Bu kadar hakarete hayallerimiz bile yetişmezdi...
Erhan Başyurt 01 Ocak 1970
Dershane tartışmalarının başladığı 14 Kasım’dan sonra Hizmet Hareketi’ne yönelik eleştiri sınırlarını aşan, hakaret ve yıpratma amaçlı sözlü saldırılar giderek dozu artan şekilde yükseliyor.
Özel teşebbüs girişiminin Anayasa ve uluslararası hukuka rağmen kapatılmasına yönelik yapılan itirazlar iktidar çevreleri tarafından ağır bir dille eleştirildi.
Demokratik hakların savunulması bizzat Başbakan tarafından, “Karşı taraf, sesleri çok çıkıyor, hilafı hakikat cümlelerle saldırmalar çok çirkin, kara kampanya” gibi ifadelerle nitelendirildi.
“Hükümete şamar vurmaya çalışıyorlar... CHP ve MHP’nin kucağına neden oturuyorsunuz” gibi sert sözlerin ardından, “Siz de gelin devletin okulları bize yeter, biz başka bir şey istemiyoruz deyin. Tavrınızı koyun” diyerek Başbakan partililere boykot çağrısı bile yaptı.
Bu süreçte, yasa dışı olmasına rağmen sistematik fişlemeler yapıldığını ve geniş çaplı tasfiye planları olduğu iddiaları da gündeme bomba gibi düştü.
Ancak 17 Aralık’ta tarihimizin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun başlamasının ardından kullanılan dil inanılmaz şekilde daha da sertleşti.
HAKARET ZİNCİRİ...
Gönülleri yaralayan, toplumsal huzuru bozan bu ağır ifadeleri kullanmakta Başbakan’ın bilinçli şekilde öne çıktığını söylemek mümkün...
Toplumu kutuplaştıran bu dil ile yerel seçim öncesi oyların artırılması, yolsuzluk operasyonunun üzerinin örtülmesi ve önceden planlanan tasfiyelerin gerçekleştirilmesi amaçlandı.
Başbakan bu dili tercih edince, taklit eden bakanlar ve göze girmek için çırpınan vekiller de daha vahşi bir dil kullanmaya, hatta yer yer saçmalamaya başladılar...
Hakaret zinciri, sosyal medya gibi alanlarda iyice rayından çıkmış bir hal aldı.
İsterseniz 17 Aralık 2013’ten itibaren Başbakan’ın ifadelerindeki değişimin seyrini basın toplantıları, meydan konuşmaları ve grup konuşmaları üzerinden görmeye çalışalım.
“İNLERİNE GİRECEĞİZ...”
18 Aralık’ta operasyonla ilgili ilk açıklama yapıldı.
“Siyasi mühendislik“ olarak nitelendi ve Türkiye’de uzantıları olan “çeteler“ suçlandı.
21 Aralık’ta “Devlet içine sızmış paralel devlet” ve “örgütler” denilerek tabirler ağırlaştırıldı.
“Küresel güçlerin taşeronluğunu üstlenen yerli işbirlikçiler, yerli piyonlar”, “haince bir saldırı” yapmakla suçlandı. “Bu ihanetin, bu ajanlık faaliyetinin hesabını soracağız” denildi.
Ardından “İninize gireceğiz, ininize, didik didik edeceğiz ve devletin içindeki bu örgütleri teşhir edeceğiz” denilerek tansiyon zirveye taşındı.
“HAŞHAŞİ, VİRÜS,HAİN, CASUS...”
25 Aralık’taki konuşmasında Başbakan bir önceki nitelemelerinin kapsamını genişletip ağırlaştırdı.
“Türkiye’de kendi milletinin değil başka çevrelerin rantını düşünen vatana ihanet içinde ajanlık yapan, casusluk yapan medya kuruluşları var, sermaye çevreleri var, örgütler ve çeteler var. Devlet içinde maalesef böyle maşalar, böyle taşeronlar var...’’
