve hükümeti yolsuzluklar üzerinden uyarması.
İlk olarak Tahir-ul Kadri'ye yönelik Pakistan'daki en yaygın eleştiri 'ordunun kuklası' olması. İmam Kadri açıkça askeri rejimin geri gelmesini ve bir teknokrat hükümeti kurulmasını istiyor.
Oysa Gülen Cemaati bizzat Başbakan ve başdanışmanı Akdoğan aracılığıyla orduya kumpasla suçlanıyor.
Eğer İmam Kadri, Gülen'in izdüşümü ise Erdoğan'ın Pakistan'daki izdüşümü de Asıf Ali Zerdari olur.
Zerdari 'bay %10' olarak bilinir. Çakır, herhalde Başbakanımıza böyle bir sıfat uygun görmemiştir!
Açıkçası bu zorlama ve gayet saçma hikâyeyi bir kenara bırakalım. Onun yerine size Pakistan'dan ufuk açıcı bir yargı süreci özetleyeyim.
Çünkü bu olay Türkiye'yi daha çok andırıyor.
Pakistan'da ordu siyasetin hep içinde oldu. Hatta darbe yapma ve iktidara yapışma geleneğine sıkı sıkıya bağlı.
Her askeri darbeyi bizzat yargının meşrulaştırması da iki ülke arasındaki bir diğer benzerlik.
Pakistan'daki son askeri darbe 1999'da Müşerref tarafından yapıldı. Fakat bu kez yüksek yargı üyeleri askeri rejime meşruiyet devşirmeyi reddettiler.
Kriz 2007'de İftihar M. Çaudri'nin yüksek mahkeme başkanı olmasıyla iyice açığa çıktı.
Çaudri, Müşerref'in hem ordu komutanı hem de cumhurbaşkanı olamayacağına, birini seçmesi gerektiğine hükmetti.
Müşerref ise Çaudri'yi görevden alarak karşı hamle yaptı.
Çaudri 'Bu hukuksuz' diyerek direndi. Yüksek mahkemenin diğer üyeleri de direnince Müşerref hepsini görevden aldı.
Bunun üzerine yargı camiası sokaklara döküldü.
Avukatlar Hareketi'nin başarısı üzerine Müşerref seçime gitmeyi kabul edip, yüksek mahkeme üyelerini tekrar atadı.
2008 seçimleri ile Pakistan tekrar demokrasiye döndü. Çaudri ise halk kahramanı oldu.
Bir yıl sonra ise Çaudri bu kez Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'nin yolsuzluklarını belgeleyip yargılanmasını istedi.
Pakistan hükümeti de yargıyı bloke etti
Tam da bu noktadan sonra bize çok tanıdık gelen bir süreç başladı.
İki yıl önce halk kahramanı sayılan Çaudri siyaset tarafından 'istenmeyen adam, demokrasi düşmanı ve dış mihrak' olarak lanse edildi.
Hatta 'ülkeyi yönetme hevesiyle yargı darbesi yaptığı' söylendi.
Çaudri'nin her şeyi didik didik edildi. Oğlunun işe girerken kayırıldığı iddiası manşetlere taşındı. Böylece 'Senin de dosyaların var' mesajı verildi.
Fakat mahkeme geri adım atmadı. Hükümetten Zerdari'nin İsviçre'deki hesaplarının dökümünü istedi.
Hükümet ise mahkemenin emrini yerine getirmedi.
Polis tutuklama kararlarını uygulamadı. Tıpkı bizdeki gibi hükümet yargının işlemesine engel oldu.
Kriz uzun sürdü.
Sonunda Çaudri'nin görev süresi geçtiğimiz aylarda doldu. Darbeci denen yargıç şimdi sade bir hayat yaşıyor.
Bu süreçte iktidardan bazı siyasiler istifa etmek zorunda kaldı. Mahkeme, soruşturmayı engellediği iddiasıyla bazı kişileri görevden aldı ama son tahlilde adı 'bay %10'a çıkan siyasilere dokunul(a)madı.
Pakistan halkı 5 yıl önce evrensel standartlara ulaşacaklarını umuyordu ama şimdi derin bir hayal kırıklığı yaşıyor.
Tahir-ul Kadri ise bu derin hayal kırıklığını istismar eden bir oportünist denebilir.
Çaudri ve yüksek mahkeme üyelerinin kaderi ile bizdeki Ergenekon savcılarının kaderinin ne kadar benzeyip benzemediği ise size kalmış.
Ancak şunu unutmamak lazım.
İki ülke arasında iddialı bir benzetme yapacaksanız en azından biraz daha derinlikli bilgi sahibi olmanız gerekir.
Aksi halde 'merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler'siniz.