Hizmet ne istiyor?
Abdülhamit Bilici 01 Ocak 1970
Dünyada ve Türkiye’de başka mesele kalmamış gibi tüm gücünü camiayı karalamaya veren bir gazetenin patronu, birkaç yıl önce kendisiyle görüşmemizde yazarları içinde birkaç müzmin Hizmet muhalifinden dert yanmıştı.
Onları ancak şöyle bir yaklaşımla susturabildiğini söylüyordu: “Camiaya itiraz etseniz de Ergenekon’dan Aydınlık’a kimin onlara düşmanlık yaptığına baksanız, bu insanların doğru yolda olduğunu anlarsınız.”
Daha nice parlak izahlar yapılsa da camianın galiba böyle bir kaderi var. Dün ikna olup Türkiye ve dünyanın dört yanında koşturan Hizmet gönüllülerinin milletimiz ve insanlık için faydalı şeyler yaptığına ikna olanlar, en küçük ters rüzgârda yine şüpheye düşebiliyor. Her defasında gerçekler ortaya çıkınca su-i zanlarından utanıp pişmanlık duysalar da kısır döngü yine sürüyor.
Sağ sol fraksiyonların birbiriyle yaka paça olduğu 1970’lerde Hizmet’in bu işlere karışmaması, bazılarında sanki devletle iş tutuyormuş su-i zannına sebep olmuştu. 1980 darbesi olup Fethullah Gülen Hocaefendi 6 yıl kaçak yaşamak zorunda kalınca ithamların yanlışlığı anlaşıldı. 1990’larda camia hakkında şüpheye düşmeye hazır olanlar yine geleneksel kötücül konumlarına geçip taşlamaya başladılar. Ama 1999’da DGM savcısı Nuh Mete Yüksel, Hocaefendi ve Hizmet hakkında dava açınca, “Derin yapılarla irtibatlı olduğunuzu düşünerek yanıldık. Kusura bakmayın.” dediler.
Aynı çevreler bir süredir yine krize girmiş durumda. Geçen 10 yılda onlarca kez kurumlarına gidip geldikleri, etkinliklerine destek verdikleri, çocuklarını emanet ettikleri ve camiaya mensup öğretmen, işadamı, gazeteci, esnaf ve memur yüz binlerce insanla tanışıp karakterleri, amaçları, yol ve yöntemleri hakkında her şeyi öğrendikleri, Hocaefendi’yi ziyaret edip, telefonla arayıp dua istedikleri halde şimdi bunlar hiç yaşanmamış gibi yapıyorlar. Meğer çocuklarını haşhaşilere emanet etmişler. Yurtiçinde ve kurumlarında defalarca ziyaret ettikleri kurumlar meğer “in” imiş. Meğer fikir ve dualarından istifade etmek için her fırsatı değerlendirdikleri; gözyaşı içinde gurbetini bitirip yurduna dönmesi için davetiye çıkardıkları insan “içi boş bir alim müsveddesi” imiş. 160 ülkede dilimizi, şarkılarımızı, değerlerimizi tanıtan, gönül köprüleri kuran Hizmet, meğer dış güçlere çalışıyormuş. TUSKON muzır bir örgüt, dershaneler rant merkeziymiş.
Bir kısmı dindar bu şüphecilerin, Avrupa Parlamentosu Liberal Grup Başkanı Graham Watson kadar bile camiayı tanımamış olması acı. Yolsuzluk operasyonunun arkasında uluslararası güçler ile Hizmet Hareketi’nin olduğu tezini gerçekçi bulmayan Watson, Erdoğan’ın Hizmet Hareketi’ne karşı kullandığı ‘haşhaşi, hain’ gibi ifadelerin nefret söylemi olduğunu ve Hareket’in bu ağır ithamları hak etmediğini söylüyor.
Yapacak bir şey yok. Hizmet, bu krizi de yine kendisini, amacını, faaliyetlerini daha iyi anlatarak, yanlış anlaşılan konularda özeleştiri yaparak fırsata dönüştürecek. Karalama gayreti, büyükelçilere verilen talimatla dünyaya uzandığı için kuşkusuz Hizmet dünyaya da kendini daha kapsamlı anlatmak zorunda. Doğrusu, Hocaefendi’nin Wall Street Journal’a ve BBC’ye verdiği röportajları bu çerçevede görmek lazım.
İki röportajda da en büyük vurgu; demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ile bunları sağlayacak sivil anayasa ve AB sürecine. AKP’ye verilen desteğin nedeni de partizanlık değil, bu ilkeler yönünde attığı adımlar. Ancak iki yıldır reformcu çizgiden kopuş söz konusu.
Paralel devlet suçlamasına cevap net: Kamu görevlileri kanunları ihlal ederse kimse bunu savunmaz. Hemen soruşturmaya tabi tutulmalı. Ama yasa dışı bir şey yapmadıkları halde dünya görüşleri nedeniyle fişlenmiş ve ayrımcılığa tabi tutulmuşlarsa bu da demokrasi ve insan haklarına sığmaz. Kimsenin üzerini örtemeyeceği yolsuzluklar var ve maalesef paralel devlet tartışması bunları unutturuyor.
Alevi ve Kürt meselesiyle ilgili tespitler de önemli: Diyanet’e tanınan haklar, Alevilere de verilmeli. PKK ile görüşme dahil, Kürt sorununun çözümüne Hizmet asla karşı değildir. Örgüt içindeki bazı yapılar Hizmet’ten rahatsız ama Hizmet’in yaklaşımı net: “Hayır sulhtadır”.
Yeni deliller veya yanlış yapıldığı yönündeki kanıtlar ortaya çıkması durumunda yeniden yargılanmak evrensel insan hakkıdır. Ama binlerce duruşmanın hükümlerini tamamen feshetmekse bu tarz bir hareket yargı sisteminin güvenilirliğine zarar vereceği gibi son on yılda elde edilmiş demokratik kazanımları da tersine çevirir. Yıllarca bu duruşmaları demokrasinin zaferi diye sunup şimdi tüm mahkemeleri şaibeli ilan etmek de ironik olur. Hakkında ileri geri çok konuşulan camianın hangi konuya nasıl baktığını merak eden, bu röportajları mutlaka okumalı.