Erdoğan’ın Brüksel ziyaretinden çıkan sonuç
Semih İdiz 01 Ocak 1970
Yandaş gazetelere bakılırsa Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta Brüksel’e yaptığı ziyaretten sonra Türk-AB ilişkilerinde bir “ikinci bahar”dan söz etmek mümkün. Hatta Erdoğan, AB’deki yüksek muhataplarını AKP’nin bir komplo ile karşı karşıya olduğu konusunda ikna dahi etmiş.
Fakat, Türkiye’deki bağımsız medya ile Batı medyasına bakılırsa durum farklı. Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier da zaten, AB tarafının pozisyonunu Erdoğan’ın Brüksel’e gitmesinden bir gün önce belli etmişti. Almanya Büyükelçiliği tarafından Ankara’da basına dağıtılan metne göre Steinmeier Brüksel’de gazetecilere şunları söylemiş:
“Bu durumda yapabileceğimiz ve yapmamız gereken, Türkiye’den hukuk devleti uygulamalarına tekrar geri dönmesini ve şimdiye dek sayısızca gerçekleşen görevden almaları hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşır hâle getirmesini talep etmektir.”
AB’nin lokomotif gücü olan ülkenin dışişleri bakanına ait olan, fakat hükümet yanlısı medyamızın görmediği bu sözler, Brüksel’deki havayı yansıtmaya yetiyor. Erdoğan’ın AB Konseyi, AB Komisyonu ve AB Parlamentosu başkanları ile gerçekleştirdiği görüşmelerde ciddi uyarılar aldığı da zaten Brüksel’de yapılan ortak basın toplantılarından belliydi.
Örneğin, AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso Türkiye’deki bazı gelişmelerden endişe duyduklarını belirterek, Erdoğan’ın özellikle güçler ayrımı ilkesine saygı duyacağı konusunda güvence verdiğini söyledi. Erdoğan’ı bağlayan bu sözler, AB’deki dikkatlerin AKP’nin HSYK konusunda atacağı adımlar üzerinde olduğunu açıkça gösteriyor.
Öte yandan, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’yi yakından takip eden üyelerinden olan Yeşiller Grubu üyesi Helene Flautre’ın Cihan Haber Ajansı’na söylediği sözler de yandaş medyayı doğrulamıyor. Erdoğan’ın yolsuzluk soruşturmalarını ülkesindeki istikrarı bozmak isteyen bir dış girişim olarak yorumladığını belirten Flautre, bu konuda ikna olmadıklarını açıkça söylemiş.
HSYK’nın yürütmenin kontrolü altına girmesinin güçler ayrılığı ilkesini ihlal ettiğini de vurgulayarak şöyle konuşmuş:
“AB, Türkiye’de devam edegelen reform süreciyle ilgili dik durmalı ve Avrupa prensiplerini, hukukun üstünlüğünü savunmalı. Başbakan’ın yargının bağımsızlığı ve AB standartları konusunda verdiği teminatın Türkiye’deki Meclis tartışmalarına temel oluşturmasını ümit ederim.”
Bu açıklamalar ışığında AKP’nin HSYK konusunda neden bir açmaza düştüğünü anlamak için uzman olmak gerekmiyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün baskılarının ne denli etkili olduğunu bilemiyoruz, ama hükümetin Avrupa’dan gelen bu baskıları gözardı etmesi birçok nesnel siyasi ve ekonomik nedenden dolayı mümkün değil.
Özetle AKP kendisini bu konuda fena hâlde köşeye sıkıştırmış bulunuyor. Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’ne bağlı Venedik Komisyonu Başkanı Gianni Buquicchio’nun 14 Ocak’ta yaptığı açıklama da nedenini ortaya koyuyor.
Buquicchio, 2010’da yapılan Anayasa değişiklikleri ile HSYK’nın hem Venedik Komisyonu kriterlerine, hem de uluslararası standartlara uygun hâle getirildiğini hatırlatmıştı. Böylece, dolaylı yoldan, tasarlanan herhangi bir değişikliğin bunun gerisine düşmemesi gerektiğini belirtmişti.
AKP şimdi, Avrupa’dan gelen bu uyarılar nedeniyle, yargı üzerindeki kontrolünü artırma çabalarının demokrasi adına mevcut durumu nasıl daha da iyileştireceğini dünyaya anlatmak gibi içinden çıkılmaz bir durumla karşı karşıya.
Ya meydan okuyarak bildiğini yapacak ve anti-demokratik güdülerini dünyaya iyice teşhir etmiş olacak, ya da HSYK konusunda geri adım atacak. Başka seçeneği yok. Yandaş basın ne yazarsa yazsın, Erdoğan için Brüksel’den çıkan sonucun “hülasası” budur. Gerisi, rahmetli babaannemin sözüyle, “laf ü güzaf”.