14 Ocak’ta grup toplantısı konuşmasında hakaretlere “Haşhaşi” benzetmesi de eklendi.
“Büyük Selçuklu Devleti’nde Haşhaşiler denen gözü dönmüş gizli örgütün devleti nasıl esir almaya çalıştığını, düşmanla nasıl işbirliğine gittiğini, asırlar önce gördük. Virüs vücuda girmiş, sinsi şekilde yerleşmiş, çoğalmış, vücudu esir almak üzere harekete geçiyor...”
15 Ocak’ta büyükelçilere talimat verildi:
“Bu örgütün yurtdışında mutlaka anlatılması, deşifre edilmesi gerekiyor...”
“SAHTE VELİ, ÂLİM MÜSVEDDESİ...”
21 Ocak’ta Başbakan, Fethullah Gülen’in yasa dışı yoldan elde edilerek, montaj yapılmak suretiyle internette yayınlanan telefon görüşmesinde geçen ananas meyvesini konuşmalarında kullanmaya başladı.
“Türkiye Cumhuriyeti devletinin dışında bir paralel devlete, bir ananas devletine müsaade etmeyeceğiz...”
24 Ocak’ta TÜSİAD’ı da “vatana ihanet” ile itham ettiği konuşmasında Başbakan “ananas” kelimesini “kod” olarak niteledi.
“Ananaslar gelip gidiyor. Herhalde bu bildiğiniz ananas değil, anlıyorsunuz. Bunlar farklı, ananas bunun kod adıdır, kod...”
25 Ocak’ta hakaretlerin çıtası vicdanların aşamayacağı kadar yükseltildi.
“Bu medeniyet öyle bir medeniyettir ki yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş âlim müsveddelerini bünyenin virüsü reddettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkûm etmiştir. İlmi iktidar vasıtası olarak görenleri bu medeniyet yine mahkûm edecektir. İlmi bir sihir gibi, bir efsunlama vasıtası gibi görenleri bu medeniyet yine reddedecektir...”
ASIL GAYE ORTAYA ÇIKTI
Dershaneleri kapatma tartışmaları ile başlayan ve dozu düzenli olarak artırılan hakaretlerin esas gayesini son günlerde yapılan konuşmalar gösteriyor.
26 Ocak’ta Başbakan “bölünme“ çağrısı yaptı. İşte o şok ifadelerden bir bölüm:
“Bu örgüte gönül vermiş kardeşlerime sesleniyorum, tabanda tertemiz, pırıl pırıl olan kardeşlerime sesleniyorum: Artık bu oyunu görmeniz lazım... Diyorum ki, kula kulluk yok, sadece Allah’a kulluk var...”
28 Ocak’ta dün o çağrı tekrarlandı...
“Örgütün tabanındaki mensupları samimi niyetler taşırken, böyle hareket ederken, son derece açıktır ki, örgütün üst yönetimi farklı yollara sapmış, farklı hesapların, farklı gaye ve gayretlerin içine girmiştir... Uluslararası çevrelerin, Türkiye düşmanlarının, büyük Türkiye hasımlarının maşası olmayı tercih etmiştir...”
Yolsuzluk ve rüşvet çarkını halkın dikkatlerinden kaçırmak için iktidarın tercih ettiği dil ve üslupta 75 günde gelinen nokta ürpertici.
Buna karşılık hiçbir somut suçlama yalanlanamadığı halde soruşturmaların sürmesi engelleniyor, fişlemeler ve dershaneleri kapatmanın da parçası olduğu “Cemaati Bitirme Planı“ ise adım adım uygulanmaya devam ediliyor.
Doğrusu 13 Kasım’da dershane tartışmaları başlamadan sorulsa, iktidardan yönelecek bu kadar hakaret, ağır itham ve iftiraları kimse hayal bile edemezdi...
28 Şubat’ta olduğu gibi bugün de bu yaklaşımların, toplum mühendisliği çalışmalarının kamu vicdanına çarpıp döneceğinden şüphe yok.