« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Şub

2014

Kem söz, sahibine aittir?

Ahmet Kurucan 01 Ocak 1970

İSAM’ın büyük bir özveri ile hazırladığı ve 25 yıllık ince işçiliğin hakim olduğu emek ürünü 17 bin maddelik İslam Ansiklopedisi tamamlandı.
Emeği geçen herkese teşekkürler. Fakat bu çalışma hiç de hak etmediği bir finalle sonuçlandı. Keşke olmasaydı ama oldu. Başbakan Erdoğan, katıldığı ödül törenine siyasi gündemini taşıdı. Hayatını din-i mübin-i İslam’a vakfetmiş Hocaefendi’yi ima ederek ‘yalancı peygamber, sahte veli, içi boş alim müsveddesi’ göndermelerinde bulundu.
Hem iki aydan beri ülkemizin bazı yazılı ve görsel medyasında şuurluca yapılan yalan-yanlış bilgilerle algı üretimi ve yönetimine destek vermemek hem de dünyevî ve uhrevi sorumluluğundan ürktüğüm için Başbakan’ın sözlerini aynen tekrar etmeyeceğim. Ama konunun vuzuha kavuşması için sadece bir cümlesini intikal ettirmeden de duramayacağım. Diyor ki Başbakan: “Bu millet, kalbi boş, zihni boş alim müsveddelerini, bünyenin virüsü reddettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkûm etmiştir.” Doğru söylüyor; gerçekten şanlı tarihimiz yalancı peygamberlerin, sahte velilerin, alim müsveddelerinin çöplüğü olmuştur. Ama aldanmamak lazım; bu cümle Hz. Ali’nin dediği gibi muhteva itibarıyla hak olsa da kastedilen mana batıldır. Cümle doğru fakat bu cümle ile verilen ve verilmek istenen mesaj yanlıştır. Zira burada bahse konu edilen şahıs, Hocaefendi’dir.
Tam bu noktada bir soru; eğer o diyarlarda hâlâ daha insaf denilen şeyin yeri varsa onu da yanınıza alarak dönün ve sorun vicdanlarınıza, Hocaefendi bu sözleri hak edecek bir insan mıdır?
“Kem söz, sahibine aittir” diyorum. “Sözün nutkunun tutulduğu yer” bu yer diyorum. “Kem söz mü? Elbette. Sıradan bir Müslüman olmayı kendine en büyük paye bilen ve hayatı boyunca kendinden bahsederken “fakir, kıtmîr” gibi tevazunun zirvesini ifade eden sıfatları kullanan bir insana “yalancı peygamber, sahte veli, alim müsveddesi” ithamları, iftiraları, imaları daha önce yapılan birçok hakaretten öte bir hakaret, hatta hakaret kavramının sınırlarını aşan bir beyandır.
Ben şahsen tarihte bir yolculuk yaparak bu kavramlar, bu kavramların zuhuruna sebebiyet veren hadiseler, söz konusu vasıfları haiz insanlardan hareketle mukayeselerle Hocaefendi’yi bunlardan tebrie ve tezkiye etmeyi isrâf-ı kelâm sayarım. 75 yıllık hayatı bütün şeffaflığı ile halkın önünde geçen, kahve sohbetlerinden, cami vaazlarından, konferanslarından üç-beş kişilik dar dairedeki muhabbetlerine kadar neredeyse her bir sözü, her bir adımı kayıt altına alınan bir insandan söz ediyoruz. Gerçekten insan insaf diyor.
Bununla beraber bir serzenişim var; o programa katılan ilim adamı hocalarımızdan o gün bugün mezkur konuşmanın yanlışlığına dair gönüllere inşirah verici bir beyan duymadık. Konuşmayı tam manasıyla anlayamama, tetkik etme ihtiyacı duyma, protokol kuralları gereği anında itiraz etme imkânının olmaması ve benzeri sebeplere amenna. Bunlar anlaşılabilir mazeretler. Ama aradan geçen onca gün içinde mesnetsiz bu iddiaların, iftiraların, yalanların, hakaretlerin yanlışlığını her şeye rağmen söyleyecek nısfet sahibi üç-beş tane insan çıkamaz mıydı diye düşünmeden edemiyor insan. Zaman gazetesine manşet olan ve görüş bildiren hocalarımız haricinde kimseden bir şey duymadık. Özellikle gerek İslam Ansiklopedisi’ne yaptıkları katkılar gerekse akademik camiadaki çalışmaları ile haklı bir yer edinmiş olan bizatihi o programa katılan hocalarımızın bu suskunluğunu anlamak gerçekten zor.
Sizi bilmem; ben zorlanıyorum şahsen. İlmin siyasallaşması olabilir mi sorusunu soruyorum kendime. İkbal düşüncesi, makam beklentisi ve “âbâd olası hanede evlâd u iyâl var” vecizesi aklımdan geçiyor. Resmi ulema, taşra uleması ayırımına gidiyor zihnim. Rüesanın huzurunda hak ve hakikati her şeye rağmen beyan eden Akşemseddin’den, Zenbilli’den, Ebu’s Suud’a kadar alimler sökün ediyor aklıma birbiri ardına. Sonra hepsini bir kenara koyup ya ilmin izzeti ya düşüncenin namusu diye soruyorum. Sonuç; içinden çıkamıyorum.
Başbakan Erdoğan isim vermedi diye kimse topu taca atmasın. Metin ortada. Haber portalları ve basın yayının değerlendirmeleri çarşaf çarşaf gazetelerde ve televizyon ekranlarında. Yalanlama da gelmedi. Kaldı ki isim vermese bile biz “siyak-sibak, esbab-ı vürûd, dâl bi’l işâre, dâl’ bi’l emâre, dâl bi’l iktizâ, delaletü’l hâl, delâletü’l karîne, tahricü’l menât, tenkihü’l menât ve tahkikü’l menât”ı onlardan öğrenmiştik. Yoksa bunlar sadece ve sadece ayet ve hadisleri anlamak ve onlardan hüküm istinbat etmek için mi kullanılıyor?

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 25104

ulkucudunya@ulkucudunya.com